YIL 1481… Koca
Sultan Fatih Mehmet şaibeli bir şekilde öldü. Onun yerine Osmanlı tahtına büyük
oğlu İkinci Bayezid geçti. Büyük şehzade… Kimdi Bayezid?
“Dönemin tanınmış bilim ve sanat adamlarından ders
almış olan büyük şehzade, sakin ve barışsever bir kişiliğe sahipti” diye
yazıyor tarihler. Bu nedenle tercih edilen o olmuştu. Devlet sıra oldu ve
seyfiye/asker, kalemiye/bürokrasi ve ilmiye/bilim dünyası ve yargının önemli
isimlerinin kendisine biat etmesi zor olmadı. Buna karşı kardeşi Şehzade Cem
ise onun hükümdarlığını tanımadı. Peki, kimdi Şehzade Cem?
Denildiğine göre küçük kardeş Cem, tıpkı babası gibi
enerjik ve savaşçı ruhlu biriydi. Zira iyi bir asker olarak yetiştirilmişti. Ancak
kolay yönlendirilebilen, hırslı ve ihtiraslı bir kişiliğe sahipti. Bu nedenle,
“Saltanatın hakkım olduğuna inanıyor ve hakkım olanı savaşarak alacağım” diyordu.
İşte bu yüzden tanımadı devletin biatını ve kısa sürede dört bin kişilik askerî
kuvveti toplamayı başardı.
Sultan Cem, ordusunun başına iyi bir komutan olan
Gedik Nasuh Bey'i getirdi. Komutanlığını ispat eden Gedik Nasuh Bey, Bayezid
Han'ın kuvvetlerini Bursa'da yenerek şehri teslim aldı. Kazandığı bu zaferden
cesaret alan Cem, burada kendi adına para bastırıp hutbe okutarak hükümdarlığını
ilan etti. Fakat Bursa yenilgisi Bayezid'i yıldırmamıştı, yeniden savaş
hazırlıklarına başladı. Bu sırada Cem'den bir elçilik heyeti geldi İstanbul’a.
Heyete başkanlık eden, Çelebi Mehmet'in kızı Selçuk Hatun’du. Padişah’ın
karşısına çıkan saygıdeğer Selçuk Hatun, “Savaşın sona erdirilerek ülkenin iki
kardeş arasında paylaştırılmasını istiyorum” diyordu. Bayezid bu teklifi hiç
düşünmeden “Asla!” diyerek reddetti. Zira, “Kimse ülke bütünlüğünün bozulmasını
benden istemesin” gibi önemli bir gerekçe ileri sürüyordu.
Bu durumda artık savaş kaçınılmaz hâle gelmişti. Şimdi
saldırı sırası Bayezid’deydi. Padişah ağabey, kardeşi Cem'le savaşacak ordunun
komutanlığına “Otranto Fatihi” meşhur Gedik Ahmet Paşa'yı getirdi.
Ve taraflar Yenişehir ovasında bir kez daha karşı
karşıya geldiler. Takvimler 20 Temmuz 1481’in üzerindeydi. Usta bir asker ve
tecrübeli bir komutan olan Gedik Ahmet Paşa, Cem'in kuvvetlerini kısa kürede
dağıtmayı başardı. Bu yenilgi üzerine Cem, Karamanoğlu Kasım Bey'in yardımı ile
Mısır'a kaçtı. Mısır Sultanı Kayıtbay, onu hükümdar gibi karşılayarak büyük
saygı gösterdi. Bir süre Mısır sarayında misafir olarak kalan Cem, bu arada Hacca
gitti, Hacı oldu. Hem de Osmanlı sülalesinin Hacı olan tek ferdi unvanını aldı.
Ruhsal anlamda yaptığı ibadetten çok etkilenen ve
dünyaya olan meylini törpülemeyi başaran Şehzade, Hac dönüşü Mısır'da sakin ve
sessiz bir hayat sürmeye karar vermişti. Lâkin kaderi, onun bir başka yolun
mahkûmu olduğunda ısrarcıydı. Bu nedenle Karamanoğlu Kasım Bey onu rahat
bırakacak gibi görünmüyordu. Karamanoğlu, yazdığı mektubunda Cem’e, “Şehzadem, durum
son derece uygun, eğer Anadolu’ya dönecek olursan bu kez başaracağına eminim!”
diye yazmaktaydı. Kasım Bey'in telkin ve teşviki ile Anadolu'ya dönen Sultan Cem,
tekrar kuvvet toplayarak bir kez daha savaş hazırlıklarına başladı. Tabiî
ortalık çaşıt kaynıyordu. Bu yüzden haber uçtu İstanbul’a. Durumu öğrenen
Padişah Bayezid, Gedik Ahmet Paşa'yı yeniden harekete geçirdi ve bir kez daha
Cem'in üzerine gönderdi. Konya önlerinde yapılan bu savaş da Cem’in yenilgisiyle
sonuçlandı. Mağlup Şehzade, yakalanmamak için Taşeli’ne kaçarak izini
kaybettirdi.
Bayezid, Cem'e bir elçilik heyeti göndererek
savaşmaktan vazgeçmesini ve eğer Kudüs'te oturmayı kabul ederse kendisine yüklü
bir maaş bağlanacağını bildirdi. Teklifi kabul etmeyen Cem, ülkenin
paylaşılmasında ısrar ediyor ve Anadolu’nun kendisinde, Rumeli’nin kardeşinde
kalmasını istiyordu. Bayezid bir kez daha “Asla ülke bütünlüğünden ödün vermem!”
dedi ve kardeşinin teklifini reddetti.
Ancak Cem, bunca yenilgiye karşın mücadeleden vazgeçme
niyetinde değildi. Yeni bir plânı vardı. Bu sefer Rumeli'ye geçerek oradan
kuvvet toplamak ve savaşa devam etmek niyetindeydi. Ama nasıl?
Kolayı vardı; o yıllarda henüz Osmanlılar tarafından
fethedilmemiş olan Rodoslulara başvurdu. Yani Cem, Rumeli'ye geçmek için pekâlâ
Rodos Şövalyelerinin gemilerinden yararlanabilirdi. Zaten onların işi buydu:
Bölgede bozgunculuk çıkarmak… (Tıpkı Karamanoğlu beyleri gibi.)
Cem, tüm cesaret ve savaşçılığına rağmen iyi bir
siyasetçi değildi. Çünkü Rumeli'ye geçme fikrinin sahibi olan Karamanoğlu'nun
oyununa geldiğini bir türlü anlayamamıştı. Karamanoğlu ise yakınlarına,
“Amacım, iki kardeşi Rumeli'de savaşa sokarak Anadolu'da Osmanlı’ya kaptırdığım
yerleri geri almak” diyordu.
Saltanat hırsı ile doğru düşünemeyen Cem, bir tüccar
gemisi ile Rodos'a geçti (15 Temmuz 1482). Fakat Rodos’ta aradığını bulamayan Şehzade,
ne yazık ki orada Şövalyelerin tutsağı hâline geldi. Entrika dâhisi Şövalyeler,
Bayezid'den para sızdırmak için bir süre küçük şehzadeyi ellerinde tuttuktan
sonra onu Papa'ya sattılar.
Aynı zamanda şair olan Sultan Cem, Rodos'taki
sıkıntılı günlerinde kardeşine sitem dolu bir mektup göndermişti. Mektubunda
mücadele amacını çocuksu bir dille ifade ederek şöyle diyordu: “Sen pisteri
gülde yatasun şevk ile handan/ Ben kül döşenem külhan-ı mihnette; böyle sebep
ne?”
Şehzade bu dizelerinde, "Sen gül yataklarda zevk
ve sefa sürerken benim yerlerde sürünmem doğru mu?" diye soruyordu. Bayezid'in
bu beyte verdiği cevabı ise en az kardeşininki kadar şairaneydi: “Çün ruz-ı ezel
kısmet olunmuş bize devlet/ Takdire rıza virmeyesün, böyle sebep ne/ Haceü’l-Haremeynüm
deyü davi kılursun/ Bu saltanat-ı dünyeviye bunca sebep ne?”
Yazdığı bu kıtada Bayezid ise, padişahlığın kendisine
Hakk'ın bir takdiri olduğunu, kardeşinin buna razı olmasını ve dünya
saltanatına fazla kapılmamasını söylüyordu. Ancak ne yazık ki bu şairane
ifadeler de sorunun çözülmesi için yeterli olmayacaktı.
Papa’nın
elinde bir şehzade
Papa, kendisine teslim edilen Şehzade Cem'den,
Osmanlılara karşı başlatılabilecek bir Haçlı seferinde yararlanmayı
düşünüyordu. Bu arada Cem, Avrupalılar için çok önemliydi. Meselâ onu Macar
Kralı Matyas Corvin ile Fransa Kralı Sekizinci Charles de istiyordu. Özellikle
Charles, Kudüs'e düzenlemeyi plânladığı “Haçlı-Frank Seferi”nde Cem'in işe
yarayabileceği kanaatindeydi. Bu nedenle güçlü bir ordu ile Roma'ya girerek
Papa'dan Osmanlı şehzadesini zorla aldı. Ve onu bir prens görkemiyle Fransa'ya
götürdü. Ancak Papa, bahtsız padişah oğlunu krala teslim etmeden önce
zehirlemişti.
Cem, Batı'da geçirdiği uzun ve sıkıntılı günlerinde
geçmişi ile yüzleşme fırsatını bulmuş olmalıydı. Kendisinin, İslâm dünyasının
aleyhine kullanılmak istendiğini geç de olsa anladığı için çok üzüntülüydü.
Tarihçiler, onun zaman zaman, "Ya Rab! Anlıyorum ki din düşmanları muzır
tasavvurlarına beni alet etmek istiyorlar. Bu durumda beni daha çok yaşatma,
canımı al!" diyerek dua ettiğini yazıyorlar. Anlaşılan o ki, Cem’in duası kabul
edilmişti. Çünkü Fransa'ya giderken yolda hastalandı. Gittikçe fenalaşıyordu.
Fransa Kralı, Cem'i iyileştirmek için özel hekimlerini görevlendirmişti. Fakat
bahtsız şehzade, tüm çabalara rağmen kurtarılamadı ve vefat etti (24 Şubat
1495). Cenazesi, sonradan ülkesine getirilerek Bursa'da toprağa verildi.
Ölümünden sonra Cem'in tüm kişisel eşyaları İstanbul'a
gönderilmişti. Bunlar arasında çeşitli kitaplar, silahlar, mücevherler, atlar,
bir maymun ve bir de papağan vardı. Papağan çok iyi eğitilmişti. "Allah,
Cem'e yardım etsin!" cümlesini açık ve net olarak söyleyebiliyordu. Şehzadenin
ölümünden sonra ise adamları ona, "Allah, Cem'e rahmet etsin!"
cümlesini öğretmişlerdi.
Duygulu bir insan olan Sultan Bayezid, kardeşinden
kalan eşyalara hüzünlü ve dalgın dalgın bakarken aniden "Allah, Cem'e
rahmet etsin!" sözünü duyunca irkildi. Papağan, aynı sözü birkaç kez daha
tekrar edince gözyaşlarını tutamadı ve bahtsız kardeşi için uzun uzun ağladı.
Şimdi soru şu: Bu bahtsız şehzadenin Papalık’taki
hayatında çoluk çocuk sahibi olduğu biliniyor. Hatta ailesinin Hıristiyan olarak
İtalya’da yaşadığı da malûm. Peki, yüzyıllar önce Sultan Cem’i siyasî hırsları
için kullanan, hatta bu hırsla ölümüne sebep olan Batılı aklı, bugün boş durur
mu? Yani Sultan Cem’in sulbünden inen İtalyan isimli o hanedan kolunu
kullanmayı düşünmez mi? Ya da nasıl ve kim adına düşünüyordur? Hanedan
sızmalarının konuşulduğu bu tarih diliminde, herhangi bir hanedanla ilişkili
olan hiçbir kimse oyunun parçası olmaktan muaf değil. Bizden söylemesi!