AŞÇILIĞIYLA ün yapmış yaşlı
bir kadındı. Akşam yemeğine gelecek olan oğlu ve yeni gelini için mutfağına
kapanmış hâlde yemek yapıyordu. Aynı akşam yemeğe eski bir aile dostu da
davetliydi. Sonunda akşam oldu, beklenen misafirler geldi. Hoş beşten sonra hep
beraber sofraya oturduklarında çok şaşırtıcı bir durumla karşılaştılar.
Yaşlı
kadının o gece yaptığı yemekler değme oburların bile iştahını kapatacak kadar
berbattı. Tatlılar çiğ un kokuyordu, patatesler yer yer yanmıştı, köftelerinse
dışı pişmiş, içleri çiğ kalmıştı. Oğlu, yeni gelini ve aile dostu, kadıncağıza
durumu fark ettirmemek için ellerinden geleni yaptılarsa da yemek sırasında pek
iştahlı göründükleri söylenemezdi. Nihâyet yemek bitti ve yeni evli çift,
annelerinin ellerini öperek evlerine gittiler.
Aile
dostları ise biraz daha kaldıktan sonra gitmeyi düşünüyordu. Oğlu ve gelini
gittikten sonra yaşlı kadına, “Senin harika bir aşçı olduğunu herkes gibi ben
de biliyorum” dedi, “Bana söyler misin, bu geceki yemekler neden o kadar
kötüydü? Bence bugün ya hastasın ya da bir sorunun var”.
Yaşlı
kadın gülümseyerek cevap verdi, “Hayır, hiçbir şeyim yok!” dedi, “Kasten öyle
yaptım. Bu yemekten sonra oğlum asla iki de bir annesinin yemeklerini
hatırlatıp karısının kalbini kıramayacak”.
***
“Seni
seviyorum” demenin yeri
GENÇ din adamı,
mezarlıktaki işini derin bir sessizlik içinde ve alışkın hareketlerle
yapmaktaydı. Yaşlı bir kadının defin işlemi yapılıyordu. Bir ara, elli yıllık
karısını kaybeden seksen yaşında ve perişan hâldeki koca dayanamamış, “Seni çok
seviyorum” diyerek çığlık çığlığa ağlamaya başlamıştı. Adamın yaşlı sesi,
törenin asil sessizliğini bir anda bozmuştu.
Bu
manzara karşısında mezar başındaki kara giysili aile bireyleri ve yakın dostlar
şok olmuşlardı, mahcûbiyet içinde ne yapacaklarını bilemez bir hâldelerdi.
Adamın çocuklarının alı al, moru mordu, babalarını yatıştırmaya çalışıyor, “Tamam
baba tamam!” diyorlardı, “Seni anlıyoruz ama lütfen böyle yapma!”.
Yaşlı
adam gözlerini dikmiş, kazılan mezara yavaş yavaş inen tabuta yaşlı ve delimsi
gözlerle bakıyordu. Kısa bir aradan sonra rahip törene devam etmişti. Törenin
sonuna doğru aile bireylerini yanına çağırdı; kabrin kapanışı esnasında tabutun
üstüne toprak atmak gelenektendi. Yaşlı adam hâriç, merhûmenin yakınları birer
birer gelip toprak attılar.
Yaşlı
adam hâlâ “Seni çok seviyorum” diye sesli sesli konuşuyor ve ağlıyordu.
Adamın
kızı ve oğulları babalarını susturmaya çabalıyor, ancak bir sonuç
alamıyorlardı. Yaşlı adam ha bire “Seni çok seviyorum” diyordu.
Sonunda
tören bitti. Kalabalık mezarlığı terk etmeye hazırlanırken, yaşlı adam
gitmemekte direniyordu. Gözlerini mezara dikmiş hâlde öylece bakıyordu. Din
adamı yaşlı adama yaklaşarak, “Kendinizi kötü hissettiğinizi biliyorum ama
gitme zamanı geldi” dedi, “Artık buradan ayrılmalı ve kendimizi hayatın akışına
bırakmalıyız”.
Yaşlı adam çaresizlik içinde bir kez daha “Onu çok seviyorum” diyerek söylendi, “Ama sizler beni anlamıyorsunuz! Zira ben bu sözü ona daha önce hiç söylememiştim. Bırakın da ilk ve son olarak doya doya söyleyeyim”.