
SOSYAL temsiller, topluluklar tarafından ortak olarak paylaşılan idea, düşünce, imgelem, inanç ve bilgi olarak tanımlanır. Sosyal gerçekliğin birçok yönünü adlandırmaya yarayan ve çevre ile olan ilişkilerin anlaşılmasını kolaylaştıran temsiller de kişiler arasındaki iletişimlere dayanmaktadır. Bunlar toplum tarafından üretilirler ve toplumsal iletişim vasıtalarıyla ortak bilincin parçalarını oluştururlar. Gündelik yaşam deneyimlerinin doğal akışı içinde ortaya çıkarlar. Bu nedenle sosyal temsiller, toplum barışı ve dinamikleri için oldukça önemlidir.
Sosyal temsiller kuramı, modern toplumlardaki psikososyal fenomenlerin incelenmesinde kullanılan kavramların ve ideaların bir tür çatısı durumundadır. Sosyal temsiller yaklaşımı bu sosyal-psikolojik fenomenlerin tarih, kültür, ekonomi gibi makro sistemler içerisinde gömülü olduğunu, özne ve nesnenin birbirinden ayrışık olmadığını varsayarak sosyal psikolojide yaygınlıkla kullanılan teorilerin ve yaklaşımların bireysellik üzerine kurulu yöntemsel kısıtlamalarını ortadan kaldırabilir. Sosyal temsiller nesnel bir bağlam içinde özneler arası etkileşimler yoluyla anlam ve işlev kazanır. Önceden belirlenmiş nesnel bir gerçekliğin olmadığını, aksine gerçekliğin tarihsel, sosyal, ideolojik bağlam içinde mükerrer tezahürleri ve yorumlanması ile başı-sonu olmayan bir şekilde inşâ edilmesini sağlar.
Savaş ve barış kavramları daha çok sosyal temsiller boyutunda ele alınmalıdır
Sosyal temsil süreçleri, konunun tehdit edici ya da tartışmalı olduğu durumlarda daha işlevsel ve erişilebilir hâle gelir. “Barış” ve “savaş”, özelikle insanî krizlerin yaşandığı dönemlerde dost, düşman, saldırgan ve savunmacı gibi rol temsillerinin yeniden ele alınması sebebiyle farklı bir bağlam içinde sahnelenen sosyal temsillere dönüşür. Bu açıdan savaş ve barış bağımsız değişkenler değil bağımlı değişkenlerdir. Aktörlerin ve rollerin yeniden karıldığı bir bağlamda savaş ve barış eski bağlamlardan ve temsillerden tam bir kopuş gerçekleşmeden yeniden kurgulanan ve anlamlı hâle gelen bir “olaylar” hâlidir. Bu nedenle savaş ve barış kavramları daha çok sosyal temsiller boyutunda ele alınmalıdır.
Barış kavramı, kişilerarası, gruplararası ve uluslararası iletişimde ve dünya üzerindeki savaşa ve çatışmalara karşı hareket eden kitleler tarafından sıklıkla kullanılan anlamlı ve bağlamsal bir temsildir. Barış farklı temsilleriyle örneğin kişinin kendisiyle barışık olması ve küresel barış gibi yeri geldiğinde bir fiil, bir karakter ve bir değer olabileceği gibi belli bir iktidar söylemi içinde güçlünün zayıfa müstahak gördüğü şiddetlerin adı bile olabilmektedir. Barış içinde huzurlu bir yaşam sürmek her ne kadar hem bireyler hem de toplumlar için elzem bir değere sahip olsa da barıştan ne anlaşıldığı kültürel, tarihsel, politik ve ideolojik bağlamlara göre değişkenlik gösterebilmektedir. Sosyal temsiller yaklaşımı sözü edilen bağlamlar arasındaki ilişkilerden doğan anlamların incelenmesine de olanak sunmaktadır.
Barış yapma, dönemsel ve bölgeseldir. Öte yandan barış kurma, toplumsal adaletin sağlanması ve uzun döneme yayılmış yapısal eşitsizliklerin giderilmesini amaçlar. Sürdürülebilir barış için kültürel, politik ve ekonomik dönüşümlerin sağlanması ana hedeflerdir.
Farklı, aşina olunmayan şeyler aynı zamanda bireyleri psikolojik anlamda tehdit eden şeylerdir
Sosyal temsiller yabancı olanı, rahatsız edeni ve anlaşılmaz olanı bilindik ve tanıdık hâle getirmek için önemlidir. Gerçek sosyal temsiller iki aşamalı bir süreç içermektedir: Demir atma ve nesneleştirme… Demir atma, yeni bir şeyin daha önceden, büyük ihtimalle çağrışım veya benzeştirme yoluyla- zihinsel sistem içerisinde var olan başka bir şeyin halesi veya içerisinde konumlanmasıdır. Yeni, yabancı, garip fikirlerin, nesnelerin ya da olayların tanıdık bir bağlam ya da kategori içerisinde yeniden düzenlenmesi sağlanır. Nesneleştirme ise demir atma ile bu yeni objeleri sembolik bir özgüllüğe kavuşturarak nesnelleşmesini sağlar. Diğer bir deyişle, soyut bir kavram, idea ya da imajın dilin işlevi ile daha somut ve nesnel bir “şey” veya şeyler hâline gelmesidir. Farklı, aşina olunmayan şeyler aynı zamanda bireyleri psikolojik anlamda tehdit eden şeylerdir. Bu şekilde toplumun psikolojik gerginlikten kurtulma yolu açılmış olur. Sosyal temsillere bu sembolik yaklaşımla barış süreci ivmelendirilebilir.
Sosyal temsiller grup üyeleri arasındaki ilişkilere bağlı olarak “sosyal” görünme olgusu eksenlerinde toplumda takip edilen birçok farklı yaklaşımlar vardır. Ama bunlar daha çok parti, şehir, aşiret, ırk gibi bir üst yapı içinde ortaya çıkar ve bireyler arasında sıkça konuşulur. Bu tür temsiller toplumun diğer fertlerini baskılayabilir ve toplumsal barışı sekteye uğratabilir. Bu hegemonik temsiller tüm sembolik ya da duyuşsal pratiklerle birlikte kullanılır. Bunlar tek tip, homojen ve kalıcıdır.
Diğer gruptaki temsiller ise birbirlerine göreceli yaklaşan ve iş ya da meslek gereği yakın temas içerisinde olan alt grupların etkileşimleri olarak görülür. Her alt grup çerçevesinde kendine özgü temsiller üretir ve diğer gruplarla paylaşır. Grup düzeyinde ortak adlandırılan bu tür temsiller özerk, gruba özgü, eşgüdümlü özelliklere sahiptirler. Bir başka grupta ise toplumsal çatışmalar, anlaşmazlıklar ve muhalefet sırasında ortaya çıkan, toplumun bütününde ortak olarak görülmeyen münakaşalı temsillerdir. Sosyal ve politik hedeflerin gerçekleştirilmesinde bu tür temsiller bir tür sistemi meşrulaştırma işlevi görür.
Bu bağlamda ortak üretilen temsiller aracılığıyla grup aktivitelerinin koordine edildiği ve bireyler arasındaki iş birliğinin kolaylaştığı düşünülebilir. Toplumsal olarak paylaşılan temsiller sayesinde ortak bir hedef için kitlesel olarak hareket etmek mümkün olur. Grup ya da toplumla beraber hareket etmek için topluluklar kültürlerine uygun kurumlar oluşturur, ortak normlar geliştirir ve ortak kuralları takip ederek inanç sistemlerini oluştururlar.
Lübnan-İsrail barışı, negatif barış için iyi bir örnektir
Barış psikolojisi, daha çok şiddetin sergilenmesine yol açan zihinsel süreçler ve davranışlardan bireyi ve toplumu uzaklaştırabilmek için elzem bir ruh hâlidir. Şiddetin önlemesi ve şiddetsizlik idealine ulaşmak, herkes için adaletli, saygın ve onurlu bir yaşamın inşâ edilmesi önemli bir bilinç ve hedeftir. Her ne kadar toplumlar ve yönetimler şiddet, saldırganlık, önyargı, ayrımcılık gibi meselelerle uzun süredir görev bilinci sergiliyor olsalar da şiddetsizlik bağlamında barış psikolojisi, silahsızlanma ve çatışma çözümünü kapsayan her alanda hâkim olması yegâne huzur yoludur. Sıcak savaşların sonrasında her toplumdan yükselen sesler ahlâkî vicdan sesine dönüşerek dalgalanmaya başlamış ve dünyanın her yerinde savaş karşıtları seslerini olabildiği kadar yükselterek yönetimleri etkilemeye çalışmışlardır. Bu çığlıklar daha sonraki yılarda barış gruplarının ve barış elçiliklerinin oluşumuna önayak olmuştur.
Çünkü dünya üzerinde kitleleri etkileyen kaoslar ve çatışmalar, yasadışı ayrılıkçı oluşumların, bağımsızlık savaşların, sivil savaşların sıklıkla gündeme gelmesini ve uluslararası savaşların yerini etnik, dinî, kültürel, politik iç çatışmaların almasını tetiklemiştir. Son yıllarda barış psikolojisi disiplinler arası çalışmaların konusu hâline de gelmiştir. Yapılan çalışmalar ile makro boyutta olaylar analiz edilerek barış psikolojisine katkı sağlanmıştır. Böylece toplumsal bir bilinç oluşturulmuş, coğrafî ve tarihsel bağlama duyulan ilgi artırılmış, barış ve şiddetin türleri ve anlamları çalışılarak daha fazla ayrıştırılmış toplumların oluşmamasına katkı sunulmaya çalışılmıştır. Bilimsel bir bakışla şiddet ve barışın doğasına sistemik bir bakış açısı kazandırılmış, toplumsal barışa katkı sunulmuştur.
Barış kavramına kapsamlı ve çok yönlü bakışın geliştirilmesinde pozitif barış ve negatif barış ayrımı önemli yer tutar. Güncel olması bakımından Lübnan-İsrail barışı tam da bir negatif barış için iyi bir örnektir. Ama Azerbaycan ve Ermenistan barışı pozitif barış psikolojisini yansıtmaktadır. Psikologlara göre ise, bireylere her şekilde zarar verme anlamına gelen aleni şiddetin ortadan kaldırılması negatif barış, yoksulluk, doğanın sistematik bir şekilde tahrip edilmesi, orantısız gelir dağılımı, tehlikeli çalışma koşulları, cinsiyetçilik, ırkçılık ve ayrımcılık gibi çeşitli kronik formları içeren yapısal şiddetin ortadan kaldırılması ise pozitif barıştır.
Sürdürülebilir barış için kültürel, politik ve ekonomik dönüşümlerin sağlanması ana hedeflerdir
Kısacası, bir kültürde tam anlamıyla barıştan söz edebilmek için şiddet olasılığının azaltıldığı her türlü olumlu toplumsal koşulun yaratılması gerekir. Bu anlamıyla aleni şiddetin ortadan kaldırılması olarak negatif barış ve yapısal şiddetin ortadan kaldırılması olarak pozitif barış kalıcı barış için veya barış inşâ sürecinin iç içe geçmiş birbirini destekleyici iki boyutu olarak düşünülebilir. Çünkü aleni şiddet yapısal şiddete, yapısal şiddet de aleni şiddete yol açabilir.
Barış ortamının sağlanması ve sürdürülmesine ilişkin geliştirilen diğer kavramlar ise barış yapma ve barışı kurma kavramlarıdır. Barış yapma, aleni şiddetin yoğunluğunu ve sıklığını azaltmayı hedeflemektedir. Çatışmanın önlenmesi için taraflar arasındaki diyalogun ve karşılıklı anlayış/ güvenin sağlanması, tarafsız aktörlerin arabuluculuk yapması ve sürecin sonunda her iki tarafın da şiddetin durdurulmasından fayda sağladığı ortamın oluşturulması önemlidir. Barış yapma, dönemsel ve bölgeseldir. Öte yandan barış kurma, toplumsal adaletin sağlanması ve uzun döneme yayılmış yapısal eşitsizliklerin giderilmesini amaçlar. Sürdürülebilir barış için kültürel, politik ve ekonomik dönüşümlerin sağlanması ana hedeflerdir.
Ancak barışı kurmak ve sürdürmek statik kavramlar değildir. Barış sürecinin nasıl ilerlediği gruplararası ilişkilerin tarihi, sosyo-politik iklim, ekonomik koşullar, dış grupların barışın sağlanmasına ilişkin tutumları gibi arka plan özelliklerine; kurumlar, aile ve doğrudan temas aracılığıyla aktarılan değerler ve anlatılara; bireylerin sahip olduğu özelliklere bağlı olarak değişir.