Sokağın sesi: “Çözelim”

15 Temmuz’da, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan “Milletimi meydanlara davet ediyorum” der demez halk kendini sokakta bulmuş, inandıkları uğruna kutlu bir direniş gerçekleştirmişti. O gece “Sokağa inin” emrini veren Erdoğan’ın bugün sokaktan yükselen sesi duymaması imkânsız! O sesin kendisine ulaşmasını istemeyen ve etten duvar örenlere rağmen bu sese kulak verilmesi, bir temenniden ziyade zarurettir!

12 Eylül İhtilâli’ne sayılı günler kala, ülkenin her yerinde görülen o bilindik kuyruklar, doğup büyüdüğüm ilçenin de kaderiydi.

Gazyağından likit gaza, ekmekten şekere, sigaradan una ve yağa kadar onlarca kalem… Sürekli artan fiyatlara mecburen de olsa rıza gösterenler, “Bari bulunsa!” diyorlardı.

Girdiğim kuyruklardan eli boş dönmüşlüğüm bir hayli fazlaydı. Tam sıra bize geldiğinde “Bitti” sesi yükselirdi tacirlerden…

Hiç unutmam, kapıdan baktırıp kazma kürek yaktıran Mart ayındaydık, babam balkondan düşmüş, birkaç gün sonra da sekerata girmişti. Son isteği “turfanda” salatalık oldu. İlçeyi altını üstüne getirdik ama bulamadık! Son çare olarak şehir dışından, Adana-Mersin hattından sebze taşıyan kamyon şoförlerinden rica ettik. Ama yetiştiremedik. Babam, 1976 senesinde dünya ömrünü tamamlayarak göç eyledi…

Hem pahalılık vardı, hem de yokluk. Üstüne üstlük bir de anarşi… Velhasıl, zor günlerdi. Uzun kış geceleri gibi uzun ve karanlık…

Derken, siyâsî yasaklar yavaş yavaş kalktı ve demokrasiyi yeniden tesis etmek, ekonomiyi ayağa kaldırmak, aksayan hizmetleri tam takır hâle getirmek ve müreffeh bir hayat için gerekli şartları sağlama adına iktidara talip olan Özal ve ekibi, kaptan köşküne geçmişti. En büyük hayâli olan GAP, otoyollar ve F-16’ların yanında telekomünikasyonda yaşanan ivmede de büyük bir rolü vardı. Mekânı Cennet yurdu olsun.

Özal zamanında yasalaşan teşvikler, özelleştirmeler ve serbest piyasa ekonomisi, yeni duyduğumuz terimlerdi. Ama çok kısa sürede aşina olmuştuk. Bir de ortaya atılan “orta direk” sınıfı ile “işini bilen memurlar” vardı…

O gün anlamakta zorlansam da, o günden bugüne “serbest piyasa ekonomisi”, kabullenmediğim bir yöntem. Neden mi? Cevap çok basit: Bugün iktidardan ana muhalefete varıncaya kadar herkesin şekva ettiği “hayat pahalılığını” tetikleyen etken, sanırım bahsini ettiğim serbest piyasa ekonomisinin devam ediyor olmasıdır. Şikâyetin kaynağında olan ise vatandaşın kendisi.

Bilinen bir gerçek var, “hükûmetleri mutfak getirir, mutfak götürür”. Son iki yılda yüzleştiğimiz küresel salgın ile iyice kontrolden çıkan hayat pahalığı, sadece bizde değil, Asya’dan Avrupa’ya, Amerika’dan Uzak Doğu’ya, gıdadan faturalara varıncaya kadar sayısız kaleme yansımış durumda. Bu haftaki yazımızda, yüzeysel de olsa sokağın sesiyle örtüşen iç sesimin yankısını duyurmaya gayret edeceğim.

***

Ben, gazeteci ve yazarları biraz gökkuşağına, biraz da acılı baharata benzetirim. Siz beni ister ak, ister kara yahut yedi renkli “gökkuşağı” olarak görün yahut da “yedibahar” olarak…

Hatırlanacağı üzere 15 Temmuz’da, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan “Milletimi meydanlara davet ediyorum” der demez halk kendini sokakta bulmuş, inandıkları uğruna kutlu bir direniş gerçekleştirmişti. O gece “Sokağa inin” emrini veren Erdoğan’ın bugün sokaktan yükselen sesi duymaması imkânsız! O sesin kendisine ulaşmasını istemeyen ve etten duvar örenlere rağmen bu sese kulak verilmesi, bir temenniden ziyade zarurettir!

Konuşması gerekenlerin sustuğu bir ülkede konuşmaması gerekenlerin televizyon ekranlarında boy göstermesi, kanal kanal gezmesi ve demeçler vermesi oldukça manidar. Bunlardan biri de AK Parti eski Konya Milletvekili Hüsniye Erdoğan. Hüsniye Erdoğan, geçen haftanın çok konuşanları arasında yer aldı.

Son dönemde elektrik ve akaryakıt fiyatlarına gelen zammı az bulmuş olacak ki onları “Mini mini zamlar” diye tarif etmişti Hüsniye Hanım.

Şimdi bizzat yaşadığım birkaç örneği paylaşmak istiyorum…

Geçen yıl Mart ayında 27 TL’ye aldığım 5 litrelik sıvı yağ, şimdi 85 TL. Market zincirleri, tam 3 litre sıvı yağımı ç/almışlar!

Ağustos ayında karpuzun kilosu 2 lira 45 kuruştu, bir karpuza yaklaşık 16 TL ödeme yaptım. Zaten bu sene topu topu üç karpuz tükettik. Geçen yıla oranla su, elektrik ve doğalgaz faturaları neredeyse üç katına ulaşmış durumda. Enflasyonun döviz, akaryakıt, gıda ve fatura fiyatlarını tetiklediği bildiğimiz sonuç ama bunu göğüslemek zor.

Geçen hafta Amerikan dolarının 9 lirayı görmesinin ardından akaryakıta gelen zam ile de 8 lirayı aşan motorinin fiyatı benzinle eşitlenmiş oldu. Gram altın 500, çeyrek altın ise 900 TL sınırını zorluyor.

Aslında doların yükseldiği de yok! Türk parası, ne yazık ki değer kaybediyor ve düşüş nedense önlenemiyor.

Önümüzde “önemli” sayılabilecek 2023 Seçimleri var. Muhalefet kanadındaki ittifak, “Parlamenter sistemi geri getireceğiz” efsunuyla Cumhurbaşkanlığı mâkâmına talip olduğunu sıklıkla dillendiriyor ama Türkiye’nin yeni olmayan sorunlarına henüz çözüm üretmiş değil.

Bu tarafta ise, 20 yıllık iktidarın koalisyon dönemlerinden kalma kronik sorunların tamamına neşter vurmadığını ya da vuramadığını da görüyoruz. Şimdiye dek çoktan çözülmesi gereken “yeni anayasa” ile 3600 ek gösterge konusu ile ilgili bizzat Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından 2022’nin sonu işaret ediliyor ki bu, çok riskli yaklaşım. Seçmen yani sokak, artık “çözüm” istiyor! 

Önümüzdeki seçim, evet, “önemli”. Ama önemli olduğu kadar da “zor” bir seçim olacak. Mazbatayı alan lideri bekleyen sorunlara göz atacak olursak; enflasyon, dolar-avro paritesi, akaryakıt, gıda, faturalar, gayrimenkul, kira, okul servis ücretleri ve gübre artışlarının kontrol altına alınması, otoyol ve yap-işlet-devret modeliyle yapılan şehir hastaneleri, havalimanları, köprülerin “garantili kullanım” şartının revize edilmesi, Emeklilikte Yaşa Takılanlar ve işsizliğin yanı sıra PKK terörünün bitirilmesi, darbelerin önlenmesi, mülteci ve yasadışı göç, kadın cinayetleri, çocuk istismarı, çocuk gelinler ve düğünler ile asker uğurlamalarındaki silah kullanımının engellenmesi, uyuşturucu, mafya ve değnekçilikle mücadele, trafik kazaları, küresel iklim değişikliği, çevre ve ses kirliliği, orman yangınları, su ve ekmek israfının önlenmesi, tarım ve hayvancılık politikalarının yeniden ele alınması, Türkçenin korunması, kültür-sanat başlıklarında yeni projelere başlanması, sosyal medya kullanımının düzenlemesi, neslin fenomen, influecer ve Kore-can olma hayâlinden vazgeçirilmesi, ekranlardaki gündüz kuşağı programları ve faydasız yarışmalara çekidüzen getirilmesi, YGS-LYS sınavları, öğrenci yurtları ve burslarının gündemden çıkarılması ilk akla gelenler…

Başta savunma sanayii olmak üzere sağlıkta ve ulaşımda çığır aşan yatırımlara imza atan, reformlar gerçekleştiren ve bunu 20 yıla sığdıran bir iktidar var ortada. Fakat 2023’e girerken yaşadıklarından ders çıkararak sistemin fabrika ayarlarına değil, partinin kendi fabrika ayarlarına dönmesi ve bu anlamda sonuç odaklı adımlar atması gerekir. Üstelik zaman kaybetmeden!

AK Parti’nin kurulduğu dönemde henüz dünyaya gelmemiş gençlerin, 2023’te sandık başına gidecek olmaları, seçimin kaderini önemli ölçüde etkileyecektir. Ancak en önemli parametre, başta da belirttiğimiz gibi “mutfak” departmanıdır. 

2023 hem ittifaklar ve siyâsî partiler, hem de seçmen açısından zorlu bir kavşak. Bu anlamda böylesine zorlu bir yarışa şahit olacaklar, tarihe de şahitlik etmiş olacaklar. Kabul etmek gerekir ki, parlamenter sistem çok dillendiriliyor ama tek başına bir çare değil. Sihirli değnek ise hiç değil!

Ülkeyi güllük gülistanlık bir çehreye kavuşturmak isteyenler, sokağın sesine her dönem kulak vermeli, onlarla gönül bağını koparmamalı, en önemlisi de her görüşe adalet ve eşitlik ilkesiyle kucak açmalı.

Şimdi 2023’e talip olacaklar, yukarıdaki sorunları çözecek dosya ve projelerle halkın önüne çıkmalı. Heyecanı, bilgi birikimi, tecrübesi, basireti, feraseti ve cesareti olanlar önden buyursun!