Sosyal medya mı, sosyal fitne mi?

Yüce Kitap, Hazreti Peygamber’e sözlü olarak vahyedilmiştir. Kur’ân, sözlü iletişim dilinin güzel, yumuşak ve kolay bir üslûp temeline dayandırılmasını istemiştir. Kaba, çirkin ve sert sözlerle kurulan iletişimde başarı sağlanamayacağı gibi, ulaştırılması istenen mesajın etkili olması da söz konusu değildir.

CENÂB-I HAKK ruhları yaratıp da “Ben Rabbiniz değil miyim?” mealinde sorduğunda, ruhlar, “Evet, Rabbimizsin” diye cevap verdiler. Bu akit ânına “Elest Meclisi” veya “Bezm-i Elest” denir.

Âdemoğlunun Rabbine verdiği kasemdeki vaadini unutup şeytanî yollara başvurması, günümüzde yaşadığımız beşerî problemlerin ana sebebidir.

Bugün dünya nüfusunun üçte birini teşkil eden ve sayıları 2 milyarı bulan Müslümanların durumu fitne sebebiyle yürekler acısıdır. Kimse onlara itibar etmiyor. Dünya olaylarının çözümünde “Varlıkları yoklukları belli değil” ifadesi, istisnalar dışında, maatteessüf hakikati beyan ediyor.  

İşgal edilen ülke, akıtılan kan, yaşanan coğrafya Müslümanların. Bu kuşatılmışlığın sebebi ise, Müslüman dünyasının ferdî olarak “Müslümanım” demesinin ötesinde, devletlerinin ve idarecilerinin Kur’ân ahkâmına göre hareket etmemeleridir.

Allah (cc) kullarının hâllerini Kur’ân’da tarif etmiş. Fıtrata uygun hareket edenlerin yanında, yaratılış sırrına muhalefet edenlerin olduğu bir zaman diliminde yaşayacağımız/yaşadığımız bu hayatta bunlarla karşılaşıyor, kimi zaman “Eyvahlar olsun!” diyoruz. Bazen de Yaradan’a verdiği nimetlerden ve Rabbine tâbi olan kullarının varlığından dolayı şükrediyoruz.

Hülâsasını yukarıda arz etmeye çalıştığımız şekliyle, Allah (cc) ile kul arasında Bezm-i Elest’ten sonra günümüzde olup bitenlerin âcizane bir özetini yapmak isteriz.

İftira etmenin ve ona ortak olmanın alçak seviyesi

Hayatın bütün kodlarının şifrelerini veren Kur’ân-ı Kerim, Tin Sûre-i Celîlesi’nde, bazı önemli varlıklar üzerine yemin ederek insanın yüksek değerini vurgular. Kötü ahlâkın bu değeri düşürdüğünü de ifade eder. İman edip iyi işler yapanlar övülür, hesap ve cezayı yalan sayanlar kınanır, hüküm verenlerin en üstününün Allah olduğu bildirilir.

Yaşadığımız hayatı zulümlerle çekilmez yapanlar da insandır, hidâyet rehberi Kur’ân’ın kalplere ulaşmasını sağlayan Resûl de. Ancak aradaki fark, âyetlerin sırrında gizlidir. “Ahsen-i takvîm” ifadesi, “Andolsun ki, Biz insanı en güzel şekilde yarattık” (Tîn, 4) mealindeki âyette geçmektedir.

Yaratıkların en mükemmeli olan insandaki güzelliğin kaynağı, bazı âyet ve hadîslerde dile getirildiği üzere, Allah’ın onu “tesviye etmesi”, “Kendi eliyle” yaratıp ruhundan üflemesidir.

Diğer yandaysa, yaratılışta verdiği sözde durmayanların hâlleri anlatılır. Cenâb-ı Hakk, diğer varlıklardan farklı olarak Hazreti Âdem ve onun neslini zıt tecellîlere mazhar kılmıştır. Bunun netîcesinde de insanların, “aşağıların en aşağısı” demek olan “esfel-i sâfilîn” ile yücelerin en yücesi olan “â’lây-ı illiyyîn” arasındaki hak ettikleri bir mevkide bulunmalarını murâd etmiştir. 

Doğru dürüst Müslüman olmak, Yüce Allah’ın emridir. Dürüstlük, fıtrat üzere kalmaktır. Dinin amacı, dürüst insan yetiştirmektir. Bu serzenişimizin biraz yürek yaktığı söylenebilir. Muhasebe-i nefs yaparak söyleyelim, başımıza gelenlerin özeti, inandığımız gibi yaşamayıp, yaşadığımız gibi inanmaya başladığımızın ceremesini çekmektir.
Günümüzde karşılaştığımız, bazen gözümüzü kapatmak zorunda kaldığımız gayr-i ahlâkî oluşumlardan olarak önce şahıslarımızı, sonra Devletimizin bekâsını, sonra da bugün kürre-i arzı ifsada götüren ve adına “sosyal medya” denilen fitne, gönüllerde bıraktığı tahribatın yanında diyalogda edepsizliğe ve nezaketsiz/nobran ifadeye sebep oldu.

Yapmadığı bir şeyden dolayı bir insanın onurunu zedelemek, namusuna dil uzatmak, lekeleyip küçük düşürmek, tek kelime ile Allah’ın lânetlediği belhum adâl hâlidir. Bu, her şeyden önce o insanın Yaratıcısına dil uzatmaktır. Dinin temel hedeflerinden biri olan ırz ve namus dokunulmazlığına saldırıdır.

Namuslu bir kadına dil uzatmak, onun kadınlığını, anneliğini zedelemektir. Böyle bir sataşma, hem o kadını, hem eşini, hem de çocuklarını ve diğer akrabalarını yaralar. Bu yüzden dinimiz iffetli kadınlara zinâ isnat etmeyi, onların namusuna dil uzatmayı en çirkin günahlardan saymış ve böyle bir iftiraya karışanlara yaptırımlar uygulamıştır. Bunları sadece son günlerde gündemdeki bir ailenin yeni doğan küçücük yavrusu için söylemiyoruz. Yalan ve iftiranın bu günlerde âdeta devletler eliyle, hattâ kurumsal kimlikleri olan kimi parti ve dernekler vâsıtasıyla legal gösterilmeye çalışılması ayrıca câlib-i dikkattir.

Dikkatlerden kaçmayan bir başka husus, bu yalan ve iftira kampanyasının milletlerarası bir kirli ittifak tarafından finanse ve yönlendirilmiş olmasıdır. Bu konuların yerli taşeronlarının ve sözcülerinin bunu pervasızca dillendirmeleri, ayrıca araştırılmaya ve kaale alınmaya değerdir.  

Ümmet olarak, millet-i İbrâhim şuurundaki coğrafyamızın neler yapması gerektiğini ifade etmeden evvel bir kıssa arz edeyim... Rehberimiz Peygamberimiz (sas) minberde iken bir adam mescide girdi ve O’nun konuşmasını keserek, “Ey Allah’ın Resûlü! Kıyamet ne zaman kopacak?” diye sordu. Sahâbe, soruyu soran kişiye susmasını işaret ettiyse de o, aynı soruyu üç kez tekrarladı. Efendimiz, namazı kıldırdıktan sonra, “Kıyametin ne zaman kopacağını soran kişi nerede?” dedi. Adam, “Benim Yâ Resûlallah!” diyerek cevap verdi.

Peygamberimiz, “Kıyamet için ne hazırladın?” buyurdu…

İşte bize tavsiye edilen Nebevî öğütten hareketle, “sosyal medya” denilen bu fitne kaynağının arkasındaki muharrik gücün ne olduğunu bilmemiz gerekiyor.

Kullanılan kelâmların, üretilen fitne tohumlarının mâhiyet ve kapasitelerini ölçmeyi, hangi mihrakın yerli, hangisinin beynelmilel olduğunu kavrayacak basiret ve teknik donanıma sahip olmamız lâzım. Yaşadığımız zaman diliminde, genelde dünyada, özelde ülkemizdeki sosyal medya kullanma oranı çift haneli rakamlarda. Müslim de, ateist de o mecrayı kullanıyor. Nitekim, neşter tabibin elinde can kurtarmaya vesîle, kasabın elinde can almaya; bu yüzden kullanım şekli önemli. Zira “sosyal medya” denilen yayın vâsıtasının “esfel-i safilin” derecesindekinin elinde nasıl hayat bulduğu gün gibi ortada.

Müslim’in elindeki sosyal medyadan gelen haberlere karşı takip edeceğimiz yolda ise yine Kur’ân bize rehber olacaktır, olmalıdır:

Ey iman edenler! Bilmeden birilerine zarar verip de sonra yaptığınıza pişman olmamanız için, yoldan çıkmışın biri size bir haber getirdiğinde doğruluğunu araştırın.” (Hucûrat, 6)

Sosyal medya Müslüman kalmaya engel mi?

Müslümanların hayat rehberi olan Furkan’daki yol ve yordam gayet açık ve net! Başka referanslara gerek yok!

Yüz senedir Ümmet-i İslâm’ın ve mazlum coğrafyaların ümidi olan Türkiye hakkında denenmedik istilâ ve taciz hareketi kalmamıştır. Yirminci yüzyılın başında koskoca Osmanlı Cihan Devleti’ni, kurdukları şer ittifakla tarih sahnesinden çektiren müstevliler, içimizden de kiralık beyinler ve İslâm’a düşman gönüllüler edindiler. Bizi biz yapan mânevî değerler manzûmesini “lâiklik” adına, “Batıcılık” adına, “demokrasi” adına tahrip ettiler.

Bizdeki Anadolu irfanını, zarâfet, edep ve terbiyeyi mârifetsizler yüzünden kalplere hapsettiler. İsimleri bizden  olup yaşadıkları Frenk mukallidi hayatla başkaları adına konuşanlar, önce dilimizin âdâb ve terbiye ölçüsünü bozdular. Merhamet ve gönül dünyamızın zenginliklerini Devlet mekanizmasından tard ettiler.

Velhasılı, hayr adına sanatta, estetikte, zarâfette, mimaride kendimize yabancılaşmaya başladık. Bu hain eller önce aile kurumumuza, sonra dilimize ve dinimize içteki satılık beyinleri de kullanarak fitne fesadı sızdırdılar. Bu durumu âdeta hayat hâline getirdiler.

Özellikle son yıllarda bazı parti genel başkanlarının yalanı ve iftirayı mubah saymaları, bazı parti sözcülerinin devlet başkanlarına, millî kuruluşlara ve kadim tarihimize bühtan etmeleri sıradan bir vaka hâlini aldı. En son, bir partinin hanım sözcüsünün basına yansıyan edep dışı konuşması, bırakın hemcinslerini, her aklı başındaki insanı utandıran bir konuşma!

Asil azmaz, bal kokmaz; kokarsa yağ kokar, onun da aslı ayrandır” atasözünü hatırlatır cinsten bir şey olsa gerektir bu. Bizim medeniyetimizde hatun kişinin yeri ve mâkâmı müstesnâdır; hatun kişinin zarâfet ve terbiyesi, her türlü medh-ü senânın fevkindedir.

Fazla lâf edip de tekebbür âbidesi olan parti sözcüsü bayanın kem sözünün hilâfına, Allah’ın Nîsâ Sûre-i Celîlesi ile kıymetlendirdiği ve Hazreti Peygamber’in (sas) ayaklarının altına Cennet-i Â’lâ’yı münasip gördüğü bütün analara saygılarımızı ve hürmetlerimizi ifade edelim.

Son sözümüzü, kelâmın en hası, Kur’ân-ı Kerîm’in hikmetiyle bitirelim…

Yüce Kitap, Hazreti Peygamber’e sözlü olarak vahyedilmiştir. Kur’ân, sözlü iletişim dilinin güzel, yumuşak ve kolay bir üslûp temeline dayandırılmasını istemiştir. Kaba, çirkin ve sert sözlerle kurulan iletişimde başarı sağlanamayacağı gibi, ulaştırılması istenen mesajın etkili olması da söz konusu değildir.

Bu yüzden muhatap kim ve anlatılmak istenen ne olursa olsun, sözlü iletişim dili, gönülleri kazanabilecek nitelik ve güzellikte olmalıdır.

Kur’ân, insanlarla çeşitli iletişim araçlarıyla irtibat kurmuş ve mesajını iletmiştir. Rehberi Hakk olanın, menzili açık olur inşâ-Allah.

Vesselâm...