Sosyal medya ve kutuplaşma

İş sosyal medya ortamına gelince, birbirimizi kıracak ve sinirlendirecek paylaşımlarda bulunmak çok daha kolay geliyor. Bu yüzden de belki aslında çok sevdiğimiz bir akrabamıza veya dostumuza paylaşımlarından dolayı sinirlenip arkadaşlıktan çıkarıyoruz. Zıt paylaşımlar arttıkça birbirlerine olan kızgınlık, sonrasında da nefret artıyor ve adına “kutuplaşma” dediğimiz şey kazanıyor.

“EY iman edenler! Eğer bir fâsık size bir haber getirirse, onun doğruluğunu araştırın. Yoksa bilmeden bir topluluğa kötülük edersiniz de sonra yaptığınıza pişman olursunuz.” (Hucûrat, 6)

2013 yılındaki Gezi Parkı olayları sonrasında “En büyük münafık Twitter’miş, anladım!” deyip ayrılmıştım Twitter’den. Geçenlerde bir araştırmanın sonuçlarını okudum. Uluslararası Yönetişim Merkezi (CIGI) tarafından yapılan araştırmada, “Sosyal medya, ülkemde siyasal kutuplaşmayı arttırdı” tercihini yüzde 67 ile en yüksek oranda Türkler işaretlemiş. Yani neredeyse her üç vatandaşımızdan ikisi, sosyal medyanın kutuplaşmayı arttırdığını düşünüyor. Türkiye’yi yüzde 61’le Nijerya ve yüzde 58 ile Endonezya izliyor. Bunun üzerine, “Aslında hiç de yalnız değilmişim” diye düşündüm.

Farkındayız ama yine de geri duramıyoruz sosyal medyadan. Yaşanan büyük teknolojik gelişmelerle birlikte hayatımıza giren internet ve onun meyvesi sosyal medya, iletişim alanında büyük bir devrime yol açtı. Eskiden gazete, radyo ve televizyon medya araçları iken, şimdi internet sayesinde herkes birer medya mecrası hâline geldi.

Sosyal medya kullanan herkes bir haber üretip bunu yayabiliyor. Veya çoğu, kaynağı belirsiz ve üretilmiş içerikleri başkalarıyla paylaşabiliyor. Geleneksel medyada da yalan haberler yapılırdı elbette, ancak orada en azından bir tekzip mekanizması vardı. Oysa sosyal medya o kadar başıboş ve kontrolsüz bir alan ki aslı astarı olmayan bir haberle saatler içerisinde yüz milyonları etkileyip harekete geçirebiliyorsunuz. Hele bir de sonuna “Kesin bilgi, yayalım!” cümlesini eklerseniz, milyonlarca insan bu haberi kabullenip yaymak için zaten hazır bekliyor.

Bu yalan haberleri düzeltmek için başvurabileceğiniz herhangi bir merci de yok. Haber Ajanda’nın bir önceki sayısında Aytekin Atasoyu yazmıştı, “sosyal medyada inançlar, ideolojiler ve aidiyetler, kişilerin seçim yapmalarında ve meseleleri değerlendirmelerinde en temel belirleyicileri olduğu için, insanlar zaten bu hazır içerikleri sorgulamadan kabul edip yaymakta bir sakınca görmüyorlar”.

Yine Atasoyu’nun belirttiği gibi, bu şekilde kendisi gibi düşünen insanlarla bir araya gelip gruplar oluşturan kişiler, diğerlerini ise ötekileştiriyorlar.

Normal hayatta, kişiler arası ilişkilerimizde olduğundan çok daha pervasızız sosyal medyada. Bizim gibi düşünmeyen ve farklı ideolojileri olan akraba ve/veya dostlarımızla konuşurken çok daha dikkatli oluyoruz. Ancak iş sosyal medya ortamına gelince, birbirimizi kıracak ve sinirlendirecek paylaşımlarda bulunmak çok daha kolay geliyor. Bu yüzden de belki aslında çok sevdiğimiz bir akrabamıza veya dostumuza paylaşımlarından dolayı sinirlenip arkadaşlıktan çıkarıyoruz. Zıt paylaşımlar arttıkça birbirlerine olan kızgınlık, sonrasında da nefret artıyor ve adına “kutuplaşma” dediğimiz şey kazanıyor.

Sonuçta bu kutuplaşmadan ülkemizin kazanmadığı açık! Belki de internetin ve sosyal medyanın mucitleri kazanıyorlar. Bu anlamda Yusuf Kaplan’ın şu tespiti çok kıymetlidir: “Toplumu toplum yapan yegâne güç, asgarî müşterekleri ve bu asgarî müştereklerin yeşerttiği ruhtur. Asgarî müşterekler, tarihten süzülüp gelen yüzyılların çilesi ve mücadelesi ile inşâ edilen değerlerinin ve anlam haritalarının ürünüdür toplumun. Bu toplumda bu değerlerin ve anlam haritalarının kaynağı ise İslâm’dır. İslâm’ın dışında bu topluma ruh verecek, iyi, doğru ve güzel fikri gösterecek başka bir kaynak yoktur. İslâm’ın dışındaki her şey, Batı’dan ithâl!”

Yazımızın başında paylaştığımız âyetin anlamını iyi kavrayıp kendimize rehber edinebilirsek, sosyal medyanın bu yıkıcı etkisini de mümkün olduğunca minimize edebiliriz.