Sorular, sorular, sorular

Aklımızı da, gönlümüzü de sürekli diri tutacağız demek ki. Demek ki “insan sayısı”yla bir şeyin doğruluk derecesi doğru orantılı değilmiş. Demek ki sorularımızı sormaya devam etmeliymişiz. Demek ki imtiyaz isteyen, başkalarının hukukunu gözetmeyen din uygulamalarının semtine bile uğramamak gerekiyormuş. Demek ki her türlü hileye, üçkâğıda karşı uyanık olmak gerekiyormuş. Demek ki süreçleri zaman zaman test etmek, denetlemek gerekiyormuş.

HANİ bir şarkı var ya “Bize neler oluyor gülüm?” diye, aklıma geldi. Bunun üzerinden bir hatırlatma yapayım: “Allah korkusu, insanın en güçlü denetçisidir” ve “Allah korkusu olandan zarar gelmez” şeklinde iki cümle öğrenmiştik biz. Peki, kimde Allah korkusu vardır? Alnı secdeye gelende… Son yaşadıklarımızsa bu “alnı secdeye gelenleri” düşündürüyor. Irak’ta, Pakistan’da alnı secdeye gelip de bin bir türlü kumpas içinde ölenleri duyuyorum. Alınlarını şovla secdeye götürüp alavere dalavere içinde olanları, binlerce kat hayat gayesi Allah rızası olanları düşündükçe “Hamdolsun!” diyorum…

15 Temmuz kanlı darbe teşebbüsünün karşısında, her kesimin bir ve beraberce duruşunu görünce, can verenleri, yaralananları, pek zor şartlardaki sokakları düşününce, “Hayat nedir? Ne için nelerden vazgeçilebilir?” diye sormaktan da kendimi alamıyorum. Öğrendiklerimse yaşadıklarım. Evet, şarkı böyle: “Bize neler oluyor gülüm?” Ah, ah!

Binlerce yıl öncesinde de, bugün de ve binlerce yıl sonrasında da geçerli olan doğrular yok mu acaba? “Gerçekler kişiye göre değişir”, “Birden fazla doğru vardır” gibi ifadeler, ne yalan söyleyeyim, beni tatmin etmiyorlar. Kur’an’dan her bir sûre veya bir sûrenin bir bölümü dahi okunduktan sonra “Sadak Allahu’l-Azim” denmiyor mu? “Cenab-ı Hakk doğruyu söyledi” ise başka yere niye bakıyoruz? Bu durumda “Birden fazla doğru vardır” diyebilir misiniz? Ya “Aynı anda birkaç doğru söylüyor” yahut “Birden fazla tanrı var ve her tanrıya göre ayrı ayrı doğrular var” şeklindeki bir yorum Müslümana göre mümkün mü? Elbette değil!

Madem doğru “bir” ise, neden bu Müslümanların farklı farklı doğruları var? Doğruları öyle farklı ki, birbirlerini öldürmelerine gerekçe bile olabiliyor. O hâlde ideal bir Müslüman kimdir veya ben nasıl öyle bir Müslüman olabilirim?

Kur’an’ı, hadisleri okuyarak doğru Müslüman olmaya çalışıyoruz. Lâkin kafamıza takılan bir şey oluyor, “Soralım”, “Danışalım” diyoruz, sen misin bunu diyen? O kişinin ilminin doğruluğunu bilememekten başlayarak, niyetini de bilemediğimize kadar birçok belirsizlikle karşılaşıyoruz. Sonra alıp bizi götürüyor bilinmezliklerin derinliklerine. Peşine takılan bir kişi olsa, sorun yok! Onun doğru yaptığına/dediğine ve doğru niyetli olduğuna o kadar çok insan dili, hâli ve kalbiyle referans oluyor ki, “Bu kadar insan da yanlış yapacak değil ya?!” demekten kendinizi alamıyorsunuz.

Sonra “o grubun başındakine sadakatten” bahsediyorlar. “Güven!” diyorlar. Bunları mantıklı mantıklı da açıklıyorlar. Bir yerlerden bazı şeyler duyuyor, sormaya kalkıyorsunuz, “Fasıkın getiriği habere inanma!” diyorlar. Doğru da, varsa bir yanlış, ben nasıl fark edeceğim, nasıl anlayacağım? “Soru sorma, bekle bir gün, anlarsın!” diyorlar. Yeri gelip zamanla anladığım da oluyor, fakat zamanını çoktan kaçırdığımız anlamalarımız da mevcut. Şanslıysak, yaşarken istismar edildiğimizi anlıyoruz. Değilsek, Rabbim affetsin! İyi de, biz kime soracağız, kime danışacağız, kimin arkasında namaza duracağız? Yoksa imtihan mı?

Gönlüm istiyor ki, dünyanın herhangi bir yerindeki mazlum insana, din kardeşime yardım edeyim. Gönlüm istiyor ki Rabbimin, O’nun benden istedikleri hakkında bilmediğim kalmasın ve O’nun sevdiği, razı olduğu bir kul olayım, insanlara faydalı olayım. Komşum, arkadaşım ağladığında gözyaşını silen ben olayım. Derdine derman, yarasına merhem olayım. Yolda düşenin kaldıranı, dardakinin, zordakinin elinden tutan olayım. İyi de nasıl? Bunun da demek ki imtihanı var…

Bunlara niyet etmek bir aşama, bunları hayata geçirmekse başka bir aşama olsa gerek. Hayata geçirmek öyle kolay değil. Sen misin dünyanın herhangi bir yerindeki mazluma/din kardeşine bağış yapmak isteyen? İstediğine isteyeceğine pişman ediveriyorlar. Sen misin birilerine yardım etmek, elinden tutmak isteyen? Çatısının altına girdiğin kuruluş, o çatının altında sana yapmadığını bırakmıyor, seni istismar ettikçe ediyor…

Sorular, sorular, sorular… Her şey çocukluğumdaki kadar kolay olaydı, olmaz mıydı? Demek ki olmazmış! Aklımızı da, gönlümüzü de sürekli diri tutacağız demek ki. Demek ki “insan sayısı”yla bir şeyin doğruluk derecesi doğru orantılı değilmiş. Demek ki sorularımızı sormaya devam etmeliymişiz. Demek ki imtiyaz isteyen, başkalarının hukukunu gözetmeyen din uygulamalarının semtine bile uğramamak gerekiyormuş. Demek ki her türlü hileye, üçkâğıda karşı uyanık olmak gerekiyormuş. Demek ki süreçleri zaman zaman test etmek, denetlemek gerekiyormuş.

Yahu Müslümanlık, insanlık, kulluk ne kadar zormuş! Böyle bir hayatın tadına da doyulmazmış. Çünkü bu hayat, sonsuz bir hayat… Bize neler olduğunu anladın mı gülüm?