
HANİ “Kadınlar çiçek” diye öğretmişti modern dünyalılar bize? Ve hani “Kadınlar Günü” gelip çattı mı takvimlerimizde çiçekçiler köşe başlarını tutar olmuştu son asrın çeyreğinde?
Yine modern dünyanın inşacılığına soyunan kanallar sokak röportajlarında erkeklere “Eşinize en son ne zaman çiçek aldınız?” sorusunu yöneltmeyi ihmâl etmez olmuştu son yıllarda. “Hiç” diyeni “Yuh olsun!” bakışlarıyla küçümseyenler, çağdaş olduğunu iddia edenlerdi. Ne eşine çiçek alan, ne de hiçbir zaman çiçek almamış ve almayacak olan bir erkek, uzatılan mikrofonlara, kökünden ve dalından koparılmış çiçekleri kadınlara vermenin “Seni de kökünden/dalından koparırım” demek olduğunu söyledi.
Modern dünyanın tüketim merkezli ve fıtrata aykırı türettiği her durumun içinde saklı tutarsızlıklar sorgulanmadan hayatlarımıza ikâme edilince, başladı fıtrî değişimler ve cinsler arası iletişim kazaları. Sonra, yana yıkıla toplumun en küçük birimi olan “aile” değerlerinin deforme edildiğinden söz eder olduk. Duyarlı olduğunu iddia edenler, eşini ve yavrusunu kültürel değişimlerden korumak için ya radikal çözümler üreterek baskıcı yöntemlere başvurdu ya da “Biraz tavizden bir şey olmaz; imrenmesinler, öykünmesinler” diye modern dünyanın sunularına boyun eğdi. “Olmaz” diyenin sesi duyulmadı pek. Biraz ibadet, biraz mahrumiyet ve biraz dışlanmayı göze alan aileler kendi gayretleri, geleneksel öğretileri ve (en iyisi) inanç prensipleriyle kendilerini korumayı başardı. Ancak sayıları toplumun geneline bakıldığında ne de azdı.
İşte tam burada Devlet kurumlarına büyük işler düşüyordu! “Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı” çözüm üretmek için kolları sıvadı. Neler mi yapıldı? Şiddet gören kadınlara koruma evleri açmak, kadının ayakları üzerinde durması için kazanç temin edebileceği alanları geliştirmek, kadın-erkek eşitliğine dair seminerler düzenlemek, yardım kampanyaları, sergiler, modern öğretili seminerler vesaire. Bu çalışmaların tamamı, sorunlardan mülhem fırtınayı estirdikten sonra ardında kalan tahribat ve çeri çöpü toparlamaya benziyordu. Hâlâ benzemeye devam ediyor.
Ailelerin sosyal problemlerini körükleyen dinamikler masaya yatırılmaksızın aileyi korumanın imkânsızlığına dair çözümler üretmek gerekiyorken, önce sorunun yaşanması, sonra çözüm üretilmesi gerekliliğinde bir hizmet ve politika üretilmiş olması ise yine devasa bir tutarsızlığı hayatlarımızda ikâme ediliyor. Türkiye Cumhuriyeti Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’nın aileyi oluşturan iki cinsin fıtrî melekelerinin keşfedilmesi, korunması, kendi varlıklarında saklı cevherlerin açığa çıkarılması ve hayata geçirilmesi için seminerler, sempozyumlar, kurslar, etüt merkezleri ve düşünce atölyelerinin kurulduğu yönündeki hizmetlerini siz duydunuz mu, gördünüz mü, şahit oldunuz mu? Sanmıyorum.
Duymadık, görmedik, şahit olmadık! Birileri söyledi, biz uyguladık; uyguladığımız öğretilerin tutarsızlığını sorgulamadık üstelik. Fıtratımıza ihanet etmenin kefaretleriyle yüzleşince de kurumsal hizmetlerden medet umar hâle geldik.
Toprağından koparılmış, köklerinden ayrılmış, solmaya mahkûm çiçeklere benzetilirken kadınlar, erkeklerse çiçeğe benzettikleri kadına yaşamak hakkını elinden aldıkları çiçeklerle sürprizler yaptılar. Bir prestij meselesi hâline getirip kutlama buketleri gönderildi özel günlerinde yahut kariyer terfilerinde. Kadınlar sevindi, övündü kendilerine verilen çiçeklerle; bir selfie çekip sosyal medyalarında paylaştılar eşlerinden ve çocuklarından gelen çiçekleri. Derken bir gün yanaklarından süzülen yaşı kendi kendilerine silerken, çiçek almış bir kadın ve bir anne olarak emek verdiği erkeğin ve yavrusunun yüreğinden koparılmış bir yalnızlığa düştüler.
Eğer çiçeklerin yaşama hakkını korumak için bu modern tüketim sahasına katma değer üretmeseydik, erkeklere ve yavrularımıza beklentilerimizi izah edip solması kaçınılmaz çiçekleri dalından koparmayı öğretmeseydik, çiçeği koparmak için uzanan ellerin bir gün bizleri de solduracağını bilebilirdik. Erkekleri ellerinde ölümüne susamış güllerle beklemeseydik, elindeki çiçeğe duyarsızlığın bir gün bizim kapımızı da çalabilme ihtimâlini gözetebilirdik. Öldürmeden, koparmadan, yolmadan, soldurmadan sevgi dolu bakışların muhatabı olmakla yetinseydik, ölümüne sevilmek dilerken öldürme pratiğinden sevgi devşirme tutarsızlığıyla mutlu olunmayacağını bilecektik.
Tüm bunlarla fıtrî özelliklerimizin farkına varamayıp Rabbimizin ikramı olan servetimizi böyle çarçur etmeyecektik. Katletmeyen, yaşatan, soldurmayan ve yeşerten sevgilerle donatılmış fıtratlarımızı suni sevgi gösterilerine kurban etmeseydik, iki cinsten oluşan aileyi zaten koruyabilirdik.
Fakat İlâhî olana muti olmak zor gelirken nefislerimize, modern olanın hevesiyle ilkin kadının ve erkeğin fıtratını bozmaya teşne kesilip, sonra bu iki deforme bireyin oluşturacağı aileyi kurtarma senaryolarını yazdık. Kurtulmayacak! Hiçbir kurumun, hiçbir danışmanın, hiçbir terapinin, hiçbir hediyenin gücü yetmeyecek aileyi korumaya. Bozulan fıtratlarımızı orijinal kodlarına döndürmedikçe…
Kültür Ajanda’mızın sayfalarını bu ay “kadın ve erkeğin fıtrî özelliklerinin keşfedilmesine, böylece aile yapımızı koruyabileceğimize” dikkat çekmek için donattık. Kıymetli yazarlarımızın ihlâslı satırlarıyla, bir sayıya daha imza atmanın mutluluğuyla sizlere huzurlu ve istifadesi bol okumalar diliyoruz efendim.
Hoşnut kalınız!