Sonuna kadar kutuplaşma

Bir tarafta Baydın’ın destekledikleri, bir tarafta yıkmak istedikleri… Bir tarafta askerimizin yurt dışı operasyon yapabilmesi için hazırlanan izin tezkeresine şiddetle karşı çıkanlar, bir tarafta destekleyenler… Daha sayalım mı? Bence bu kadar yeter. Mesele anlaşılmıştır. Kimlerden bahsettiğimiz gayet açık. Bunlarla aynı safta mı olacağız? Mutlaka farklı yerlerde durmalıyız. Durduğumuz yer, ihânet erbâbına ne kadar uzak olursa o kadar iyi!

İNSANLAR geleceği merak ettikleri kadar, geçmişi de kurcalıyorlar.

Küçük çocuk evde annesine “insanların nereden geldiğini” sormuş.

Annesi “bütün insanların Hazreti Âdem ile Havva’dan geldiğini” söyleyince, çocuğun kafası karışmış.

-Az önce babama sordum, maymundan geldiğimizi söyledi.

-Yavrum, o babanın tarafı…

Bir filmde ise şu mealde bir hüküm vardı: “Maymundan gelip gelmediğimiz tartışmalı ama bazılarının maymuna doğru gittiği kesin.”

“Bilim insanı” olarak bilinen kişiler, insan için birbirine benzeyen tespitler yapıyorlar.

“İnsan, konuşabilen tek hayvandır.”

“İnsan, düşünebilen tek hayvandır.”  

Hayvanlık konusunda mutabakat var görünüyor.

Hemen harekete geçelim ve itiraz edelim ama etrafa bakınca, bilim insanlarına hak vermemek mümkün görünmüyor.

Bazılarında ciddi bir hayvanlık olduğu kesin.

*

Nasreddin Hocamız, pazarda bir adamın papağan sattığını görmüş. Üç akçe fiyat, epey yüksek gelmiş. Ne özelliği olduğunu sorunca, “Bu konuşuyor” demiş adam.

Hoca hemen eve gidip bahçesinden bir hindi tutmuş, pazara getirmiş. Müşteri çıkanlardan beş akçe istemiş.

Aşırı pahalı bulmuşlar. Hoca, istediği fiyatın makul olduğunu şöyle izah etmiş: “O papağan konuşuyorsa, bu hindi de düşünüyor.”

Hocamız haklı.

Zira düşünmek, konuşmaktan daha önemli.

Özellikle düşünmeden konuşanları görünce, bu konudaki kanaatimiz perçinleniyor.

Kahvehanenin penceresi önündeki masanın yanında, elini şakağına dayamış ve uzaklara bir yerlere dalıp gitmiş birini gören arkadaşları, “Ne hindi gibi düşünüyorsun?” demezler mi?

Düşünmenin yalnızca insanlara has olduğunu zannetmek ne kadar isabetlidir, bir tartmakta fayda var.

Bir aslan, avını yakalamak için hesap yapıp düşünmüyor mu?

Hocanın hindisi bir yana, yakalanmamak için nerelerden kaçacağını hesap eden ve hemen koşmaya başlayan ceylan, düşünmeden mi hareket ediyor?

Haydi, horozlar sabahleyin güneşin ilk ışıklarını gördüğünde, pek düşünmeden, otomatiğe bağlanmış gibi ötüyor olsun, ya tavuklar? “Onlar etrafında cik cik ederek dolaşan civcivlerini kedilerden korumak için ince ince düşünmüyorlar” diyebilir miyiz?

Fikrimce hayvanlar gayet iyi düşünüyorlar. En azından gerektiği kadar… İnsanların bir kısmı ise onlar kadar düşünmeye yakın değil.

Ağzından çıkan cümleler, kafanın en ücra köşelerinden geçip kontrol merkezine uğramaksızın doğrudan dilden dökülüyorsa, düşünme gibi bir eylemden söz edemeyiz.

*

Buralara nereden geldik?

İyi Partili Lütfü Türkkan’ın şehit yakınına küfretmesi üzerine yaptık bu yolculuğu.

Bir “bilim insanı” çıkıp da diyebilir ki, “İnsan, küfür edebilen bir hayvandır”.

Yanlış olmaz.

Daha isabetlisi, “şehit yakınlarına küfür edebilen bir hayvan” tanımıdır.

Şehit nedir, gazi nedir, Lütfü Efendi ne bilsin!

Bir başkası (yine İyi Partili) çıktı, o şehit için aşağılık bir lâf etti: “O sadece bir çoban…”

Çobandan şehit olmazmış, şehit olmak için asker, polis, doktor ya da öğretmen olmak gerekiyormuş gibi…

Çobanların canı yokmuş, teröristlerin kıydığı can çobana ait değilmiş gibi…

Nedir çobanların şu kendini elit zannedenlerden çektiği?

Kimileri oylarını değersiz görüyor, kimileri canını.

O dümbüklere iki koyun verilse güdüp getiremez, akşam ağıla tek başına dönerler.

Lütfü Efendi küfür ettikten sonra bir şey daha etti: Küfrünü inkâr…

Herhâlde görüntüleri, sesleri kayda alan kameraları unuttu.

Etrafta şahit olanları yok saydı.

Sonra inkâr etmenin yanlışlığını fark etmiş olmalı ki küfrünü kabullendi ve yanlışını düzeltiyor görüntüsü vermek için kısa bir video çekip yayınladı.

Orada da halktan güya özür diliyor ama asıl muhatabı olan küfrettiği şehit yakınından özür dilemiyor.

Pişkinlikten yanmış, kavrulmuş olmalı.

Partisinden bir başkası da o vekilin şehit yakınına küfretmesini “Onurlu bir davranış” olarak tanımlayıp destek çıktı.

Parti misiniz, küfür şebekesi mi belli olmuyor.

Tabiî, destek mâkâmından konuşanlar sadece kendi partisinden değil.

CHP’den de anlamlı destek geldi. Parti adına açıklamalar yapan Faik Öztrak, küfredeni ayıplayacağına, küfretmenin çirkinliğine dikkat çekeceğine, şehit yakınını “provokasyon yapmakla” suçladı.

Asıl provokasyon budur. Böyle konuşmaktır.

Ve bu hareket, o partiye çok yakışmaktadır.

Bizi yanıltmadıkları için tebrik ederiz.

Olay sırasında polisler şehit yakınını kolundan tutup itekleyerek uzaklaştırmaya çalışıyordu. Asıl kolundan bacağından tutulması ve uzaklaştırılması gereken o değil, milletvekili kılıklı küfürbazdı.

*

Kim olursa olsun, birine küfretmek ayıptır, kötüdür, çirkindir.

Şehit yakınına küfretmekse daha ayıptır, daha kötüdür, daha çirkindir.

Aşağılık bir harekettir.

Rezil bir harekettir.

Edepsizliktir.

İtiraz edebilecek biri çıkmaz normal şartlarda. Fakat yukarıda izah ettik kimlerin kabul etmeyeceğini.

Onlar kendilerince düşünedursunlar.

Eğer küfretmek aşağılık, rezil bir hareketse, edepsizlikse, küfreden de aynı sıfatları haizdir.

*

Son zamanlarda kutuplaşmaktan şikâyet cümlelerini sık duyuyoruz.

Manzaraya bakınca, “Sonuna kadar kutuplaşma!” demek geliyor içimden. Desek mi, demesek mi, beraber karar verelim. Yalnız, önce nerelerden söz ettiğimize bakalım.

Kutupları şöyle ayırabiliriz:

Bir tarafta şehit yakınlarına küfredenler, öbür tarafta etmeyenler…

Bir tarafta Mavi Vatan’a karşı çıkanlar, öbür tarafta destekleyenler…

Bir tarafta Suriye, Akdeniz, Libya, Azerbaycan, her neresi olursa olsun “Orada ne işimiz var?” diye itiraz edenler, bir tarafta hepsini destekleyenler…

Bir tarafta Yunanistan ağzıyla konuşanlar, bir tarafta adam gibi kendi ağzıyla konuşanlar…

Bir tarafta Baydın’ın destekledikleri, bir tarafta yıkmak istedikleri…

Bir tarafta askerimizin yurt dışı operasyon yapabilmesi için hazırlanan izin tezkeresine şiddetle karşı çıkanlar, bir tarafta destekleyenler…

Daha sayalım mı?

Bence bu kadar yeter. Mesele anlaşılmıştır. Kimlerden bahsettiğimiz gayet açık.

Bunlarla aynı safta mı olacağız?

Mutlaka farklı yerlerde durmalıyız.

Durduğumuz yer, ihânet erbâbına ne kadar uzak olursa o kadar iyi!

Kazara bile yakın durursak, istikbâlimiz ve istiklâlimiz tehlikeye girer.