Sizin senaryonuz da ne ki?

Rahmetli Doğan Hoca demişti ki, “Bir akvaryumdaki balık hasta. O balığı çıkarıp yerine sağlıklı balık koyuyorsun. O da hastalanıyor. Çünkü, hastalık suda. O yüzden suyu değiştireceksin”. Şahsımı fazla tanımayan insanlar şahsımla ilgili tuhaf tuhaf senaryo üretiyorlar ve sonra da o senaryoyu gerçek kabul edip icraatlarda bulunuyorlar. Sonra da ayıkla pirincin taşını. O yüzden akvaryumun suyunun değişmesine çabalamak gibi kültürün değişimi için mücadele etmek şart.

OHOOOO! Bu fakir ne senaryolara şahit oldu, ne senaryoları yaşadı! Hemencecik olacakmış gibi görünen nice meselelerin hâllinin imkânsızlaştığı da olabiliyor, hiç olmayacakmış gibi durumlar ise bir anda oluveriyor. Şahsım da dahil olmak üzere insanların tahmin veya zanlarından meydana gelen senaryoların sadece insanları üzmeye, kırmaya, kırılmaya, huzursuzluğa, çatışmaya yaradığını, buna yaramak denirse tabii, gözlemliyorum. Huzurlu, üretken, tatlı, sempatik, sürekli zinde ve gelişen bir hayat istiyorsak senaryo üretimimize son verelim. Onun yerine okullarda, iş yerlerinde, STK’larımızda, komşuluklarda hasılı başkalarıyla olduğumuz her yerde aşağıda bahsedeceğimiz konuları dikkate alıp bir hayat tarzı geliştirelim diye öneriyoruz.

Bir ara çok hoşuma giden bir kulaklığımı kaybettim. İşin kötüsü nerede kaybettiğimi de hatırlamıyorum. Çocuklar babalar gününde almışlardı. Hem bu yönden sevdiğim hem de çok işime yarayan bir kulaklıktı. Nerede arayacağımı bilmiyorum, nasıl arayacağımı da bilemiyorum. Çaresiz evin her köşesini, eşyalarımın her yerini aradım. Yok, yok, yok… Ümidimi kesmesem de hayal edebildiğim, düşünebildiğim, nerede kaybetmiş olabileceğim veya bulabileceğimle ilgili en olmaz senaryolarım bile bitti, tükendi. Allah’tan “Kesin filan almıştır, çalmıştır” gibi bir özelliğimi uzun süreden beri terbiye ettiğim için öyle senaryolara girmemiştim. Peki sonra? “Buldum” demeye korkuyorum, çünkü benim çabamla, gayretimle, aklımla, fikrimle bulmadım, kendiliğinden bulundu. Nerede bulundu biliyor musunuz? Çamaşır makinesinin arkasında ve altında, duvar tarafında. Bir gün çamaşır makinesi kenara çekilme ihtiyacı sebebiyle çekilince benim kulaklık orada karşımıza çıktı. Oraya ne zaman, nasıl, hangi yol ve yöntemle gitti, bilmiyorum. Uzun süre o kulaklığı kullandım. Sonra yine kaybettim. Hâlâ da bulamıyorum. Artık aramıyorum. Nasıl olsa aklımın eremeyeceği bir şekilde bulunma ihtimali yüksek. Bu arada bendeki gelişme ne oldu? “Sen ne olursan ol, ne kadar zeki, akıllı olup birçok şey yapabiliyormuş, senaryoların en kralını yazabiliyormuş gibi olsan da büyük senaryoyu yazan güç, irade, yaratıcı, yani neye inanıyorsan onun senaryolarının sınırsızlığını artık gör. Senin senaryolar da ne ki?!” gibi bir gerçeği anladım, fark ettim.

Bunun günlük hayata yansıması da oldu elbette. İlişkilerimde hiçbir arkadaşımla, yakınımla ilgili olarak senaryo, hele hele kötü senaryo üretmiyorum. Anlayamadığım bir şey mi oldu? Hemen kendisine soruyorum. Neden, “Kesin o böyle şeyler yapmıştır, şunu düşünüp bununla görüşmüş ve birlikte böyle yapmıştır” diye yorayım ki kendimi. Açıkça “Bunu sen mi yaptın veya bunu yaparken gerekçen neydi? Bu cümleyi neye dayanarak söylüyorsun?”deyip geçiyorum. Dolayısıyla arkadaşlarım hakkında kötü düşünmek, arkalarından konuşmak, dedikodu, gıybet, birini diğerine çekiştirmek gibi ahlâkî sorunlar da yaşamıyorum. Bunu açıkça yapınca öngörülebilir oluyorsunuz. “Bunu o yapmaz, söylemez” gibi şeyler düşünülür, konuşulur oluyorsunuz. Hayatın en önemli duygusunu yani güven duygusunu yaşıyor ve yaşatıyorsunuz. Çok sevdiğim, değerli ve sevimli bulduğum arkadaşlarım, yakınlarım var ve bu senaryo üretimini çok yapıyorlar. Kendilerini sürekli huzursuz ve mutsuz görüyorum. Öyle ki bu durum onları o kadar üzüyor ki hayat sevinçleri, yaşama istekleri azalıyor. Sadece ilişkilerde değil, sinema, kitap, roman dışında hiçbir konuda senariste, senaryoya ihtiyaç yok. En iyisi “Olanda hayır vardır. Ben üzerime düşeni, doğru bildiğimi yapayım, bildiğim doğruların sayısını artırmaya çalışayım da gerisini yaratıcıya, büyük iradeye bırakayım” deyip geçmek lazım. Peki bunu kalıcı, sürdürülebilir, uygulanabilir hâle getirmek yapılabilecek şey nedir?

Aslında bunun sırrı, BİRLİKTE YAŞAMA KÜLTÜRÜ’nde yatıyor. Eğer birlikte yaşama kültürümüz gelişmiş, iyi, güzel ve doğru olursa hem ferdî hem de toplumsal hayatımızın tadına doyulmaz.  Bunun için okul hayatı bir imkân ve fırsat. Hayal edelim. Birlikte oyun oynuyor, sohbet ediyor, birlikte bir faaliyet yapıyorlar. Bunları yaparken temel kural şu: Birbirlerini izliyorlar, gözlemliyorlar, özellikle oyun oynarken, faaliyet yaparken ortaya çıkan durumlar karşısındaki tutum ve davranışları hakkında sorular sorup tanımaya ve anlamaya çalışıyorlar, yargılamıyorlar, kategorize etmiyorlar. Karşısındakinin özelliğini öğrenince kendisinin de o konudaki özelliğinin farkına varıyor. Çağlaya tuz sepeleyip yemeyi mi yoksa tuz sepelemeksizin mi yemeyi seviyorlar? Karpuzun suyunu içmekten mi yoksa onu yemekten mi hoşlanıyorlar? Böyle birçok durum. Kavga etmeksizin birbirlerinin farklılıklarının farkına varıyorlar. Mesela eğer bir dışlama veya ayrımcılık davranışıyla karşılaşırsa onu niçin yaptıklarını sorabilir rahatlıkla. Oyuna neden alınmadığını, eğer bir uyumsuzluğu varsa onu düzeltmesi gerektiğini öğrenecektir. Şimdiye kadar olan oldu ve hepimiz özel hayatımızda acayip kötü senaryolar üreten birer senaryo fabrikasına döndük, alıştık ve bir türlü bu hâlden kurtulamıyoruz. Her şey bitti mi yani?

Bundan kurtulmuş bir fani olarak kendi yaptığımız hakkında şunları söyleyebiliriz: İlk evvel yanımda “Kesin o şuna şöyle demiştir, o da ona böyle yapmıştır” gibi konuşmaları yapmamalarını lisan-ı münasiple istirham ediyorum. Çünkü, o kültürün bir parçası ve esiri olmak istemiyorum. Beraberinde zihnimde beliren düşünceleri defetmeye çalışıyorum. Defetme yöntemim de ya ayet, şiir gibi şeyleri ezberlemek, ya matematik veya bilmece çözmek. Yani zihnimi faydalı şeylerle meşgul edecek konuları düşünmeye çalışıyorum. Şu ana kadar hiçbir zararını görmediğim gibi aşırı derecede faydasını gördüm. Bazen arkadaşlar, “Şimdi zannetmişsindir/ düşünmüşsündür/ demişsindir ki ...” diye başlayan cümleler kuruyorlar. Tebessüm ediyorum ve diyorum ki, “Yooo! Niye öyle yapayım ki, yapmadım. Onları yapacağıma sana sorar, en doğrusunu öğrenirim zaten”.

Hasılı hem kendimiz kötü içerikli senaryo üretiminden bir an evvel kurtulmalıyız hem de herkesin bu hastalığa duçar olmaması için kültürün değişmesine katkı yapmalıyız. Rahmetli Doğan Hoca demişti ki, “Bir akvaryumdaki balık hasta. O balığı çıkarıp yerine sağlıklı balık koyuyorsun. O da hastalanıyor. Çünkü, hastalık suda. O yüzden suyu değiştireceksin”. Her ne kadar ailem bu hastalıktan uzak olsa da başkalarının senaristliğinden etkileniyoruz. Şahsımı fazla tanımayan insanlar şahsımla ilgili tuhaf tuhaf senaryo üretiyorlar ve sonra da o senaryoyu gerçek kabul edip icraatlarda bulunuyorlar. Sonra da ayıkla pirincin taşını. O yüzden akvaryumun suyunun değişmesine çabalamak gibi kültürün değişimi için mücadele etmek şart.