Sokakların da sahipleri var!

Onlarla birlikte yaşamayı, onları oldukları gibi kabul etmeyi, iteleyip kakalamadan, işkence, eziyet ve zulümle muamele etmeden birlikte yaşamayı kabul edelim artık. Yaşam alanlarımızı onları da ortak kılacak şekilde düzenleyelim. Bunun için elzem olansa sevgidir. Kendinize karşı sevginiz yok ise, başkasına, başka bir varlığa karşı da sevginiz yoktur. Biliyorum ki sevgi, saygı, hürmet, anlayış ve kabulleniştir her şeyin başı.

YAŞADIĞIMIZ bu dünyayı, karası, denizi, havasıyla yalnızca biz insanların var olduğu bir yer olarak algılamak ve ona göre hâkimiyet kurmak nasıl bir iştir ki bizden başka hiçbir canlı ve cansız varlığın yaşamasına fırsat vermiyoruz? Versek bile, oluşturduğumuz kanun ve kısıtlamalarla onların yaşama alanını daraltıyoruz.

Keşke daraltmakla kalsak, onları hunharca, vahşice, kendi egomuzu tatmin etmek için yok etmeye çalışıyoruz. Birlikte yaşamayı, yaşatmayı ne yazık ki öğrenemedik! Öğreneceğimiz de yok sanırım…

İnsanlar kendi aralarında yaşamayı becerememişken, bunun için savaşlar başlatıp savaşlar bitirirken, haklı veya haksız yer yaparken, hayvanların da bu dünya üzerinde yaşama hakkı olduğunu ne yazık ki bilemedik, öğrenemedik. Belki de hakkıyla öğretemedik geçmişten gelip geleceğe gidecek olan insan nesline.

Yaratılmış olan insanı "yeryüzünün halîfesi" olarak kabul ettiğimizde, yaratılış gayesini unutup kendisini "yeryüzünün hâkimi" olarak görmesiyle nasıl bir gaflet ve delâlet içinde olduğunu idrak etmek de zor olmasa gerek. Mülkün Sahibi, Hüküm Veren ve Kâinatın Hâkimi olan Allah iken, "eşref-i mahlûkat" olan insanın hâddini bilmesi ve ona göre davranması da elzemdir. Bizlere belirli vakit için yaşama hakkı veren Allah'a karşı olan görevlerimiz içinde doğada bulunan tüm canlılara, hayvana, eşyaya, canlı-cansız ne varsa her şeye karşı sorumlu olduğumuzu unutmamalıyız. Sahip olduğumuz ne varsa, onu hor biçimde incitmeden, vahşice yok etmeden kullanmayı öğrendiğimizde, "kul" ya da "ölümlü insan" olduğumuzu işte o vakit tam anlamıyla tanımlamış olacağız!

Son zamanlarda birçok konuda olduğu gibi ülkemiz üzerinde sanki görünmez bir el, bir tuşa basarak harekete geçirdiği kaos, karmaşa, darbe kalkışması, ekonomik saldırı veya terör yetmezmiş gibi, hayvanlara yapılmış olan işkence ve hunharca öldürülmeleriyle ilgili haberleri duyurmaya, korkunç görüntüler eşliğinde göstermeye başladı. Biz vahşi değiliz! Biz böyle olamayız! Şayet uzaydan gelen olmadıysa, kim bunlar?

Biz biliriz ki, milletimiz son derece vicdanlı, merhametli, misafirperver, kucaklayıcı, iyiliği, yardımlaşmayı, vefayı şiar edinmiş bir millettir. Biz milletimizi Türk, Kürt, Çerkez, Laz, Abaza, Müslüman, Hıristiyan, Yahudi, Budist, Ateist diye dilinden, ırkından, kökeninden ayırmayız. Yüzyıllardır bu topraklar üzerinde hep birlikte kendi renklerimiz, kendi inanışlarımız, gelenek ve göreneklerimizi harmanlayarak "yedi düvel", "yedi iklim", "yedi renk" olarak barış içinde yaşamaya, yaşatmaya çalıştık. Zaman zaman içimizde anlaşmazlıklar olmuştur -olmaması mümkün değildir-, çoğu zaman aynı fikri taşımayabiliriz, fakat aynı noktada birleşmeyi, aynı noktada buluşmayı da bildik. Bu, milletimize has bir olgudur.

Türk milleti olarak hiçbir zaman ırkçılık yapmadık; renginden, dilinden, dininden, mezhebinden dolayı kimseyi aşağılamadık, kınamadık. Zaman içinde çevremizde oluşan kaos ve savaş ortamından kaçıp gelen göçmen kardeşlerimize kucak açtık, açmaya da devam edeceğiz. Millet olarak şayet bunu yapmazsak, bunun hesabını ahirette Allah'a karşı nasıl vereceğiz? Bu durumdan rahatsız olanlar olabilir, bazısı hakkını paylaşmak, bölüşmek istemeyebilir, bunun için kargaşa çıkarmaya da çalışabilir. Fakat inanıyoruz ki, bunlar azınlıkta ve bir olmayı, diri olmayı, iri olmayı bilmiyorlar. Vatanın bütünlüğü ve devletin devamlılığı için ne kadar önemli olduğunu algılamakta zorlandığını düşünerek, bu aykırı düşüncelere sahip olanları çok da önemsemiyoruz. Önemsesek de üstesinden gelmeye, kendimizi ve derdimizi anlatmaya, orta yolu bulmaya gayret ediyoruz.

Elbette sorunlar oluyor. Neden bunları hep birlikte paylaşarak üstesinden gelmeyelim?

Varlığı sevmek

Sokak hayvanlarından bahsedecekken, kalemim insanlığımızı sorgulamaya zorladı. Zira insanlığımızı sorgulamadan diğer varlıklara da faydamız olamayacaktır. Bu yüzden hayvan sevgisini yaşatmamız için öncelikle insan sevgisini, insana olan bağlılığımızı önemsemeliyiz. Toplum içinde hep birlikte nasıl yaşanması gerektiğini öncelikle idrak etmeliyiz. Allah bizlere, âyetleriyle üstüne basa basa sürekli soruyor "Akletmez misiniz?" diye. O zaman bizler de bir zahmet akledip düşünelim. İnanın, çok şey kazanacağız!


Düşünce temellerimizi derinleştirip, görünmeyeni dahi görüp anlamaya çalışalım. Bunu yaparken önce kendimizi eğitmeli, çocuklarımıza iyi örnek olmalı, toplum içinde nasıl yaşanıp onlara nasıl faydalı olunacağını anlamalı ve anlatmalıyız.

Sokaktaki veya evimizde beslediğimiz evcil hayvanlara nasıl muamele etmeliyiz, onları nasıl korumalıyız, onların yaşam alanlarını nasıl feraha kavuşturmalı ve kanunların yanı sıra kendi vicdan melekelerimizle birlikte nasıl hareket etmeliyiz ki bunu çocuklarımıza gösterelim, öğretelim?

Sokaklar bilindiği gibi sadece biz insanlara ait değil; sokakların başka sahipleri de var. Örneğin kediler ve köpekler… Şayet kedilerin ve köpeklerin konuşma yetisi olsaydı, ah dile gelebilselerdi, bir de yazabilselerdi, kim bilir bizlere neler anlatırlardı? Hatırlar mısınız, ilkokul çağlarında okuduğumuz fabllar, Kelile ve Dimne kitaplarında bütün hayvanlar konuşturulur ve onlar üzerinden insanlara dersler verilirdi. Küçüklüğümde rahmetli anneannemden de masallar dinlerdim hayvanlar üzerinden. Hazreti Mevlâna da Mesnevî’sinde, çoğu örneklemeleri hayvanlar üzerinden yaparak bizlere hakikati anlatmaya çalışır. Ne tuhaftır ki, bunları konuşturan da, onların ağzından fikirleri verenler de yine biz insanlar oluyoruz insanlara örnek olmak için. Bunlardan bir hikmet, bir ders alıyor muyuz, orası da ayrı bir konu… Bugüne kadar pek çoğumuzun bir ders almadığının da farkındayız ne yazık ki! 

Sokak hayvanlarına bir tas su, bir kap yemek vererek onlara karşı görevlerimizi yaptığımızı zannediyoruz. Elbette yedirip içirmek de görevimiz. Peki, ne kadar sevgi gösteriyoruz? Kaç kere sevgiyle yaklaşıp elimizi uzatarak başlarını okşadık? Biliyorum, birçok kişi sokak hayvanlarından korkuyor. Özellikle köpek gördüklerinde neredeyse kaçacak yer arayanlar var. Parkta masaların üzerlerine çıkanları bizzat biliyorum. Bu kişiler ya küçükken köpek saldırısına uğradı ve bir travma yaşıyorlar ya da kirli ve tüylü olmasından rahatsızlık duyarak uzak durmayı tercih ediyorlar. Tamam, onları da anlayışla karşılamak gerek, fakat hiç yanınıza yaklaşan bir köpek veya kedinin gözlerinin içine baktınız mı? Bakmış olsaydınız, onun size zarar vermek istemediğini, sadece sizden sevgi beklediğini, yere yattığında karnını okşamanızı istediğini anlardınız. Ve bunlar koca cüsselerine rağmen o kadar masum ve o kadar içtenler ki… "Ne olur beni sev!" diyen o bakışındaki gizli davete kayıtsız kalamazsınız, kalmamalısınız.

Yanına yaklaşmak isteyen kedi ve köpeğe hunharca tekme veya taş atan ve kovalayan kimsenin, insanlıktan nasibini almamış ve hayvandan daha aşağı bir yaratık olarak dünya üzerinde yaşamayı hak etmediğini düşünsek de, ne yazık ki onlarla bir arada yaşamak söz konusu. Ve bu çok üzücü!

Kedi köpeği sevmeyenlere bunları anlatmak çok zor; bu türden kişilere tek tavsiyemiz şu: Sevenlerin arasına girip oyunbozanlık yapmayın!

Evinde bir zamanlar kedisi olan ve hâlâ bakmaktan, beslemekten büyük mutluluk duyduğunu belirten bir köpek sahibi olarak, bu türden kimselerin hayvanlara olan vahşetleri beni çok yaralıyor. Aynı sevgi ve hizmeti sokak kedilerine ve köpeklerine de gösteriyorum zira. Bir "insanım" ve "insan olmanın" onurunu taşıyorum. Yaşlılara, çocuklara bir de kediler ve köpeklere kıyamıyorum. Onlara karşı gerçekten çok hassasım. Yaşlıya, çocuğa, kedi ve köpeğe yapılan kötü muamelede canımdan can gittiğini hissediyorum.

Yaşlılar bizim geçmişimiz, çocuklar geleceğimiz, kedi, köpek ve diğer canlılarsa hayat ortaklarımız. Onlarla birlikte yaşamayı, onları oldukları gibi kabul etmeyi, iteleyip kakalamadan, işkence, eziyet ve zulümle muamele etmeden birlikte yaşamayı kabul edelim artık. Yaşam alanlarımızı onları da ortak kılacak şekilde düzenleyelim. Bunun için elzem olansa sevgidir. Kendinize karşı sevginiz yok ise, başkasına, başka bir varlığa karşı da sevginiz yoktur. Biliyorum ki sevgi, saygı, hürmet, anlayış ve kabulleniştir her şeyin başı. "Zulm ile âbâd olanın âhiri berbâd olur" deyişini hatırlayıp, kendi ellerimizle geleceğimizi mahvetmeyelim.

Son söz niyetine…

İşkence ederek hayvanları öldürenlere karşı yapılan kanun düzenlemeleri ve verilen cezaların ne kadar caydırıcı olacağını bilemem, fakat şöyle bir önerim var: “Cezamı çektim, parayı ödedim, tamam! Ama aynı zulmü, işkenceyi yine yaparım, nasılsa yine yırtarım” algısını yok etmek için, bu tür kişilere, ömür boyu sokak hayvanlarına hizmet şartı getirilmeli. Hem de cezaevinde cezasını çekerken, belirli saatlerde, ya barınaklar ya da bulunulan semtin tüm sokaklarında hayvanlara hizmet ettirilmeli. Cezaevindeki süresi dolduğunda da kendi yaşam alanında buna devam ettirilmeli. Onlar için mama satın almalı, restoranlardan uygun olan artık yemekleri toplamalı, sularını sürekli tazelemeli, dışkılarını sokaklardan temizlemeli… İlle de onları sevmesi öğretilmeli. Bu vazifelerine dair her gün ya muhtarlığa ya da belediyeye rapor vermeli. Böylece hem devletin üzerindeki yük azalır, hem de sokak hayvanlarıyla ilgilenen diğer çalışanlara yardımcı olunur.

Bu işten para kazanan bakıcıların mesleğine ve parasına engel olmadan, sadece cezalı kişinin görevini yerine getirmesi usulüyle, buna benzer çalışmaların kamu yararına olması için diğer suçlular için de bu tarz yöntemler uygulanabilir.

Unutmayalım, bu dünya belli bir vakte kadar kullanmamız ve yaşamamız için hepimize tahsis edildi. Bu ortak alanları doğru, düzgün ve paylaşarak kullanmak hepimiz adına faydalı olacaktır. Birlik ve beraberlik içinde "sevgi dünyası"nı yaşatmak biz insanların elinde!