Siyasetten uzak pandemi hikâyeleri

Yaşamın her türlü riskinde, konu ne olursa olsun “Bana bir şey olmaz” deme aymazlığını gösterebilen kitle hâriç, küçücük çocuklardan ak saçlı büyüklerimize dek, yaşamsal bir tehdit söz konusu olduğunda nasıl etkilenebildiğimizi görmüş olduk. Hattâ yaşamaktan bıktığını düşünenlerin, sunulan ömrün kıymetini ve aslında “ölümü tercihin” öyle kolay olmadığını fark etmelerine de şâhit olduk.

KİMİ için ilk defa yaşadıkları ve sıkılacak kadar evde kaldıkları işten uzak günler, kimi için yine ilk kez tecrübe edilen evden çalışma zorlukları, kimi içinse olağanüstü yoğunluğun içinde geçen zorlu mesailer…

Corona günleri istisnasız her birey için kısıtlayıcı, olağanın alışılmışlığın dışında, zorlayıcı, fırsat bulunamayan şeylerin ilklerinin yaşanabildiği bir deneyim yaşanmasını sağladı.

Doğası gereği zaten “ölümlü” insan, yüzyılımızda onu ölüme yaklaştıracak her türlü tehdidin artmasına karşın (küresel çapta başarılı bir iş çıkaran medya araçlarının sayesinde belki de büyük ölçüde) ilk defa korkuyu bu denli büyük ve eş zamanlı yaşadı.

Yaşamın her türlü riskinde, konu ne olursa olsun “Bana bir şey olmaz” deme aymazlığını gösterebilen kitle hâriç, küçücük çocuklardan ak saçlı büyüklerimize dek, yaşamsal bir tehdit söz konusu olduğunda nasıl etkilenebildiğimizi görmüş olduk. Hattâ yaşamaktan bıktığını düşünenlerin, sunulan ömrün kıymetini ve aslında “ölümü tercihin” öyle kolay olmadığını fark etmelerine de şâhit olduk.

Hayatın en olağanüstü çelişkilerinden biri olarak, ölüm gerçekliğine rağmen hayata tutunabilmenin ne büyük nimet olduğunu düşünüyorum bir süredir…

***

Bizzat kendisi canlılığı ifade eden ömür, öyle kolayca umursanamayacak, hafife alınacak şey değil.

Varlığın hakikatine aykırı belki bizzat kendisini oluşturan bir şeye hak ettiği değeri vermemek...

İnsanî üstünlüğün ruh-akıl-irade üçgeninde tekâmül ettiğini varsayarak, kimilerince “sermaye” olarak ifade edilen ömrün de bedenin fonksiyonlarına işlev kazandırmakla kalmayıp onu değer hâline dönüştürdüğünü söyleyebilir miyiz? Bu durumda değerli olana da değer vermek, korumak, yapısına has özelliklerine hâkim bir bakış farz oluyor.

Nasıl ki altın gerçek pahasını ancak bir “sarraf” elinde buluyor, demirciler çarşısında değil; ömür de sunulduğu canlının ona sunduğu, sarf ettiği bakışla kıymete kavuşuyor.

Zaten her şey özünde fark edilmeyi, varlığının özelliklerini tam olarak gerçekleştirebilmek için ehlini bekliyor değil mi?

Bu dönemde yaşadıklarımızın bakiyesine bakmak, verilen çabanın sonuçlarını görmek ve emek veren onca insana teşekkür edip, gelinen noktayı artısı eksisi ile görebilmek de yine ehil ve mâhir gözler istiyor. En azından düşmanlıktan, yargıdan, negatif etiketli bir çerçeveden uzak olmak gerekiyor. Bunlar olmazsa, o çok can sıkıcı felâket beklentilerinin tellallarına dönüşmek işten değil.

***

Bugün size, sahip olduğumuz anların, “şeylerin”  kıymetini hatırlatacak birkaç gerçek hikâyeden küçük birkaç resmi aktarmak istiyorum…

Bir anne, ağlayarak bir yetkiliyi arıyor. Eşi ile hastanede, ama birlikte değil. Çünkü onlar salgına yakalanmış. En büyüğü 16 yaşında olan kızları için yardım istiyor: “Öksürüyor, ona yardım edin, iyileştirin! Kardeşlerine o bakacak!”

Anne ağlıyor canını vereceği çocuklarının çâresizliğini düşünerek.

Telefondaki yetkilinin sesi titriyor elinden bir şey gelmeyen annenin merhametine, şükür ki onca olayın ardından kaybetmediği merhameti ile…

Bir başkası, devam eden zorlu kanser tedavisinde hastaneye düzenli olarak gitmek zorunda. Hepimizin bugünlerde gitmemek için çaba gösterdiği hastane, onun için yaşama tutunma yeri bütün risklerine rağmen…

Sağlık teknisyeni bir baba, artık hem duygusal, hem bedensel yorulmuş; gece yarısı çocukları uyuduktan sonra eve gelip onlar uyanmadan evinden ayrılıyor. Bulaşı risklerini anlatamayacağı küçük çocuklarını böyle koruyacağını umarak özlemeyi seçiyor.

Ve yaşlı annesinin (en riskli grupta olduğu için) kapıdan ihtiyaçlarını giderip salgının başından beri evine hiç uğramayan bir başkası ve de diğerleri…

Şimdi normalleşmeye dönüş başlayacak, tedbirler yavaş yavaş azaltılacak. İki ayı geçen sancılı günlerin kahramanlarını, yaşanan acıları unutmayalım.

Korku esaretine kapılmadan, ama sağlığı da hiçe saymadan, hepimizin hak ettiği saygıyı ve sınırları unutmadan atalım adımlarımızı, olur mu?