YÜREĞİNDE esen fırtınaları
sakin denizlere boşaltmak, kimi zaman içinde yüzdüğü sığ suları açık etmek için
kaleme sarılan yazarlara bol malzeme sunan sonbahar, yavaş yavaş hüzünlü, bir o
kadar da güzel yüzünü gösteriyor.
İçinden
şiir okumak gelenler “Eylül” başlığını seçiyor, yazmak sevdâsına düşenler de
ilhamı yine Eylül’ün kızıl saçlarında arıyor. Haksız da değiller; çoğu ayrılık
Eylül’de olur, sorumluluklar, başlangıçlar, yeni dönem ve eğitim hazırlıkları
hep bu ayda kendini hissettirir. Ciddî kararlar ve hayat muhasebesi bu ayda
verilir. Yazdan kalma rehâvet ve uyuşukluklardan kurtulma bu aylara denk gelir.
İster istemez ayaklarımız bu aylarda yere basmaya başlar.
Hemen
hemen her şairin dizelerine misafir olmuştur kızıl yüzlü hazan yaprakları. Edebiyatın
her alanında kendine yer edinmiştir. En hüzünlü hikâyelerde, romanların
kurgusal zamanları içinde illâ sonbahar mevsiminin kızıllığı vardır; akşama ve
sonbahara vurgu yaparken, en acıklı anları anlatırken gönüller coşup coşup
taşar. Konuk olduğu dizelerde hüznü ve hayatın son demlerini çağrıştırmıştır bu
mevsim. Ağırbaşlılıkla kadere teslimiyet sezilmiştir çoğu sözcüklerde. Hayatın
son demi tefekkür vaktidir; zira gençliğin, hoyratlığın muhasebesi yapılır,
alabildiğine ders çıkarılır geçmişten, yeni nesillerin de aynı hatâları yapmaması
istenir.
Kimi
insan, yapılan hatâlardan zamanı suçlu çıkarır. Başına gelen olaylarda zamanı
sanık sandalyesine oturtur. Zamanın ne kadar acımasız ve hoyrat olduğundan,
dünyanın yalancı ve dönek olduğundan bahsedilir dost sohbetlerinde. “Âhir
zamanda şöyle kötülük olacak, böyle kötülük olacak, hep kötülerin borusu ötecek”
denir de başka bir şey denmez. Hep insanlardan ve kendi nefsimizden bîhaber,
çevreye ve zamana suç isnat ederiz. Suçu meşrulaştırıp gayr-i resmî bir değer
biçeriz kötülüğe. Böylece sorumluluk altına girmemiş oluruz. Öyle ya, biz
insanlar hâriç, dünyada her şey suçludur.
“Dünyanın
çivisi çıkmış”… Şu çıkan çiviyi yerine koyamadık! Aklıselim hiç kimse yok mu
acaba dünyanın çivisini düzeltmeye? Dünyadaki mühendisleri göreve çağırmak lâzım!
İnsanlığın ve üzerinde yaşadığımız dünyanın nizâma ihtiyacı var. Yüz yıllardır
yeni dünya nizâmını dayatmaya çalışan toplum mühendislerinin elinden alalım ne
olur bu işi! Artık biz üstlenelim de yeni düzen; adâlet, hoşgörü ve sevgi
üzerine kurulan bir düzen olsun. Bu düzenin sonu huzur, mutluluk olsun. Gözyaşı
ve zulüm olmasın. Sonbahara yakışan tefekkür ve hüzün elbisesine erdem
elbisesini de giydirelim. İyilik kol gezsin dört bir yanda. Kötülük kendine
barınacak yer bulamasın. Elimizle, dilimizle, tüm benliğimizle kovalım
paçavralar giymiş kötülüğü. Ve onu temsil eden, paçavralar giyinmiş
düzenbazları.
Eylül
ayına ve sonbahara yazılan şiirler hüznü hatırlatmasın artık. Hüzünlerin ve
yıkımların üzerine bir sünger çekilsin. Neden olmasın, neden yüzyıllardır
belleğimize kazınan eşyaya, hayata ve zamana has imgeler değişmesin? Neden hiç
olmayacak hayâller kurmayalım? Belki biz hayâl kurduk, duâ ettik, çabaladık
diye değişir her şey. Belki artık her mevsim ilkbahar gibi yaşanır.
Belki
çok samîmi bir şekilde yürekten istersek, taşın altına elimizi koyarsak
değişimi başlatırız. Sayemizde kötülükler, sararmış solmuş hazan yaprakları
gibi rüzgârın önü sıra uçup gider. Sevgi, duâ, iyilik, adâlet, bilgi ve
tefekkür rüzgârları eser her yerde ve ne kadar cahil varsa toplumda, dönüşüme
uğrar, her nesne payına düşen değişimi yaşar. Dünyanın çehresi değişir. Yepyeni
elbiseler giyinir. Mavi yeşil tonlarda, bulutsu görüntüsüne gökkuşağının her
rengi dâhil olur. İçin için kaynayan yerkürenin çekirdeği bile insafa gelir,
kızgın lavları üzerimize salmak için fırsat kollamaz. Fokurdayıp duruyor
çekirdek şu bizim ıslah olmaz hâllerimize. Sarsıyor bizi arada bir kendimize
gelelim diye.
Bazı
anlarda dünya kararıyor, ansızın karalar bağlayıp hırpani kıyafetler giyinip,
saçını başını dağıtıp gürlüyor. Sinirden saçları diken diken olup bazen alevler
saçarak tüm ormanları yok ediyor, bazen de fırtınalara yol verip önüne geleni savuruyor…
Bu
döngü böyle gitmesin, ilkbaharın tatlı ve ılık havası sarsın her yanı. Dünya
yepyeni, çok güzel elbiseler giyinsin. Hüzün ve hıçkırıkların yerini çocukların
şen kahkahaları alsın. Enkaz altında kalmasın insanlık. Toza dumana bulanmış
masum yüzlü çocuklar, yepyeni elbiselerle dönme dolaba binmiş gibi eğlensin
fırıl fırıl dönen Dünya’da. İstedikleri zaman Ay dedeye el sallayıp “Bana lâstik
pabuç getir” desin. Ambulansa oturup şaşkın şaşkın bakmasın masum çocuklar çevrelerine,
etrafta bombalar patlarken çocukluklarını bırakıp olgunluğa evrilmesinler. Ellerinde
oyuncak diye el bombaları olmasın. İnsanların gün doğumunda ve batımında,
yakamozlar eşliğinde eğlendiği sahil ve plajlara masumların bedenleri vurmasın,
onları askerler kucaklarında taşımasın. “Çok uzak diyarlarda mutlu ülkeler
varmış” masallarıyla botlarla açılmasın denizlere insanlar. Kendi sıcak yuvalarında
kendi yağıyla kavrulup, kendi topraklarını ekip, kendi aşlarını kaynatsınlar.
Hayâlleri kendi vatanlarını süslesin, yurtsuz, vatansız ve köksüz bırakılmasın
sessiz yığınlar!
İnsanlığın
kaderi, sömürgecilik zihniyetiyle kuşanmış, sayısı bir elimizin parmaklarını
geçmeyecek birkaç ülkenin eliyle şekillenmesin. Artık “Dur!” demek lâzım.
Giydiğimiz gaflet elbiselerinden çıkıp, kendimize yepyeni, daha rahat
düşünmemizi sağlayacak kıyafetler diktirmemiz lâzım. Elbisemiz ne dar, ne de
bol olmalı. Dar olursa beynimize kan gitmez, kalbimiz ve vicdanımız zayıflar.
Bol olursa oraya buraya takılır, dikkatimiz dağılır ve vurdumduymazlık
hastalığına tutuluruz. Adamsendecilik gibi insanı için için kurutan hasletler
yakamızı bırakmaz.
Biraz
da eskileri çağrıştıran, köklerimizi hatırlatan giysiler tercih etmeli.
Yüreğimizi sımsıcak tutan yün kumaşların kolları, yakaları, etekleri işlemeli
olmalı. Her bir deseni ayrı bir mânâ vermeli. Her işlemenin vicdanî bir anlamı
ve değeri olmalı. Kıssadan hisse çıkarılan hikâyeleri olmalı. Her ortama göre
farklı ve düzgün kıyafetlerimiz olmalı. Hammaddesi iman, dokuması sevgi,
dikişleri saygı, ütüsü aşk olmalı. Bu yeni elbise, tevazu ile süslenen vitrinlerde
sergilenmeli.
Kibrin
yakıcı ve yalancı ışıltılarıyla parıl parıl parlayan elbiseler aldatmasın
gönülleri. Dünyamızın içine düştüğü buhranlar, güzel elbiseleri kuşanmış
zamanın ve mekânın ötesinden seslenen gönüllerin saçtığı ışıkla son bulacak.
Bu hasletleri taşıyanlar hep kazanacaklar. Tuttuklarını güzelleştirecekler ve hüzünlerin yerini sevinçler alacak, sararan yapraklar yeşerecek. Hazan mevsiminin simgesi olan aylarda kimse ağlamayacak, herkes gülecek.