Son durak

Mum olduk, eriyoruz; ateşimiz aynen duruyor oysa. Bitmeyen dönemeçlerle başladığımız yerde kaldık. Yol almıyor adımlarımız, bir yol alamıyoruz. Ağlebi ihtimal, mum eriyip biter de karanlıkta kalırız. Cemiyeti kemiren böcekler, böceklerle beraber gelen kemirgenler sardı dört bir yanımızı, içimizi, dışımızı...

EY Sevgili,

Öyle bir çağda yaşıyoruz ki, her dönemeçte çelimsiz umutlar kuruyoruz. Çelimsiz her umutla bereketi azaltıyor, kendimizi kurutuyoruz.

Öyle bir çağda yaşıyoruz ki, soluksuz kaldığımız oluyor yaşanan heyelanlar sonrası. Nutkumuz tutuluyor, susturuluyoruz. Kana kana içtiğimiz halde Seni susatıyor yudumlar, Sana doymuyoruz.

Sevgililerin En Sevgilisi! Usanmışlık yağıyor başlarımızdan aşağı. Yakışmıyor, lakin bu yağmurun altında ıslanıyoruz. Zehirli damlalar başımıza yağarken, içimize, ta içimizin de içine işleyen bir bezmişlikle kelâl iniyor gökten. Tekrar fokur fokur kaynayan yuvaya sürgün yiyoruz.

Ey Sevgili! Çelimsizlik bize yakışmaz; nutkumuz tutulsa da, hançeremiz yırtılsa da “Daha söylenecek bir söz var” diye susulmaz. Bezmişlik hiç durmadan, dinlenmeden zehrâlûd bir biçimde yağarken başımızdan aşağı, sakınmalıyız bu afetten. Şu mesmûm kalpler ülkesinde yetim düşen civanlar var, bunu da Sen biliyorsun...

Dua ediyoruz ey Sevgili, avuçlarımız da bizim kadar sayıklıyor muhakkak... Firar ettik yokluğunun zindanından. Yokluk ki ne yokluk! Yokluğunun yokluğu veya yoksulluğu tarifsiz bir boşluk oldu bize. Firar ettik biz de ey Sevgili! Öyle bir kaçışla kaçtık ki, rehber edindiğimiz yollar başka başka zindanlara, zindanlardan da daha beterine çıktı. Sen gel Sevgili, belli ki biz Sana kaçamıyoruz...

Mum olduk, eriyoruz; ateşimiz aynen duruyor oysa. Bitmeyen dönemeçlerle başladığımız yerde kaldık. Yol almıyor adımlarımız, bir yol alamıyoruz. Ağlebi ihtimal, mum eriyip biter de karanlıkta kalırız. Cemiyeti kemiren böcekler, böceklerle beraber gelen kemirgenler sardı dört bir yanımızı, içimizi, dışımızı...

Bu neyin gazabıdır bilmem, ama Sensizlikle başladığı muhakkak ve Seni yaşamakla biteceği...

Dön artık Sen dön! Zayıflıyor yeryüzünün çatısı. Çelimsiz umutlar kuruyoruz; kuraklık çöktü, kuruyoruz. Nutkumuz tutuluyor, susuyoruz; bir damlasına hasret kaldık aşkının, su arıyoruz.

Bir an döndüğünü farz ediyoruz Sevgili, lakin bu da çabuk geçiyor. Ardından döndüğünü de farz edemiyoruz...

Ve sen kardeşim,

Sen bu endüstri çağının evladısın, kabul. Sen kazanç gayesiyle yaşayan, mutlu olma çabasından daha büyük bir derdi olmayan insansın, kabul. Sen süs çiçeğisin, ötesi yok sende, kabul. Sana Allah "mütrefin" diyor, "bolluk ve nimet içinde şımarıp dünyanın lezzet ve şehvetlerinde yüzen kimse" diyor, kabul. Yatmasında ve kalkmasında aşırıya kaçan, yemeyi içmeyi, dünyadan lezzet ummayı ölçüsüz yapan kişi sensin, Allah seni böyle tarif ediyor, kabul... Göç artık! Göçmen gerek artık! Sen de bunu kabul et!

İş hayatında yine senin ağız tadın olmayacak göçmez isen Sevgili’ye, kalbini O’na göçürmez isen. Evlilik hayatında darmadağın olacaksın. Tekerrür üstüne tekerrür… Çocuk yetiştirirken garip kalacaksın. Hüsran üstüne hüsran... “Liderim” sanıp gemileri olmadık yerde yakacaksın mürettebatıyla. Felaket üstüne felaket… Korkarım…

Soruyorum: Medeniyetini bilmeden, Sevgiliye göçmeden, kendini ve çevreni bir teraziye koyup hangi ölçülerle tartacaksın? Heyhat! Hezeyan üstüne hezeyan... 

Bu yönsüzlük içinde katıldığın yolculuk, Sevgilinin beklediği durakta bitmeli. Son duraktasın artık! Sevgililer Sevgilisi o durakta...