Sorumsuzluk günahı

Herkesin ferdi yaşantımızda yadsınamaz bir yeri vardır. Anne-baba olmanın yükümlülükleri evlat sıfatıyla da devam eder. Komşuluk hakkı ve akrabalık ilişkilerindeki hassasiyet de ayrı bir ehemmiyet taşır. Bize göre camımıza konan güvercinden yoldan geçen kediye kadar sorumluluk dairemizdedir. Ben diye yaşayıp giden kimse sorumlulukları göz ardı etmenin günahından kendini sıyıramaz.

BİRİ “modern çağ” mı demişti?

Ne zaman dilimize dolandı bu tamlama, ondan beri herkes bireysel yaşam sahteliğinin kurbanı oldu. “İnsan bireydir” kalıbı çok başka yaşam biçimlerine teşvik etti dünyayı. Elbette her insan bir varlıktır ve herkesin özne olarak değeri vardır. Fakat biz bu sıfatların kişiyi aileden, toplumdan ve millî birlikten ayrıştırma anlamıyla kullanıldığını çok iyi biliyoruz. Bireyi bütün ait olduğu değerler içinden kerpetenle söküp alıyor, tekil bir unsur kıymetinde yeni hayatına bırakıyorlar. Sonra bir bakıyoruz, evlerin içinde birey birey varlıklar geziniyor. Hani en çok birliğin ve biz olmanın kıymetini göreceğimiz o evler, pansiyon karakterli yaşam alanlarına benzetiliyor.

Modern çağın modern insanı ne yapıyor?

Akraba, esnaf ve toplum birliğini bir kenara bırakalım, toplumun atom çekirdeği olan aile içinde başlıyor bu bireysellik. Herkes kendince özgür alanlar talep ediyor. Bu özgür alanlarda her aile bireyi farklı bir dünya görüşü ve yaşam stili oluşturuyor. Bu tutum, zaman içinde kişilerin birbirlerine olan sorumluluklarını zedelediği gibi, toplumsal vazifeleri de unutturuyor. Daha aynı çatı altında aynı kandan olduğu insanlara sorumluluk duymayan kişinin toplumda ve millî duruşta beklentiyi karşılaması da ütopik oluyor.

Zaten “modern çağ” kavramıyla hedeflenen bu; aile yapısını yerle bir etmek. Sadece teknolojinin ve bilimsel gelişmenin vardığı irtifayı anlatmakta kullanılmıyor bu süslü sıfatlar. Kisvesi elbette hazır. İnsana ve toplumlara daha yüksek standartlı ve bilimsel gelişmenin öngördüğü yüksek refah seviyesinde bir ömür vaat eden tüm modern tanımlamalar, özünde ailenin köküne dinamit döşeme gayesini taşıyor.

İnsan bireysel ve tekil bir yaşam algısında ne kaybediyor?

Evvelâ içsel çöküşle başlayan ve gitgide büyüyen bir kayıp süreci var. Çünkü “biz” âlemine gönderilmiş insanın “ben” duygusunda manevî bir tatmine ulaşması mümkün değil. Ayrıca sorumlu olduğu kişilere yeterli gayreti göstermeyen herkes zamanla aynı yetersiz karşılığı gördüğünden, sevgi ve bağlılık gibi değerler de tüketiliyor. Aynı evin içinde mutsuz, içe dönük, bireyci ve güven duygusundan yoksun insanlar var ediliyor.

Çok hazin bir durum bu! Gitgide “biz” kavramının beslediği millî ve dinî hassasiyetlerin de silikleştiğini görmek mümkün. Çünkü evvelâ İslâm insanı her an anne-babasına, kardeşine, dostuna, akrabasına ve komşusuna bir rikkate davet eder. Sadece belli ibadetleri yerine getirmekten ibaret değildir din. Bir yandan da toplumsal dengeyi, aile saadetini ve kul hakkını dengelemek üzere kusursuz bir sisteme uymaya çağırır insanı.

Herkesin “bir”ey olarak programlandığı bu yeni çağda, eşlerin de arasına sıradağlar diziliyor. Kadın ve erkeğin çalışmasıyla başlıyor bireyin gücü. Buraya kadar tabiî ihtiyaçlar kategorisinde değerlendirmek mümkün elbette. Ama kazanılanın harcama yöntemleri de farklılık arz ediyor. Ve işler tam da burada alarm vermeye başlıyor. Herkes kendi varlığını desteklemek için çalışmaya başlayınca ortak payda çocuklar da bu zihniyete göre şekillendiriliyor.  Bundan sonra kim “bir başkası” olarak gördüğü aile fertlerine karşı sorumlulukları akla getirir ki? Herkes “ben” duygusunu besleme derdinde. Daha da vahimi, kişi ailesini ve vatanını muhafaza etme duygusundan, ailesine ve vatanına karşı kendisini muhafaza etme içgüdüsüne evriliyor.

Modernizm masalıyla uyutuyorlar insanları. Fakat biz bilmeliydik ki, insan “kul” olma sıfatıyla etkileşim içinde bulunduğu herkese karşı birtakım görev ve sorumluluklar taşıyor. Çünkü İslâm bize “biz” olduğumuzu sürekli vurgular. Herkesin ferdi yaşantımızda yadsınamaz bir yeri vardır. Anne-baba olmanın yükümlülükleri evlat sıfatıyla da devam eder. Komşuluk hakkı ve akrabalık ilişkilerindeki hassasiyet de ayrı bir ehemmiyet taşır. Bize göre camımıza konan güvercinden yoldan geçen kediye kadar sorumluluk dairemizdedir. Ben diye yaşayıp giden kimse sorumlulukları göz ardı etmenin günahından kendini sıyıramaz.