İNSANLAR geleceği merak ettikleri kadar, geçmişi de kurcalıyorlar.
Küçük çocuk evde annesine “insanların nereden
geldiğini” sormuş.
Annesi “bütün insanların Hazreti Âdem ile Havva’dan
geldiğini” söyleyince, çocuğun kafası karışmış.
-Az önce babama sordum, maymundan geldiğimizi söyledi.
-Yavrum, o babanın tarafı…
Bir filmde ise şu mealde bir hüküm vardı: “Maymundan
gelip gelmediğimiz tartışmalı ama bazılarının maymuna doğru gittiği kesin.”
“Bilim insanı” olarak bilinen kişiler, insan için
birbirine benzeyen tespitler yapıyorlar.
“İnsan, konuşabilen tek hayvandır.”
“İnsan, düşünebilen tek hayvandır.”
Hayvanlık konusunda mutabakat var görünüyor.
Hemen harekete geçelim ve itiraz edelim ama etrafa
bakınca, bilim insanlarına hak vermemek mümkün görünmüyor.
Bazılarında ciddi bir hayvanlık olduğu kesin.
*
Nasreddin Hocamız, pazarda bir adamın papağan
sattığını görmüş. Üç akçe fiyat, epey yüksek gelmiş. Ne özelliği olduğunu sorunca,
“Bu konuşuyor” demiş adam.
Hoca hemen eve gidip bahçesinden bir hindi tutmuş,
pazara getirmiş. Müşteri çıkanlardan beş akçe istemiş.
Aşırı pahalı bulmuşlar. Hoca, istediği fiyatın makul
olduğunu şöyle izah etmiş: “O papağan konuşuyorsa, bu hindi de düşünüyor.”
Hocamız haklı.
Zira düşünmek, konuşmaktan daha önemli.
Özellikle düşünmeden konuşanları görünce, bu konudaki
kanaatimiz perçinleniyor.
Kahvehanenin penceresi önündeki masanın yanında, elini
şakağına dayamış ve uzaklara bir yerlere dalıp gitmiş birini gören arkadaşları,
“Ne hindi gibi düşünüyorsun?” demezler mi?
Düşünmenin yalnızca insanlara has olduğunu zannetmek
ne kadar isabetlidir, bir tartmakta fayda var.
Bir aslan, avını yakalamak için hesap yapıp düşünmüyor
mu?
Hocanın hindisi bir yana, yakalanmamak için nerelerden
kaçacağını hesap eden ve hemen koşmaya başlayan ceylan, düşünmeden mi hareket
ediyor?
Haydi, horozlar sabahleyin güneşin ilk ışıklarını
gördüğünde, pek düşünmeden, otomatiğe bağlanmış gibi ötüyor olsun, ya tavuklar?
“Onlar etrafında cik cik ederek dolaşan civcivlerini kedilerden korumak için
ince ince düşünmüyorlar” diyebilir miyiz?
Fikrimce hayvanlar gayet iyi düşünüyorlar. En azından
gerektiği kadar… İnsanların bir kısmı ise onlar kadar düşünmeye yakın değil.
Ağzından çıkan cümleler, kafanın en ücra köşelerinden
geçip kontrol merkezine uğramaksızın doğrudan dilden dökülüyorsa, düşünme gibi
bir eylemden söz edemeyiz.
*
Buralara nereden geldik?
İyi Partili Lütfü Türkkan’ın şehit yakınına küfretmesi
üzerine yaptık bu yolculuğu.
Bir “bilim insanı” çıkıp da diyebilir ki, “İnsan,
küfür edebilen bir hayvandır”.
Yanlış olmaz.
Daha isabetlisi, “şehit yakınlarına küfür edebilen bir
hayvan” tanımıdır.
Şehit nedir, gazi nedir, Lütfü Efendi ne bilsin!
Bir başkası (yine İyi Partili) çıktı, o şehit için
aşağılık bir lâf etti: “O sadece bir çoban…”
Çobandan şehit olmazmış, şehit olmak için asker,
polis, doktor ya da öğretmen olmak gerekiyormuş gibi…
Çobanların canı yokmuş, teröristlerin kıydığı can
çobana ait değilmiş gibi…
Nedir çobanların şu kendini elit zannedenlerden
çektiği?
Kimileri oylarını değersiz görüyor, kimileri canını.
O dümbüklere iki koyun verilse güdüp getiremez, akşam
ağıla tek başına dönerler.
Lütfü Efendi küfür ettikten sonra bir şey daha etti:
Küfrünü inkâr…
Herhâlde görüntüleri, sesleri kayda alan kameraları
unuttu.
Etrafta şahit olanları yok saydı.
Sonra inkâr etmenin yanlışlığını fark etmiş olmalı ki
küfrünü kabullendi ve yanlışını düzeltiyor görüntüsü vermek için kısa bir video
çekip yayınladı.
Orada da halktan güya özür diliyor ama asıl muhatabı
olan küfrettiği şehit yakınından özür dilemiyor.
Pişkinlikten yanmış, kavrulmuş olmalı.
Partisinden bir başkası da o vekilin şehit yakınına
küfretmesini “Onurlu bir davranış” olarak tanımlayıp destek çıktı.
Parti misiniz, küfür şebekesi mi belli olmuyor.
Tabiî, destek mâkâmından konuşanlar sadece kendi
partisinden değil.
CHP’den de anlamlı destek geldi. Parti adına
açıklamalar yapan Faik Öztrak, küfredeni ayıplayacağına, küfretmenin
çirkinliğine dikkat çekeceğine, şehit yakınını “provokasyon yapmakla” suçladı.
Asıl provokasyon budur. Böyle konuşmaktır.
Ve bu hareket, o partiye çok yakışmaktadır.
Bizi yanıltmadıkları için tebrik ederiz.
Olay sırasında polisler şehit yakınını kolundan tutup
itekleyerek uzaklaştırmaya çalışıyordu. Asıl kolundan bacağından tutulması ve
uzaklaştırılması gereken o değil, milletvekili kılıklı küfürbazdı.
*
Kim olursa olsun, birine küfretmek ayıptır, kötüdür,
çirkindir.
Şehit yakınına küfretmekse daha ayıptır, daha kötüdür,
daha çirkindir.
Aşağılık bir harekettir.
Rezil bir harekettir.
Edepsizliktir.
İtiraz edebilecek biri çıkmaz normal şartlarda. Fakat
yukarıda izah ettik kimlerin kabul etmeyeceğini.
Onlar kendilerince düşünedursunlar.
Eğer küfretmek aşağılık, rezil bir hareketse,
edepsizlikse, küfreden de aynı sıfatları haizdir.
*
Son zamanlarda kutuplaşmaktan şikâyet cümlelerini sık
duyuyoruz.
Manzaraya bakınca, “Sonuna kadar kutuplaşma!” demek
geliyor içimden. Desek mi, demesek mi, beraber karar verelim. Yalnız, önce
nerelerden söz ettiğimize bakalım.
Kutupları şöyle ayırabiliriz:
Bir tarafta şehit yakınlarına küfredenler, öbür
tarafta etmeyenler…
Bir tarafta Mavi Vatan’a karşı çıkanlar, öbür tarafta
destekleyenler…
Bir tarafta Suriye, Akdeniz, Libya, Azerbaycan, her
neresi olursa olsun “Orada ne işimiz var?” diye itiraz edenler, bir tarafta
hepsini destekleyenler…
Bir tarafta Yunanistan ağzıyla konuşanlar, bir tarafta
adam gibi kendi ağzıyla konuşanlar…
Bir tarafta Baydın’ın destekledikleri, bir tarafta
yıkmak istedikleri…
Bir tarafta askerimizin yurt dışı operasyon
yapabilmesi için hazırlanan izin tezkeresine şiddetle karşı çıkanlar, bir
tarafta destekleyenler…
Daha sayalım mı?
Bence bu kadar yeter. Mesele anlaşılmıştır. Kimlerden
bahsettiğimiz gayet açık.
Bunlarla aynı safta mı olacağız?
Mutlaka farklı yerlerde durmalıyız.
Durduğumuz yer, ihânet erbâbına ne kadar uzak olursa o
kadar iyi!
Kazara bile yakın durursak, istikbâlimiz ve
istiklâlimiz tehlikeye girer.