Siz deli misiniz?

İnsan, eskinin aşkını, deliliğini, psikolojik bozukluğunu zaman tedavi etmiş durumdadır günümüzde. Yine de insanoğlu hep o hikâyelerdeki, şiirlerdeki deliliğin peşindedir her nedense. Günümüzdeki ilişkilerin manevî ve ruh yönü eksik olduğu içindir bu durum belki de.

AŞK, herkesin kabullendiği şizofrenik bir bozukluktur aslında. Ama hiç kimse açıkça bunun bir çeşit delilik olduğunu söylemez.

Düşünsenize bir; hiç olmadığı gibi görür âşık insan etrafını, ya her şey tozpembedir onun için, her şey güllük gülistanlıktır ya da tam tersi, her şey sorundur. Gerçekte var olmayan şeyler yaratır âşık insan kendi dünyasında; yanında hiç kimse yokken, tek başınayken, sanki yanında birisi varmış gibi gülümser, konuşur kendi kendine. Yok, eğer aşk acısı çekiyorsa, yukarıda da dediğimiz gibi, tam tersi olur. Suratı asıktır çoğunlukla, kendi kendine yine konuşur, küfür eder bir şeylere, kırıp döker...

Belki de tâ ilk insandan beri bu durum yani bu psikolojik bozukluk, delilik değil de “aşk” olarak anılagelmiştir. Diyebiliriz ki, her dilde, her kültürde hikâyeler, destanlar yazılmıştır bunun üzerine. Hatta özendirilmiştir insanlar bu deliliğe. Tabiî İskender Pala hocanın dediği gibi, “ne din yasaklamıştır aşkı, ne yasalar”. Yani serbesttir insanlar bu deliliğe tutulmak için. Hatta buna tutulmayanları yadırgamıştır bile insanlar çoğu zaman. Kimi zaman etraftakiler de ortak olurlar deliliğin sınırlarında gezen arkadaşlarına. Onları teselli eder ya da onlarla sevinirler vesaire.

Hani öyle bir delilik, öyle bir psikolojik bozukluk, öyle bir şuur bozukluğudur ki bu, tarihte “Ferhat” nâmıyla biri çıkıp deli olduğu uğruna dağları delmeye yeltenmiştir. Kimisi “Delmiştir”, kimisi “Başaramamıştır” diyor ama sonuçta delinin yani Ferhat’ın adını herkes biliyor şu anda. Şiirlere, hikâyelere konu olmuştur bu isim. Sadece bu isim değil, daha niceleri ve niceleri var kültürümüzde.

Gerçi şimdilerde pek de kalmadı gibi böylesi durumlar. Şimdi erkek tarafı genelde kendini tatmin edecek güzellikte manken ararken, kız tarafı ise buna yakın olsa da maddî açıdan bir doyumluluk bekliyor öncelikle. Aşkın, deliliğin adı pek kalmadı yani. Ticarileşti her şey başka bir deyişle. İşin gücün var mı? Evin barkın, aylık gelirin? Öyle ki, öncelikle evini, eşyanı dizmeden yüzüğü takamıyorsun.

Yüzüğü takmak... Bilmiyorum, bana mı öyle geliyor, ama sanki önceleri daha bir kutsiyet taşıyordu bu olay. Hani sadece bir iş sözleşmesine atılan imza, bir belirti gibi değildi sanki daha önceleri. Yanlış anlaşılmasın sakın, şimdiki evliliklerin tamamını eleştirmek değil niyetim, lâkin her gün görüyoruz etrafımızda, televizyonlarda, gazetelerde, daha başka yerlerde. Orada burada en güzel resmi çektirip yayınlayanlar, partner arayanlar (“eş, sevgili” demiyorum dikkat ediniz)... Önceleri böyle değildi. Kadın gizlenir, erkekse başı önüne eğik gezerdi. Erkek utanırdı kadının yüzüne bakmaya.

Sonra evlenmek için, aşk için televizyon programlarına çıkanlar, aradığı ideal erkeği ya da kadını tarif edenler... Fabrikadan gelecek sanki! Sonra aldatmacayla, ihanetle, sudan sebeplerle bir celsede bitirilen evlilikler... Ortada kalan çocuklar... Yıkılan, dağılan şirketler mi desek daha doğru olurdu?

Yani kısacası insan, eskinin aşkını, deliliğini, psikolojik bozukluğunu zaman tedavi etmiş durumdadır günümüzde. Yine de insanoğlu hep o hikâyelerdeki, şiirlerdeki deliliğin peşindedir her nedense. Günümüzdeki ilişkilerin manevî ve ruh yönü eksik olduğu içindir bu durum belki de. İnsanlar çok akıllı şimdilerde, ama deliliğe aç, deliliğe hasretler. Akıllarını bir kenara bırakmak istemiyorlar. Karmaşık bir ikilem!

Peki, hiç deli var mı sizin aranızda? Siz, bu yazıyı okuyan, siz deli misiniz meselâ?