Sonra yol

Dinlenmenin bizi daha çok yorduğu zamanlar, bedenimiz istirahatte iken, zihnimizin yollarda olmasından kaynaklanıyordur. Kırk yaşın ne ifade ettiğini sorduğum kişilerden birbirine benzer cevaplar aldığımda, onlara bir de yolun sonunda ne bulduklarını sormuştum. Ve yine benzer bir cevap aldım…

BU dünya hayatı, baktığımız pencereye de bağlı olmak suretiyle kişiden kişiye değişkenlik gösteren anlamlar taşır. Gençler için anlam başkayken, orta yaş için bambaşka olabilir. Bu fark, hayata baktığımız pencerelerin sokağın neresini gördüğüyle ilgili olabilir diye düşünüyorum.

Hayatın anlamına yönelik sorgulamalar hepimizin hayatının bir döneminde ciddî mesailer harcadığı yahut mesaisine hâlâ devam ettiği arayışlar olarak karşımıza çıkıyor. Şimdilerde hayatı anlamlandırmak ve bunun yorgunluğunu yaşamak erken yaşlara çekilse de kırk yaş, bu konuda önemli bir zamana tekabül ediyor.

Rasulullah Efendimizin hayatında, nübüvvet gelmeden hemen önceki dönemi incelediğim zaman dikkatimi çeken bir şey oldu: Rasulullah Efendimizin bilinen bir sağlık problemi yok; evli, mutlu, maddî durumu iyi… Görünüşe ve erişebildiğimiz rivayetlere göre her şey yolunda. Fakat sık sık inzivaya çekilmek için şehrin uzağına, bir mağaraya gidiyor. Orada uzun uzun tefekkür ediyor. “Rasulullah Efendimiz ne arıyor?” diye düşünmeden edemiyorum. Bu kırk yaşta ne var?

Çevremdeki kırk yaş üstü insanlara, kırk yaşları hakkında ne söyleyebileceklerini sorduğumda biraz daha zihnim aydınlandı. Genel itibariyle hep aynı şeyleri duydum. Kırk yaşından sonra geçmişe yönelik sorgulamaların yanında yorgunluk artıyor, sakinlik ve sessizlik arayışı başlıyor. “Bugüne kadar neredeydim? Ömrümü nerede geçirdim?” soruları pekişiyor. “Psikolojik bir temeli var mı?” diye baktığımda ise kırk yaşın gerçekten insan için bir dönüm noktası olduğunu gördüm. Rasulullah Efendimiz buyuruyor ki, “İnsanoğluna, ömrünü nerede tükettiği, gençliğini nerede yıprattığı, malını nerede kazanıp nereye harcadığı ve öğrendiği ilimle nasıl amel ettiğinin hesabı sorulacak”. Belki de Allah Rasulü tam da bu hadîsindeki hususları sorgulamaya başlamıştı. Öyleyse insan, dünyaya gelişinin anlamını ve dünyada ne kadar yer kapladığını sorgulamadan göçemeyecek bu dünyadan.

Rasulullah, belki de neyi aradığından habersiz bir şekilde, asıl bulduğunun şokunu yaşıyordu. Çünkü ilk vahiy geldikten sonra rivayetlerden de anlıyoruz ki, bu durum Allah Rasulünün hiç de beklediği bir durum değildi. Koşarak şehre inip “Yaşasın!” dememişti. Arıyordu ve bulmuştu.

Üsve-i Hasene olan Rasulullah Efendimizin hayatından yola çıkarak anladım ki, anlam arayışımız fıtrî bir merak. Öyleyse insan olmak, var olmak, bu dünyaya gelmiş olmak izah bekler…

Ve biz, hayatımızın bir yerlerinde tüm koşuşturmacanın içinden sıyrılıp bu izahı yapmak için yola koyuluyoruz. Son yıllarda insanların daha bireyci davranmalarının temelinde de belki bu izahatın yalnız bulunabileceği fikri vardır. Bazen kırka varmadan, bazen de kırktan sonra çok şiddetli bir şekilde yorgun hissetmek, yalnız kalmayı istemek, belki de bu izahatı tatmin edici şekilde yapamamış olmaktan kaynaklanıyordur, kim bilir?

Dinlenmenin bizi daha çok yorduğu zamanlar, bedenimiz istirahatte iken, zihnimizin yollarda olmasından kaynaklanıyordur. Kırk yaşın ne ifade ettiğini sorduğum kişilerden birbirine benzer cevaplar aldığımda, onlara bir de yolun sonunda ne bulduklarını sormuştum. Ve yine benzer bir cevap aldım. Yolun sonu, “yolun bir sonunun olmadığını anlamakmış”. Yolda olmakmış meğer hayat…

Eğer iman ediyorsak, ahiret inancımız da varsa, “yolun sonu diye bir şey yokmuş”!

Peki, biz bu hayatın neresinde, hangi durağındayız?