İNSAN yaşamının
vazgeçilmez ve temel direklerinden biri, adâlet duygusudur. Adâletin tanımı ve
tesisi konusu insanlık tarihi kadar eski bir geçmişe sahiptir. Ne yazık ki
üzerinde mutabakata varılmış bir durum söz konusu değildir. Bunun, “adâlet”
kavramının tartışmaya açık olmasından kaynaklandığı düşünülebilir. Heller’in
onu “farklı kılıklara bürünen bir hayâlet”[1] olarak
tanımlamış olması, bu tartışmanın boyutlarının anlaşılması bakımından
önemlidir.
Adâletin
ne olduğu sorusu, Sokrates tarafından Platon’un “Devlet”inin başında yer
almaktadır. Kaldı ki, adâletle ilgili tartışmalar günümüzde de varlığını
sürdürmektedir. Bu tartışma, özellikle işin içinde olanlar tarafından teknik
olarak sürdürülmektedir. Ancak bu küçük azınlığın dışında, büyük çoğunluğun
gündeminde yer almamaktadır. Genellikle de sorunun tartışma sıkleti doğru
noktada olmamaktadır. Çünkü adâletle ilgili tartışmalarda esas mesele, adâletin
gerçekleşmesi ile birlikte adâlet talebinin ne olduğudur.
Platon’un
Devlet’inin Yunanca başlığı “Politeia” (her şeyi kapsayan politik ve toplumsal
düzen anlamında), “anayasa”dır. Adâletin dilemması, insan hayatının her
boyutunda olması gerekmesine, tek tek
bütün insanları ve bir bütün olarak toplumu ilgilendiriyor olmasına rağmen,
gündelik hayatın dışında değerlendiriliyor olmasıdır. Bunun yanında insanların adâletten,
mahkemeden, hâkimden söz etmesi bu durumu değiştirmiyor. Daha da kötüsü,
insanların adâleti kendileriyle ilgili hususlarda bir te’kit edici unsur olarak
görmelerinde yaşanmaktadır. Bu yaklaşım; insanların adâleti evrensel bir değer
olarak görmek yerine kendi durumunu iyileştirmeye yarayacak bir değer olarak
görmek istemelerinden kaynaklanmaktadır. Oysa adâlet, “varoluşla bilinç
arasındaki bağlarla ilgili en önemli değerlerden biri”[2]dir.
Genel
bir kanı olarak adâletin tesisinde hukuka uygunluk ve eşitlik düşüncesi esas
alınmaktadır. Aristo’nun yasaya uyan ve eşitliğe saygı duyanı âdil sayması
bundandır.[3] Adâletle
ilgili birçok mesele, tam da bu noktada yaşanmaktadır! Çünkü Aristo’ya göre
yasal olan, aynı zamanda haklıdır. Bu düşüncede yasayı yapan güç, göz ardı
edilmektedir.[4]
Demokrasi gereği, yasaları yapan güç, çoğunluktur. Öyleyse çoğunluğun tesis
ettiği adâlet mi, yoksa azınlığın ortaya koyduğu adâlet mi daha doğrudur? Her
ikisi için de genelleme yapmak doğru değil elbette. Alev Alatlı’nın “helâllik
ve yasallık” üzerine yaptığı betimleme de bu noktadaki tartışmanın değişik
versiyonudur.[5]
Bir başka ifade ile yasal olan her şey,
aynı zamanda hukukî olmayabilir. Kısacası adâlet, kanun ve mevzuattan ibaret
değildir.
Günümüzde
büyük çoğunluk, adâleti sosyal medya üzerinden tesis etmektedir. Sosyal medya
üzerinden tesis edilen adâletin, hukukla ve adâletin özüyle ilgili süregelen
tartışmalarla uzaktan yakından ilgisi yoktur. Garip ve bir o kadar dramatik
olan, büyük çoğunluğun sosyal medyanın bu yargılayıcı ve hüküm verici gücünü
keşfetmiş olması ve bu gücü dilediğince kullanıyor olmasıdır.
Genel
bir yaklaşımla sosyal medyayı, kullanıcısının online bir ağ üzerinden, bir
içeriği üretip paylaşması olarak tanımlamak mümkündür. Bu yönüyle sosyal
medyanın geleneksel medyayı geride bıraktığı söylenebilir. Sosyal medya,
kişisel olmanın ötesinde birçok kurum tarafından da ticarî ve gayr-i ticarî
olarak kullanılmaktadır. Sosyal medyanın geleneksel medyadan en belirgin farkı,
içeriklerin değiştirilebilirliği ve kullanıcısında eğitim şartını zorunlu
tutmamış olmasıdır. Facebook, Twitter, Google Plus, Youtube, Pinterest ve
Instagram gibi platformlar sosyal medyanın en yoğun olduğu alanlardır.
Sosyal
medyada adâlet arayışları genellikle haber ve onun ardından etiket (hashtag) ve
trend topic (popüler başlık) ile yapılmaktadır. Bu şekilde bir adâlet arayışı
ve hukuk mercilerine yön verme geleneği oluşmaya başlamıştır. Çoğunlukla
yapılan sosyal medya faaliyetleri sonuç vermektedir. Sıkıntılı olan husus
burasıdır aslında. Sosyal medyanın adlî mâkâmları etkilemesi, yönlendirmesi ya
da baskı altına alması elbette kabul edilebilir bir şey değildir. Bu yanlıştır.
Ancak öyle kararlar vardır ki, onların da kabul edilebilir yanı yoktur. Öyleyse
bu da yanlıştır.
Bu
yanlışlar zincirinin son halkası, verilen bir adlî kararın, sosyal medya
etkisiyle geri alınması ve sosyal medyanın isteği doğrultusunda yeni bir
kararın alınması ya da alınmamasıdır. Bu da yanlıştır. Eğer bir karar doğruysa,
sosyal medya baskısıyla niye geri adım atılır? Yanlışsa, niye yanlış bir karar
verilir? Sosyal medyanın bu taleplerinde ne kadar âdil olduğu, yönlendirme ve spekülasyona
ne kadar açık/kapalı olduğu soruları da bu yanlışlar zincirinin bir başka
halkasıdır.
Bu
sistem bir kere bu şekilde dönmeye başlayınca, bu kez her karar, bir sosyal
medya etkinliğine açık hâle gelmektedir. Bu durum, sosyal medyanın bağımsız
yargının yerini alması anlamına gelir.
Bu
noktada sorulması gereken temel sorular şunlardır:
-İnsanlar
adâleti sosyal medyada neden ve niçin aramaktadırlar?
-İnsanların
sosyal medya üzerinden yaptığı şey, bir adâlet arayışı mıdır, yoksa bu yönle
bir başka adâletsizliğe neden olmak mıdır?
-Sosyal
medyanın gücü âdil olmasından mı, yoksa çoğunluk olmasından mı
kaynaklanmaktadır?
-Sosyal
medya, yanıltıcı ve manipülatif içeriklerle zaman zaman gerçek suçluyu gizlemekte
midir?
-Sosyal
medyanın hukuk bilgisi, bir olayı yargılamak ve karar vermek için yeterli
midir?
-Sosyal
medyanın bu müdahalesi, yargının gizliği ilkesine zarar vermekte midir?
-Sosyal
medyanın yargısız infazları, “suçu ispat edilene kadar her kesin masum olduğu”
karinesine uygun mudur?
-Sosyal
medya bu müdahaleleriyle mağdur olanlara mı, yoksa suç işlemiş olanlara mı
hizmet etmektedir?
-Sosyal
medyanın yaptığı bir hakkın iâdesi mi, yoksa cezaî popülizm (penal populism)
midir?
-Sosyal
medyanın yaptığı gerçekten bir hak-hukuk arayışı mı, yoksa anonim kimliklerle
yapılan bir slacktivizm (eylem ve protestolara fiziksel olarak katılmayıp
bulunduğu yerden sosyal medyaya yazarak destek olmak) midir?
Sonuç
olarak, Türkiye’nin yargı sisteminde sorunları olabilir, ancak bu sorunları
bahane ederek hukuk sistemini külliyen yok saymak ve onun yerine sözde sosyal
medya mahkemeleri kurmak, toplum mühendisliği ve algı operasyonundan başka bir
şey değildir.
Dünyada
ve Türkiye’de, geçmişte geleneksel medyanın yaptığı gibi günümüzde de sosyal
medyanın algı operasyonları serisi uzunca bir listeyi oluşturmaktadır. Hiç
kimsenin sosyal medya üzerinden bağımsız ve tarafsız yargıçları etkilemek ve
yönlendirmek gibi bir lüksü olamaz. Adâletin tesis mekânı mahkemelerdir.
Denetlenmeyen, hiçbir sorumluluğu olmayan ve her türlü yanıltıcı içerik ve
manipülatif bilgiye sahip bir sosyal medyanın adâleti tesis hamlesi, önce adâlet
mekanizmasını, sonra da toplumsal barış dinamitlemektir.
[1] Heller,
A., Beyond Justice, Oxford and Cambridge: Basil Blackwel, 1991, 222.
[2] Rand, A., For The New
Intellectual, New York: New American Library,
1961, 128.
[3] Aristoteles, Nikomakhos’a
Etik. (Çev. Saffet Babür). Ankara: Ayraç
Yayınevi, 1997, 1129.
[4] Hobbes,T. Leviathan. (Çev. Semih Lim). İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 1993,
190.
[5] Alatlı, A., https://www.cins.com.tr/2017/05/bir-numarali-duzen-alev-alatli/, Erişim tarihi: 10.06.2021.