CENÂB-I HAKK ruhları
yaratıp da “Ben Rabbiniz değil miyim?”
mealinde sorduğunda, ruhlar, “Evet,
Rabbimizsin” diye cevap verdiler. Bu akit ânına “Elest Meclisi” veya “Bezm-i
Elest” denir.
Âdemoğlunun Rabbine verdiği kasemdeki vaadini
unutup şeytanî yollara başvurması, günümüzde yaşadığımız beşerî problemlerin
ana sebebidir.
Bugün dünya nüfusunun üçte birini teşkil eden ve sayıları 2
milyarı bulan Müslümanların durumu fitne sebebiyle yürekler acısıdır. Kimse
onlara itibar etmiyor. Dünya olaylarının çözümünde “Varlıkları yoklukları belli değil” ifadesi, istisnalar dışında, maatteessüf
hakikati beyan ediyor.
İşgal edilen ülke, akıtılan kan, yaşanan coğrafya
Müslümanların. Bu kuşatılmışlığın sebebi ise, Müslüman dünyasının ferdî olarak
“Müslümanım” demesinin ötesinde, devletlerinin ve idarecilerinin Kur’ân ahkâmına
göre hareket etmemeleridir.
Allah (cc) kullarının hâllerini Kur’ân’da tarif etmiş. Fıtrata
uygun hareket edenlerin yanında, yaratılış sırrına muhalefet edenlerin olduğu
bir zaman diliminde yaşayacağımız/yaşadığımız bu hayatta bunlarla karşılaşıyor,
kimi zaman “Eyvahlar olsun!” diyoruz. Bazen de Yaradan’a verdiği nimetlerden ve
Rabbine tâbi olan kullarının varlığından dolayı şükrediyoruz.
Hülâsasını yukarıda arz etmeye çalıştığımız şekliyle, Allah
(cc) ile kul arasında Bezm-i Elest’ten sonra günümüzde olup bitenlerin âcizane
bir özetini yapmak isteriz.
İftira etmenin ve ona ortak olmanın alçak seviyesi
Hayatın bütün kodlarının şifrelerini veren Kur’ân-ı Kerim,
Tin Sûre-i Celîlesi’nde, bazı önemli
varlıklar üzerine yemin ederek insanın yüksek değerini vurgular. Kötü ahlâkın bu
değeri düşürdüğünü de ifade eder. İman edip iyi işler yapanlar övülür, hesap ve
cezayı yalan sayanlar kınanır, hüküm verenlerin en üstününün Allah olduğu
bildirilir.
Yaşadığımız hayatı zulümlerle çekilmez yapanlar da insandır,
hidâyet rehberi Kur’ân’ın kalplere ulaşmasını sağlayan Resûl de. Ancak aradaki
fark, âyetlerin sırrında gizlidir. “Ahsen-i takvîm” ifadesi, “Andolsun ki, Biz
insanı en güzel şekilde yarattık” (Tîn, 4) mealindeki âyette geçmektedir.
Yaratıkların en mükemmeli olan insandaki güzelliğin kaynağı,
bazı âyet ve hadîslerde dile getirildiği üzere, Allah’ın onu “tesviye etmesi”,
“Kendi eliyle” yaratıp ruhundan üflemesidir.
Diğer yandaysa, yaratılışta verdiği sözde durmayanların
hâlleri anlatılır. Cenâb-ı Hakk, diğer varlıklardan farklı olarak Hazreti Âdem
ve onun neslini zıt tecellîlere mazhar kılmıştır. Bunun netîcesinde de
insanların, “aşağıların en aşağısı” demek olan “esfel-i sâfilîn” ile yücelerin en yücesi olan “â’lây-ı
illiyyîn” arasındaki hak ettikleri bir mevkide bulunmalarını murâd etmiştir.
Doğru dürüst Müslüman olmak, Yüce Allah’ın emridir. Dürüstlük,
fıtrat üzere kalmaktır. Dinin amacı, dürüst insan yetiştirmektir. Bu
serzenişimizin biraz yürek yaktığı söylenebilir. Muhasebe-i nefs yaparak
söyleyelim, başımıza gelenlerin özeti, inandığımız gibi yaşamayıp, yaşadığımız
gibi inanmaya başladığımızın ceremesini çekmektir.
Günümüzde karşılaştığımız, bazen gözümüzü
kapatmak zorunda kaldığımız gayr-i ahlâkî oluşumlardan olarak önce şahıslarımızı,
sonra Devletimizin bekâsını, sonra da bugün kürre-i arzı ifsada götüren ve
adına “sosyal medya” denilen fitne, gönüllerde bıraktığı tahribatın yanında diyalogda
edepsizliğe ve nezaketsiz/nobran ifadeye sebep oldu.
Yapmadığı bir şeyden dolayı bir insanın onurunu zedelemek,
namusuna dil uzatmak, lekeleyip küçük düşürmek, tek kelime ile Allah’ın
lânetlediği belhum adâl hâlidir. Bu, her şeyden önce o insanın Yaratıcısına dil
uzatmaktır. Dinin temel hedeflerinden biri olan ırz ve namus dokunulmazlığına
saldırıdır.
Namuslu bir kadına dil uzatmak, onun kadınlığını, anneliğini
zedelemektir. Böyle bir sataşma, hem o kadını, hem eşini, hem de çocuklarını ve
diğer akrabalarını yaralar. Bu yüzden dinimiz iffetli kadınlara zinâ isnat
etmeyi, onların namusuna dil uzatmayı en çirkin günahlardan saymış ve böyle bir
iftiraya karışanlara yaptırımlar uygulamıştır. Bunları sadece son günlerde
gündemdeki bir ailenin yeni doğan küçücük yavrusu için söylemiyoruz. Yalan ve
iftiranın bu günlerde âdeta devletler eliyle, hattâ kurumsal kimlikleri olan
kimi parti ve dernekler vâsıtasıyla legal gösterilmeye çalışılması ayrıca câlib-i
dikkattir.
Dikkatlerden kaçmayan bir başka husus, bu yalan ve iftira
kampanyasının milletlerarası bir kirli ittifak tarafından finanse ve
yönlendirilmiş olmasıdır. Bu konuların yerli taşeronlarının ve sözcülerinin
bunu pervasızca dillendirmeleri, ayrıca araştırılmaya ve kaale alınmaya değerdir.
Ümmet olarak, millet-i İbrâhim şuurundaki coğrafyamızın neler
yapması gerektiğini ifade etmeden evvel bir kıssa arz edeyim... Rehberimiz Peygamberimiz (sas) minberde iken
bir adam mescide girdi ve O’nun konuşmasını keserek, “Ey Allah’ın Resûlü! Kıyamet ne zaman kopacak?” diye sordu. Sahâbe,
soruyu soran kişiye susmasını işaret ettiyse de o, aynı soruyu üç kez
tekrarladı. Efendimiz, namazı kıldırdıktan sonra, “Kıyametin ne zaman kopacağını
soran kişi nerede?” dedi. Adam, “Benim
Yâ Resûlallah!” diyerek cevap verdi.
Peygamberimiz,
“Kıyamet
için ne hazırladın?” buyurdu…
İşte bize
tavsiye edilen Nebevî öğütten hareketle, “sosyal medya” denilen bu fitne
kaynağının arkasındaki muharrik gücün ne olduğunu bilmemiz gerekiyor.
Kullanılan
kelâmların, üretilen fitne tohumlarının mâhiyet ve kapasitelerini ölçmeyi, hangi
mihrakın yerli, hangisinin beynelmilel olduğunu kavrayacak basiret ve teknik
donanıma sahip olmamız lâzım. Yaşadığımız zaman diliminde, genelde dünyada, özelde
ülkemizdeki sosyal medya kullanma oranı çift haneli rakamlarda. Müslim de, ateist
de o mecrayı kullanıyor. Nitekim, neşter tabibin elinde can kurtarmaya vesîle, kasabın
elinde can almaya; bu yüzden kullanım şekli önemli. Zira “sosyal medya” denilen
yayın vâsıtasının “esfel-i safilin” derecesindekinin elinde nasıl hayat bulduğu
gün gibi ortada.
Müslim’in
elindeki sosyal medyadan gelen haberlere karşı takip edeceğimiz yolda ise yine
Kur’ân bize rehber olacaktır, olmalıdır:
“Ey
iman edenler! Bilmeden birilerine zarar verip de sonra yaptığınıza pişman
olmamanız için, yoldan çıkmışın biri size bir haber getirdiğinde doğruluğunu
araştırın.” (Hucûrat,
6)
Sosyal
medya Müslüman kalmaya engel mi?
Müslümanların
hayat rehberi olan Furkan’daki yol ve yordam gayet açık ve net! Başka
referanslara gerek yok!
Yüz
senedir Ümmet-i İslâm’ın ve mazlum coğrafyaların ümidi olan Türkiye hakkında denenmedik
istilâ ve taciz hareketi kalmamıştır. Yirminci yüzyılın başında koskoca Osmanlı
Cihan Devleti’ni, kurdukları şer ittifakla tarih sahnesinden çektiren
müstevliler, içimizden de kiralık beyinler ve İslâm’a düşman gönüllüler
edindiler. Bizi biz yapan mânevî değerler manzûmesini “lâiklik” adına, “Batıcılık”
adına, “demokrasi” adına tahrip ettiler.
Bizdeki
Anadolu irfanını, zarâfet, edep ve terbiyeyi mârifetsizler yüzünden kalplere
hapsettiler. İsimleri bizden olup yaşadıkları
Frenk mukallidi hayatla başkaları adına konuşanlar, önce dilimizin âdâb ve
terbiye ölçüsünü bozdular. Merhamet ve gönül dünyamızın zenginliklerini Devlet
mekanizmasından tard ettiler.
Velhasılı,
hayr adına sanatta, estetikte, zarâfette, mimaride kendimize yabancılaşmaya
başladık. Bu hain eller önce aile kurumumuza, sonra dilimize ve dinimize içteki
satılık beyinleri de kullanarak fitne fesadı sızdırdılar. Bu durumu âdeta hayat
hâline getirdiler.
Özellikle
son yıllarda bazı parti genel başkanlarının yalanı ve iftirayı mubah saymaları,
bazı parti sözcülerinin devlet başkanlarına, millî kuruluşlara ve kadim
tarihimize bühtan etmeleri sıradan bir vaka hâlini aldı. En son, bir partinin
hanım sözcüsünün basına yansıyan edep dışı konuşması, bırakın hemcinslerini, her
aklı başındaki insanı utandıran bir konuşma!
“Asil azmaz, bal kokmaz; kokarsa yağ
kokar, onun da aslı ayrandır” atasözünü hatırlatır cinsten bir şey olsa gerektir
bu. Bizim medeniyetimizde hatun kişinin yeri ve mâkâmı müstesnâdır; hatun
kişinin zarâfet ve terbiyesi, her türlü medh-ü senânın fevkindedir.
Fazla lâf edip de tekebbür âbidesi olan parti sözcüsü bayanın
kem sözünün hilâfına, Allah’ın Nîsâ Sûre-i Celîlesi ile kıymetlendirdiği ve
Hazreti Peygamber’in (sas) ayaklarının altına Cennet-i Â’lâ’yı münasip gördüğü
bütün analara saygılarımızı ve hürmetlerimizi ifade edelim.
Son sözümüzü, kelâmın en hası, Kur’ân-ı Kerîm’in
hikmetiyle bitirelim…
Yüce
Kitap, Hazreti Peygamber’e sözlü olarak vahyedilmiştir. Kur’ân, sözlü iletişim
dilinin güzel, yumuşak ve kolay bir üslûp temeline dayandırılmasını istemiştir.
Kaba, çirkin ve sert sözlerle kurulan iletişimde başarı sağlanamayacağı gibi,
ulaştırılması istenen mesajın etkili olması da söz konusu değildir.
Bu
yüzden muhatap kim ve anlatılmak istenen ne olursa olsun, sözlü iletişim dili,
gönülleri kazanabilecek nitelik ve güzellikte olmalıdır.
Kur’ân,
insanlarla çeşitli iletişim araçlarıyla irtibat kurmuş ve mesajını iletmiştir.
Rehberi Hakk olanın, menzili açık olur inşâ-Allah.
Vesselâm...