Sızıntı hanedan komploları: Cem Sultan’ın İtalyan torunları

Şimdi soru şu: Bu bahtsız şehzadenin Papalık’taki hayatında çoluk çocuk sahibi olduğu biliniyor. Hatta ailesinin Hıristiyan olarak İtalya’da yaşadığı da malûm. Peki, yüzyıllar önce Sultan Cem’i siyasî hırsları için kullanan, hatta bu hırsla ölümüne sebep olan Batılı aklı, bugün boş durur mu? Yani Sultan Cem’in sulbünden inen İtalyan isimli o hanedan kolunu kullanmayı düşünmez mi? Ya da nasıl ve kim adına düşünüyordur?

YIL 1481… Koca Sultan Fatih Mehmet şaibeli bir şekilde öldü. Onun yerine Osmanlı tahtına büyük oğlu İkinci Bayezid geçti. Büyük şehzade… Kimdi Bayezid?

“Dönemin tanınmış bilim ve sanat adamlarından ders almış olan büyük şehzade, sakin ve barışsever bir kişiliğe sahipti” diye yazıyor tarihler. Bu nedenle tercih edilen o olmuştu. Devlet sıra oldu ve seyfiye/asker, kalemiye/bürokrasi ve ilmiye/bilim dünyası ve yargının önemli isimlerinin kendisine biat etmesi zor olmadı. Buna karşı kardeşi Şehzade Cem ise onun hükümdarlığını tanımadı. Peki, kimdi Şehzade Cem?

Denildiğine göre küçük kardeş Cem, tıpkı babası gibi enerjik ve savaşçı ruhlu biriydi. Zira iyi bir asker olarak yetiştirilmişti. Ancak kolay yönlendirilebilen, hırslı ve ihtiraslı bir kişiliğe sahipti. Bu nedenle, “Saltanatın hakkım olduğuna inanıyor ve hakkım olanı savaşarak alacağım” diyordu. İşte bu yüzden tanımadı devletin biatını ve kısa sürede dört bin kişilik askerî kuvveti toplamayı başardı.

Sultan Cem, ordusunun başına iyi bir komutan olan Gedik Nasuh Bey'i getirdi. Komutanlığını ispat eden Gedik Nasuh Bey, Bayezid Han'ın kuvvetlerini Bursa'da yenerek şehri teslim aldı. Kazandığı bu zaferden cesaret alan Cem, burada kendi adına para bastırıp hutbe okutarak hükümdarlığını ilan etti. Fakat Bursa yenilgisi Bayezid'i yıldırmamıştı, yeniden savaş hazırlıklarına başladı. Bu sırada Cem'den bir elçilik heyeti geldi İstanbul’a. Heyete başkanlık eden, Çelebi Mehmet'in kızı Selçuk Hatun’du. Padişah’ın karşısına çıkan saygıdeğer Selçuk Hatun, “Savaşın sona erdirilerek ülkenin iki kardeş arasında paylaştırılmasını istiyorum” diyordu. Bayezid bu teklifi hiç düşünmeden “Asla!” diyerek reddetti. Zira, “Kimse ülke bütünlüğünün bozulmasını benden istemesin” gibi önemli bir gerekçe ileri sürüyordu.

Bu durumda artık savaş kaçınılmaz hâle gelmişti. Şimdi saldırı sırası Bayezid’deydi. Padişah ağabey, kardeşi Cem'le savaşacak ordunun komutanlığına “Otranto Fatihi” meşhur Gedik Ahmet Paşa'yı getirdi.

Ve taraflar Yenişehir ovasında bir kez daha karşı karşıya geldiler. Takvimler 20 Temmuz 1481’in üzerindeydi. Usta bir asker ve tecrübeli bir komutan olan Gedik Ahmet Paşa, Cem'in kuvvetlerini kısa kürede dağıtmayı başardı. Bu yenilgi üzerine Cem, Karamanoğlu Kasım Bey'in yardımı ile Mısır'a kaçtı. Mısır Sultanı Kayıtbay, onu hükümdar gibi karşılayarak büyük saygı gösterdi. Bir süre Mısır sarayında misafir olarak kalan Cem, bu arada Hacca gitti, Hacı oldu. Hem de Osmanlı sülalesinin Hacı olan tek ferdi unvanını aldı.

Ruhsal anlamda yaptığı ibadetten çok etkilenen ve dünyaya olan meylini törpülemeyi başaran Şehzade, Hac dönüşü Mısır'da sakin ve sessiz bir hayat sürmeye karar vermişti. Lâkin kaderi, onun bir başka yolun mahkûmu olduğunda ısrarcıydı. Bu nedenle Karamanoğlu Kasım Bey onu rahat bırakacak gibi görünmüyordu. Karamanoğlu, yazdığı mektubunda Cem’e, “Şehzadem, durum son derece uygun, eğer Anadolu’ya dönecek olursan bu kez başaracağına eminim!” diye yazmaktaydı. Kasım Bey'in telkin ve teşviki ile Anadolu'ya dönen Sultan Cem, tekrar kuvvet toplayarak bir kez daha savaş hazırlıklarına başladı. Tabiî ortalık çaşıt kaynıyordu. Bu yüzden haber uçtu İstanbul’a. Durumu öğrenen Padişah Bayezid, Gedik Ahmet Paşa'yı yeniden harekete geçirdi ve bir kez daha Cem'in üzerine gönderdi. Konya önlerinde yapılan bu savaş da Cem’in yenilgisiyle sonuçlandı. Mağlup Şehzade, yakalanmamak için Taşeli’ne kaçarak izini kaybettirdi.

Bayezid, Cem'e bir elçilik heyeti göndererek savaşmaktan vazgeçmesini ve eğer Kudüs'te oturmayı kabul ederse kendisine yüklü bir maaş bağlanacağını bildirdi. Teklifi kabul etmeyen Cem, ülkenin paylaşılmasında ısrar ediyor ve Anadolu’nun kendisinde, Rumeli’nin kardeşinde kalmasını istiyordu. Bayezid bir kez daha “Asla ülke bütünlüğünden ödün vermem!” dedi ve kardeşinin teklifini reddetti.

Ancak Cem, bunca yenilgiye karşın mücadeleden vazgeçme niyetinde değildi. Yeni bir plânı vardı. Bu sefer Rumeli'ye geçerek oradan kuvvet toplamak ve savaşa devam etmek niyetindeydi. Ama nasıl?

Kolayı vardı; o yıllarda henüz Osmanlılar tarafından fethedilmemiş olan Rodoslulara başvurdu. Yani Cem, Rumeli'ye geçmek için pekâlâ Rodos Şövalyelerinin gemilerinden yararlanabilirdi. Zaten onların işi buydu: Bölgede bozgunculuk çıkarmak… (Tıpkı Karamanoğlu beyleri gibi.)

Cem, tüm cesaret ve savaşçılığına rağmen iyi bir siyasetçi değildi. Çünkü Rumeli'ye geçme fikrinin sahibi olan Karamanoğlu'nun oyununa geldiğini bir türlü anlayamamıştı. Karamanoğlu ise yakınlarına, “Amacım, iki kardeşi Rumeli'de savaşa sokarak Anadolu'da Osmanlı’ya kaptırdığım yerleri geri almak” diyordu.

Saltanat hırsı ile doğru düşünemeyen Cem, bir tüccar gemisi ile Rodos'a geçti (15 Temmuz 1482). Fakat Rodos’ta aradığını bulamayan Şehzade, ne yazık ki orada Şövalyelerin tutsağı hâline geldi. Entrika dâhisi Şövalyeler, Bayezid'den para sızdırmak için bir süre küçük şehzadeyi ellerinde tuttuktan sonra onu Papa'ya sattılar.

Aynı zamanda şair olan Sultan Cem, Rodos'taki sıkıntılı günlerinde kardeşine sitem dolu bir mektup göndermişti. Mektubunda mücadele amacını çocuksu bir dille ifade ederek şöyle diyordu: “Sen pisteri gülde yatasun şevk ile handan/ Ben kül döşenem külhan-ı mihnette; böyle sebep ne?”

Şehzade bu dizelerinde, "Sen gül yataklarda zevk ve sefa sürerken benim yerlerde sürünmem doğru mu?" diye soruyordu. Bayezid'in bu beyte verdiği cevabı ise en az kardeşininki kadar şairaneydi: “Çün ruz-ı ezel kısmet olunmuş bize devlet/ Takdire rıza virmeyesün, böyle sebep ne/ Haceü’l-Haremeynüm deyü davi kılursun/ Bu saltanat-ı dünyeviye bunca sebep ne?”

Yazdığı bu kıtada Bayezid ise, padişahlığın kendisine Hakk'ın bir takdiri olduğunu, kardeşinin buna razı olmasını ve dünya saltanatına fazla kapılmamasını söylüyordu. Ancak ne yazık ki bu şairane ifadeler de sorunun çözülmesi için yeterli olmayacaktı.

Papa’nın elinde bir şehzade

Papa, kendisine teslim edilen Şehzade Cem'den, Osmanlılara karşı başlatılabilecek bir Haçlı seferinde yararlanmayı düşünüyordu. Bu arada Cem, Avrupalılar için çok önemliydi. Meselâ onu Macar Kralı Matyas Corvin ile Fransa Kralı Sekizinci Charles de istiyordu. Özellikle Charles, Kudüs'e düzenlemeyi plânladığı “Haçlı-Frank Seferi”nde Cem'in işe yarayabileceği kanaatindeydi. Bu nedenle güçlü bir ordu ile Roma'ya girerek Papa'dan Osmanlı şehzadesini zorla aldı. Ve onu bir prens görkemiyle Fransa'ya götürdü. Ancak Papa, bahtsız padişah oğlunu krala teslim etmeden önce zehirlemişti.

Cem, Batı'da geçirdiği uzun ve sıkıntılı günlerinde geçmişi ile yüzleşme fırsatını bulmuş olmalıydı. Kendisinin, İslâm dünyasının aleyhine kullanılmak istendiğini geç de olsa anladığı için çok üzüntülüydü. Tarihçiler, onun zaman zaman, "Ya Rab! Anlıyorum ki din düşmanları muzır tasavvurlarına beni alet etmek istiyorlar. Bu durumda beni daha çok yaşatma, canımı al!" diyerek dua ettiğini yazıyorlar. Anlaşılan o ki, Cem’in duası kabul edilmişti. Çünkü Fransa'ya giderken yolda hastalandı. Gittikçe fenalaşıyordu. Fransa Kralı, Cem'i iyileştirmek için özel hekimlerini görevlendirmişti. Fakat bahtsız şehzade, tüm çabalara rağmen kurtarılamadı ve vefat etti (24 Şubat 1495). Cenazesi, sonradan ülkesine getirilerek Bursa'da toprağa verildi.

Ölümünden sonra Cem'in tüm kişisel eşyaları İstanbul'a gönderilmişti. Bunlar arasında çeşitli kitaplar, silahlar, mücevherler, atlar, bir maymun ve bir de papağan vardı. Papağan çok iyi eğitilmişti. "Allah, Cem'e yardım etsin!" cümlesini açık ve net olarak söyleyebiliyordu. Şehzadenin ölümünden sonra ise adamları ona, "Allah, Cem'e rahmet etsin!" cümlesini öğretmişlerdi.

Duygulu bir insan olan Sultan Bayezid, kardeşinden kalan eşyalara hüzünlü ve dalgın dalgın bakarken aniden "Allah, Cem'e rahmet etsin!" sözünü duyunca irkildi. Papağan, aynı sözü birkaç kez daha tekrar edince gözyaşlarını tutamadı ve bahtsız kardeşi için uzun uzun ağladı.

Şimdi soru şu: Bu bahtsız şehzadenin Papalık’taki hayatında çoluk çocuk sahibi olduğu biliniyor. Hatta ailesinin Hıristiyan olarak İtalya’da yaşadığı da malûm. Peki, yüzyıllar önce Sultan Cem’i siyasî hırsları için kullanan, hatta bu hırsla ölümüne sebep olan Batılı aklı, bugün boş durur mu? Yani Sultan Cem’in sulbünden inen İtalyan isimli o hanedan kolunu kullanmayı düşünmez mi? Ya da nasıl ve kim adına düşünüyordur? Hanedan sızmalarının konuşulduğu bu tarih diliminde, herhangi bir hanedanla ilişkili olan hiçbir kimse oyunun parçası olmaktan muaf değil. Bizden söylemesi!