EY Sevgili,
Öyle
bir çağda yaşıyoruz ki, her dönemeçte çelimsiz umutlar kuruyoruz. Çelimsiz her
umutla bereketi azaltıyor, kendimizi kurutuyoruz.
Öyle
bir çağda yaşıyoruz ki, soluksuz kaldığımız oluyor yaşanan heyelanlar sonrası. Nutkumuz
tutuluyor, susturuluyoruz. Kana kana içtiğimiz halde Seni susatıyor yudumlar, Sana
doymuyoruz.
Sevgililerin
En Sevgilisi! Usanmışlık yağıyor başlarımızdan aşağı. Yakışmıyor, lakin bu
yağmurun altında ıslanıyoruz. Zehirli damlalar başımıza yağarken, içimize, ta
içimizin de içine işleyen bir bezmişlikle kelâl iniyor gökten. Tekrar fokur
fokur kaynayan yuvaya sürgün yiyoruz.
Ey
Sevgili! Çelimsizlik bize yakışmaz; nutkumuz tutulsa da, hançeremiz yırtılsa da
“Daha söylenecek bir söz var” diye susulmaz. Bezmişlik hiç durmadan,
dinlenmeden zehrâlûd bir biçimde yağarken başımızdan aşağı, sakınmalıyız bu
afetten. Şu mesmûm kalpler ülkesinde yetim düşen civanlar var, bunu da Sen
biliyorsun...
Dua
ediyoruz ey Sevgili, avuçlarımız da bizim kadar sayıklıyor muhakkak... Firar
ettik yokluğunun zindanından. Yokluk ki ne yokluk! Yokluğunun yokluğu veya yoksulluğu
tarifsiz bir boşluk oldu bize. Firar ettik biz de ey Sevgili! Öyle bir kaçışla
kaçtık ki, rehber edindiğimiz yollar başka başka zindanlara, zindanlardan da daha
beterine çıktı. Sen gel Sevgili, belli ki biz Sana kaçamıyoruz...
Mum
olduk, eriyoruz; ateşimiz aynen duruyor oysa. Bitmeyen dönemeçlerle başladığımız
yerde kaldık. Yol almıyor adımlarımız, bir yol alamıyoruz. Ağlebi ihtimal, mum
eriyip biter de karanlıkta kalırız. Cemiyeti kemiren böcekler, böceklerle
beraber gelen kemirgenler sardı dört bir yanımızı, içimizi, dışımızı...
Bu
neyin gazabıdır bilmem, ama Sensizlikle başladığı muhakkak ve Seni yaşamakla
biteceği...
Dön
artık Sen dön! Zayıflıyor yeryüzünün çatısı. Çelimsiz umutlar kuruyoruz; kuraklık
çöktü, kuruyoruz. Nutkumuz tutuluyor, susuyoruz; bir damlasına hasret kaldık
aşkının, su arıyoruz.
Bir
an döndüğünü farz ediyoruz Sevgili, lakin bu da çabuk geçiyor. Ardından
döndüğünü de farz edemiyoruz...
Ve
sen kardeşim,
Sen
bu endüstri çağının evladısın, kabul. Sen kazanç gayesiyle yaşayan, mutlu olma
çabasından daha büyük bir derdi olmayan insansın, kabul. Sen süs çiçeğisin,
ötesi yok sende, kabul. Sana Allah "mütrefin" diyor, "bolluk ve
nimet içinde şımarıp dünyanın lezzet ve şehvetlerinde yüzen kimse" diyor, kabul.
Yatmasında ve kalkmasında aşırıya kaçan, yemeyi içmeyi, dünyadan lezzet ummayı
ölçüsüz yapan kişi sensin, Allah seni böyle tarif ediyor, kabul... Göç artık! Göçmen
gerek artık! Sen de bunu kabul et!
İş
hayatında yine senin ağız tadın olmayacak göçmez isen Sevgili’ye, kalbini O’na
göçürmez isen. Evlilik hayatında darmadağın olacaksın. Tekerrür üstüne tekerrür…
Çocuk yetiştirirken garip kalacaksın. Hüsran üstüne hüsran... “Liderim” sanıp
gemileri olmadık yerde yakacaksın mürettebatıyla. Felaket üstüne felaket… Korkarım…
Soruyorum:
Medeniyetini bilmeden, Sevgiliye göçmeden, kendini ve çevreni bir teraziye
koyup hangi ölçülerle tartacaksın? Heyhat! Hezeyan üstüne hezeyan...
Bu
yönsüzlük içinde katıldığın yolculuk, Sevgilinin beklediği durakta bitmeli. Son
duraktasın artık! Sevgililer Sevgilisi o durakta...