Sosyal değişme ve şehirleşme olgusu

İşte iç ve dış göçler, zaman içerisinde bütün bu olumsuzlukları ve sosyal hastalıkları bu güzelim târihî şehirlere taşıyarak bu şehirlerin sosyal dokusunu ve kültürel yapısını bozmakla kalmamış, aynı zamanda şehir mimarisini de altüst ederek tahrip etmiştir. Dolayısıyla medenî anlamda bir şehirleşme olgusunun yerini bedevî anlamda bir şehirleşme olgusu almıştır.

70’li yıllara gelinceye kadar ülkemizin neredeyse yüzde 80’i köylerde ve kırsal kesimlerde, yüzde 20’si de şehirlerde yaşardı. Köylerin ekseriyetinde elektrik dahi yoktu. Televizyon 1960’lı yılların sonlarına doğru -lokal olarak Ankara’da- ancak yayına başlayabildi. Birden fazla kanal yayını ve renkli televizyonlara geçiş ise 80’li yılların ortalarında gerçekleşti. Okuma yazma oranı oldukça düşüktü. Dolayısıyla sosyal değişim ve dönüşüm pek kolay olmuyordu.

80’li yılların ortalarından itibaren başlatılan kalkınma hamleleri ve telekomünikasyon alanında yapılan hizmetlerle birlikte, aynı zamanda televizyon kanallarının da çoğalmasıyla toplumsal yapıda önemli değişim ve dönüşümler yaşanmaya başladı.

Hele de 90’lı yılların başlarında hayatımıza giren internet ve cep telefonları bu değişim ve dönüşümü oldukça hızlandırdı.

2000’li yılların başlarından günümüze gelinceye kadar ülkemizde yapılan imar faaliyetleriyle birlikte modern yolların, köprülerin, tünellerin, havalimanlarının inşâsı, neredeyse her vilâyete yapılan havaalanları ve üniversitelerin açılması, her köye ve kırsal kesime elektrik götürülmesi, iletişimde ve ulaşımdaki kolaylıklar (uçaklar ve hızlı trenler vasıtasıyla yapılan seyahatler), eğitime olan talebin artması ve okullaşma oranlarının yükselmesi gibi parametreler toplumsal yapıdaki değişmeyi çok önemli derecede etkiledi.

Bütün bu parametreler içerideki mobiliteyi (hareketliliği) tetiklediği gibi, yakın çevremizde cereyan eden savaşlar ve iç çatışmalar sebebiyle yerinden yurdundan olan insanlar göçler yoluyla ülkemize sığındılar ve bunlar da demografik yapıyı etkileyerek sosyal değişmeyi hızlandırdılar.

Bu iç ve dış göçler, İstanbul gibi bazı büyük şehirlerimizin sosyal dokusunu etkilediği gibi, Anadolu’daki birçok şehrimizin sosyal hayatını da etkileyip değiştirmeye başladı.

Gerek iç, gerekse dış göçler vasıtasıyla mobil olan bu insanlar, büyük ve orta ölçekli şehirlerde kendi gettolarını ve kendi mahallelerini oluşturmaya başladılar. Bu oluşum ve değişim sürecinde çok tabiî olarak sosyo-kültürel özelliklerini ve yaşam tarzlarını da buralara taşıdılar.

Zâten medenîleşme süreçlerini tamamlayamayan bu toplum ve bu topluluklar eğitim, kültür ve ekonomik göstergeler itibariyle yeterli seviyede olmayınca, gittikleri yerlere her türlü sosyal sorunu ve olumsuzlukları da beraberlerinde götürdüler.

İstanbul gibi büyük şehirler ile iç ve dış göç alan şehirlerin varoşları, mahalleleri ve gettolarına bakıldığı zaman, gün geçmiyor ki cinâyet, silahlı çatışma, gasb, kavga, hırsızlık, tâciz, tecâvüz, intihar gibi “anomi” dediğimiz sosyal hastalıklar ve ahlâksızlıklar yaşanmamış olsun.

Esenyurt, Esenler, Ümraniye, Sultanbeyli, Gaziosmanpaşa, Bayrampaşa, Dudullu, Fikirtepe, Gülsuyu, Kuştepe, Kurtuluş, Tarlabaşı, Gazi Mahallesi gibi kenar mahalle ve semtlerden bu tip haberler her gün televizyon ekranlarına konu olarak yansımaktadır ne yazık ki! 

Bu tür semtlerde yaşayan insanların davranışlarına, sosyal ilişkilerine, kültürel özelliklerine, konuştukları dil ve şivelere bir bakın, sosyo-kültürel yapının ve eğitimsel seviyenin hangi düzeyde olduğunu rahatlıkla görebilir ve anlayabilirsiniz.

İşte iç ve dış göçler, zaman içerisinde bütün bu olumsuzlukları ve sosyal hastalıkları bu güzelim târihî şehirlere taşıyarak bu şehirlerin sosyal dokusunu ve kültürel yapısını bozmakla kalmamış, aynı zamanda şehir mimarisini de altüst ederek tahrip etmiştir. Dolayısıyla medenî anlamda bir şehirleşme olgusunun yerini bedevî anlamda bir şehirleşme olgusu almıştır. Yâni sosyal kaosun, kültürsüzlüğün, kuralsızlığın, anominin, kriminal davranışların, her türlü ahlâksızlığın hâkim olduğu bir şehirleşme olgusu…

Tabiî ki sosyal değişim ve dönüşümün çok çeşitli sebepleri vardır. Bunlar arasında iç ve dış göçleri, tabiî âfetleri, ekonomik yetersizlikleri, istihdam sorunlarını, eğitime olan talebin yükselmesini, modernleşmenin artmasını, iletişim ve ulaşımdaki kolaylıkları, köy ve kırsal kesimlerde yaşanan sıkıntılara karşılık şehirlerdeki yaşamın daha kolay ve konforlu hâle gelmesini, feodal yapının gittikçe çökmesi ve çözülmesini sayabiliriz.

Ayrıca Devlet’in uyguladığı yanlış ve yetersiz tarım ve hayvancılık politikaları ile vatandaşı köylerde tutacak kırsal kalkınma projelerinin yeterli derecede olmaması, bütün bu handikapları beraberinde getirmeye yetmiştir.

Bunun yanında, şehirlerin rant mekânları olarak görülmesi, doğru dürüst şehircilik plânlamalarının olmaması, isteyenin bir yolunu bulup istediği boyutlarda devasa apartman, iş yeri ve AVM’ler yapması, fabrikaların atıklarını hovardaca ve hunharca derelere, ırmaklara ve denizlere boşaltması, Devlet’in ve yerel yönetimlerin de buna çanak tutması, göz yumması ya da yeterli denetimi yapmaması yüzünden medenî habitatlar olması gereken şehirler, ne yazık ki artık yaşanamaz hâle gelen, hantal, kalabalık, estetik duygu ve görünümden uzak birer insan ve beton yığını hâline dönüşmüştür.

Tabiî güzellikleri bol, târihî zenginlikleri çok ve üç tarafı denizlerle çevrilmiş olan bu güzel ülkemin bütün bu çirkinlikleri ve bedevî insan davranışlarını hak etmediğini üzülerek söylemek durumundayım.

“Zararın neresinden dönülürse kârdır” anlayışıyla ve “bir daha bu çirkinliklere fırsat verilmemelidir” temennisiyle, Devlet’in de üzerine düşen görevi geciktirmeden bihakkın yapması dileğiyle, aynı zamanda insanların da bedevî davranışlardan kurtulup bir an önce medenîleşme sürecine girmeleri ricasıyla, bu güzel ülkemin güzel insanlarını cân ü gönülden selâmlıyorum…