YAŞADIĞIMIZ bu dünyayı,
karası, denizi, havasıyla yalnızca biz insanların var olduğu bir yer olarak
algılamak ve ona göre hâkimiyet kurmak nasıl bir iştir ki bizden başka hiçbir
canlı ve cansız varlığın yaşamasına fırsat vermiyoruz? Versek bile, oluşturduğumuz
kanun ve kısıtlamalarla onların yaşama alanını daraltıyoruz.
Keşke
daraltmakla kalsak, onları hunharca, vahşice, kendi egomuzu tatmin etmek için
yok etmeye çalışıyoruz. Birlikte yaşamayı, yaşatmayı ne yazık ki öğrenemedik! Öğreneceğimiz
de yok sanırım…
İnsanlar
kendi aralarında yaşamayı becerememişken, bunun için savaşlar başlatıp savaşlar
bitirirken, haklı veya haksız yer yaparken, hayvanların da bu dünya üzerinde
yaşama hakkı olduğunu ne yazık ki bilemedik, öğrenemedik. Belki de hakkıyla öğretemedik
geçmişten gelip geleceğe gidecek olan insan nesline.
Yaratılmış
olan insanı "yeryüzünün halîfesi" olarak kabul ettiğimizde, yaratılış
gayesini unutup kendisini "yeryüzünün hâkimi" olarak görmesiyle nasıl
bir gaflet ve delâlet içinde olduğunu idrak etmek de zor olmasa gerek. Mülkün
Sahibi, Hüküm Veren ve Kâinatın Hâkimi olan Allah iken, "eşref-i mahlûkat"
olan insanın hâddini bilmesi ve ona göre davranması da elzemdir. Bizlere
belirli vakit için yaşama hakkı veren Allah'a karşı olan görevlerimiz içinde
doğada bulunan tüm canlılara, hayvana, eşyaya, canlı-cansız ne varsa her şeye
karşı sorumlu olduğumuzu unutmamalıyız. Sahip olduğumuz ne varsa, onu hor
biçimde incitmeden, vahşice yok etmeden kullanmayı öğrendiğimizde,
"kul" ya da "ölümlü insan" olduğumuzu işte o vakit tam
anlamıyla tanımlamış olacağız!
Son
zamanlarda birçok konuda olduğu gibi ülkemiz üzerinde sanki görünmez bir el,
bir tuşa basarak harekete geçirdiği kaos, karmaşa, darbe kalkışması, ekonomik
saldırı veya terör yetmezmiş gibi, hayvanlara yapılmış olan işkence ve hunharca
öldürülmeleriyle ilgili haberleri duyurmaya, korkunç görüntüler eşliğinde göstermeye
başladı. Biz vahşi değiliz! Biz böyle olamayız! Şayet uzaydan gelen olmadıysa,
kim bunlar?
Biz
biliriz ki, milletimiz son derece vicdanlı, merhametli, misafirperver,
kucaklayıcı, iyiliği, yardımlaşmayı, vefayı şiar edinmiş bir millettir. Biz
milletimizi Türk, Kürt, Çerkez, Laz, Abaza, Müslüman, Hıristiyan, Yahudi, Budist,
Ateist diye dilinden, ırkından, kökeninden ayırmayız. Yüzyıllardır bu topraklar
üzerinde hep birlikte kendi renklerimiz, kendi inanışlarımız, gelenek ve
göreneklerimizi harmanlayarak "yedi düvel", "yedi iklim", "yedi
renk" olarak barış içinde yaşamaya, yaşatmaya çalıştık. Zaman zaman
içimizde anlaşmazlıklar olmuştur -olmaması mümkün değildir-, çoğu zaman aynı
fikri taşımayabiliriz, fakat aynı noktada birleşmeyi, aynı noktada buluşmayı da
bildik. Bu, milletimize has bir olgudur.
Türk
milleti olarak hiçbir zaman ırkçılık yapmadık; renginden, dilinden, dininden,
mezhebinden dolayı kimseyi aşağılamadık, kınamadık. Zaman içinde çevremizde
oluşan kaos ve savaş ortamından kaçıp gelen göçmen kardeşlerimize kucak açtık,
açmaya da devam edeceğiz. Millet olarak şayet bunu yapmazsak, bunun hesabını
ahirette Allah'a karşı nasıl vereceğiz? Bu durumdan rahatsız olanlar olabilir, bazısı
hakkını paylaşmak, bölüşmek istemeyebilir, bunun için kargaşa çıkarmaya da
çalışabilir. Fakat inanıyoruz ki, bunlar azınlıkta ve bir olmayı, diri olmayı,
iri olmayı bilmiyorlar. Vatanın bütünlüğü ve devletin devamlılığı için ne kadar
önemli olduğunu algılamakta zorlandığını düşünerek, bu aykırı düşüncelere sahip
olanları çok da önemsemiyoruz. Önemsesek de üstesinden gelmeye, kendimizi ve
derdimizi anlatmaya, orta yolu bulmaya gayret ediyoruz.
Elbette
sorunlar oluyor. Neden bunları hep birlikte paylaşarak üstesinden gelmeyelim?
Varlığı
sevmek
Sokak hayvanlarından bahsedecekken, kalemim insanlığımızı sorgulamaya zorladı. Zira insanlığımızı sorgulamadan diğer varlıklara da faydamız olamayacaktır. Bu yüzden hayvan sevgisini yaşatmamız için öncelikle insan sevgisini, insana olan bağlılığımızı önemsemeliyiz. Toplum içinde hep birlikte nasıl yaşanması gerektiğini öncelikle idrak etmeliyiz. Allah bizlere, âyetleriyle üstüne basa basa sürekli soruyor "Akletmez misiniz?" diye. O zaman bizler de bir zahmet akledip düşünelim. İnanın, çok şey kazanacağız!
Düşünce
temellerimizi derinleştirip, görünmeyeni dahi görüp anlamaya çalışalım. Bunu yaparken
önce kendimizi eğitmeli, çocuklarımıza iyi örnek olmalı, toplum içinde nasıl
yaşanıp onlara nasıl faydalı olunacağını anlamalı ve anlatmalıyız.
Sokaktaki
veya evimizde beslediğimiz evcil hayvanlara nasıl muamele etmeliyiz, onları
nasıl korumalıyız, onların yaşam alanlarını nasıl feraha kavuşturmalı ve
kanunların yanı sıra kendi vicdan melekelerimizle birlikte nasıl hareket
etmeliyiz ki bunu çocuklarımıza gösterelim, öğretelim?
Sokaklar
bilindiği gibi sadece biz insanlara ait değil; sokakların başka sahipleri de
var. Örneğin kediler ve köpekler… Şayet kedilerin ve köpeklerin konuşma yetisi
olsaydı, ah dile gelebilselerdi, bir de yazabilselerdi, kim bilir bizlere neler
anlatırlardı? Hatırlar mısınız, ilkokul çağlarında okuduğumuz fabllar, Kelile ve
Dimne kitaplarında bütün hayvanlar konuşturulur ve onlar üzerinden insanlara
dersler verilirdi. Küçüklüğümde rahmetli anneannemden de masallar dinlerdim
hayvanlar üzerinden. Hazreti Mevlâna da Mesnevî’sinde, çoğu örneklemeleri
hayvanlar üzerinden yaparak bizlere hakikati anlatmaya çalışır. Ne tuhaftır ki,
bunları konuşturan da, onların ağzından fikirleri verenler de yine biz insanlar
oluyoruz insanlara örnek olmak için. Bunlardan bir hikmet, bir ders alıyor
muyuz, orası da ayrı bir konu… Bugüne kadar pek çoğumuzun bir ders almadığının
da farkındayız ne yazık ki!
Sokak
hayvanlarına bir tas su, bir kap yemek vererek onlara karşı görevlerimizi
yaptığımızı zannediyoruz. Elbette yedirip içirmek de görevimiz. Peki, ne kadar
sevgi gösteriyoruz? Kaç kere sevgiyle yaklaşıp elimizi uzatarak başlarını
okşadık? Biliyorum, birçok kişi sokak hayvanlarından korkuyor. Özellikle köpek
gördüklerinde neredeyse kaçacak yer arayanlar var. Parkta masaların üzerlerine
çıkanları bizzat biliyorum. Bu kişiler ya küçükken köpek saldırısına uğradı ve bir
travma yaşıyorlar ya da kirli ve tüylü olmasından rahatsızlık duyarak uzak
durmayı tercih ediyorlar. Tamam, onları da anlayışla karşılamak gerek, fakat
hiç yanınıza yaklaşan bir köpek veya kedinin gözlerinin içine baktınız mı? Bakmış
olsaydınız, onun size zarar vermek istemediğini, sadece sizden sevgi
beklediğini, yere yattığında karnını okşamanızı istediğini anlardınız. Ve
bunlar koca cüsselerine rağmen o kadar masum ve o kadar içtenler ki… "Ne
olur beni sev!" diyen o bakışındaki gizli davete kayıtsız kalamazsınız,
kalmamalısınız.
Yanına
yaklaşmak isteyen kedi ve köpeğe hunharca tekme veya taş atan ve kovalayan kimsenin,
insanlıktan nasibini almamış ve hayvandan daha aşağı bir yaratık olarak dünya
üzerinde yaşamayı hak etmediğini düşünsek de, ne yazık ki onlarla bir arada
yaşamak söz konusu. Ve bu çok üzücü!
Kedi
köpeği sevmeyenlere bunları anlatmak çok zor; bu türden kişilere tek tavsiyemiz
şu: Sevenlerin arasına girip oyunbozanlık yapmayın!
Evinde
bir zamanlar kedisi olan ve hâlâ bakmaktan, beslemekten büyük mutluluk
duyduğunu belirten bir köpek sahibi olarak, bu türden kimselerin hayvanlara
olan vahşetleri beni çok yaralıyor. Aynı sevgi ve hizmeti sokak kedilerine ve
köpeklerine de gösteriyorum zira. Bir "insanım" ve "insan
olmanın" onurunu taşıyorum. Yaşlılara, çocuklara bir de kediler ve
köpeklere kıyamıyorum. Onlara karşı gerçekten çok hassasım. Yaşlıya, çocuğa,
kedi ve köpeğe yapılan kötü muamelede canımdan can gittiğini hissediyorum.
Yaşlılar
bizim geçmişimiz, çocuklar geleceğimiz, kedi, köpek ve diğer canlılarsa hayat
ortaklarımız. Onlarla birlikte yaşamayı, onları oldukları gibi kabul etmeyi,
iteleyip kakalamadan, işkence, eziyet ve zulümle muamele etmeden birlikte
yaşamayı kabul edelim artık. Yaşam alanlarımızı onları da ortak kılacak şekilde
düzenleyelim. Bunun için elzem olansa sevgidir. Kendinize karşı sevginiz yok
ise, başkasına, başka bir varlığa karşı da sevginiz yoktur. Biliyorum ki sevgi,
saygı, hürmet, anlayış ve kabulleniştir her şeyin başı. "Zulm ile âbâd
olanın âhiri berbâd olur" deyişini hatırlayıp, kendi ellerimizle geleceğimizi
mahvetmeyelim.
Son
söz niyetine…
İşkence
ederek hayvanları öldürenlere karşı yapılan kanun düzenlemeleri ve verilen
cezaların ne kadar caydırıcı olacağını bilemem, fakat şöyle bir önerim var:
“Cezamı çektim, parayı ödedim, tamam! Ama aynı zulmü, işkenceyi yine yaparım, nasılsa
yine yırtarım” algısını yok etmek için, bu tür kişilere, ömür boyu sokak
hayvanlarına hizmet şartı getirilmeli. Hem de cezaevinde cezasını çekerken,
belirli saatlerde, ya barınaklar ya da bulunulan semtin tüm sokaklarında hayvanlara
hizmet ettirilmeli. Cezaevindeki süresi dolduğunda da kendi yaşam alanında buna
devam ettirilmeli. Onlar için mama satın almalı, restoranlardan uygun olan
artık yemekleri toplamalı, sularını sürekli tazelemeli, dışkılarını sokaklardan
temizlemeli… İlle de onları sevmesi öğretilmeli. Bu vazifelerine dair her gün
ya muhtarlığa ya da belediyeye rapor vermeli. Böylece hem devletin üzerindeki
yük azalır, hem de sokak hayvanlarıyla ilgilenen diğer çalışanlara yardımcı
olunur.
Bu
işten para kazanan bakıcıların mesleğine ve parasına engel olmadan, sadece
cezalı kişinin görevini yerine getirmesi usulüyle, buna benzer çalışmaların
kamu yararına olması için diğer suçlular için de bu tarz yöntemler uygulanabilir.
Unutmayalım,
bu dünya belli bir vakte kadar kullanmamız ve yaşamamız için hepimize tahsis
edildi. Bu ortak alanları doğru, düzgün ve paylaşarak kullanmak hepimiz adına
faydalı olacaktır. Birlik ve beraberlik içinde "sevgi dünyası"nı yaşatmak
biz insanların elinde!