Siyasetin tehlikeli karakterleri ve tehlikesiz karaktersizleri

İktidar nimetlerinden faydalanabilmek adına AK Parti saflarında görünen ama kutlu yola yolcu olmaktan uzak olanlar çok teşkilâtlarda. Önemli olan, bunların yukarıdaki dörtlü gibi kaleyi içten yıkacak mevkilere gelmemeleri elbette. Ancak ihanetin küçüğü büyüğü olmaz. 2023 öncesi ufak tefek hainlere de çok dikkat etmek gerek. Çalışmamak bile çok büyük ihanettir ki maalesef çalışandan çok çalışmayan var gibi teşkilâtlarda.

ÇOCUKLARI oyun oynarken seyretmek lâzım. Her birinin gerçek karakterini analiz etme şansı bulursunuz. Evde veya gezmede aile ve çevre tarafından, okulda öğretmen korkusuyla baskılanmış birçok detay çıkar ortaya oyunlarda.

Yaş ilerledikçe gerçekleri görmek için oyun oynatamayız insanlara. Kişiyi tanımak için birlikte yaşamak, birlikte seyahat etmek gibi ortamlardan bahsedilir hep. Ancak en güzeli, analiz etmek istediğiniz kişiyi ya kavga ederken ya da kaybederken yani menfaat savaşında görmelisiniz bence.

Ve bir de güç eline geçince ya da geçireceğini düşününce çıkar gerçekler ortaya… Kimin daha önce gösterdiği profil gerçek karakteriymiş, kim hayatı maske ile yaşıyormuş, kim batıyor ve kim çıkıyor, kim çirkefleşiyormuş, çok net ortaya çıkar bu durumlarda.

Erdoğan’ın ne olduğu, ne düşünüp ne istediği hep belliydi. En önemli özelliği ise, Millî Görüş hamuruyla yoğrulmuş dindar biri olmasıydı. O yüzden, sürekli olarak bir irtica beklentisi pompalayıp durmuştu muhalefet ilk yıllarda. Ancak o, devlet yönetimi, ekonomi, insan hakları, sosyal devlet ve din hakkında 2002’de ne dediyse bugün de aynını söylüyor. Kendisi dindar, hedeflediği nesil dindar ama şeriat getirmiyor devlete meselâ. Yani Erdoğan, bize kendini nasıl tanıttıysa o şekilde davranmaya devam ediyor.

Türkiye siyasetinde bir HDP gerçeği var; eline silah almamış olanlar da dâhil, her bir vekili terörist benim gözümde. Her ne kadar ittifak seçenekleri içinde tutabilmek adına itiraf etmekten çekinenler olsa da bu partinin PKK’nın kravatlı kolu olduğu herkesçe malûm. Bunu kendileri de inkâr etmiyorlar aslında. Apo’yu lider, PKK/PYD/YPG’yi arkalarındaki güç olarak tarif etmekten çekinmiyorlar. Onlar için terörist yok, gerilla var. Ve Türk Ordusu düşman. İşte bunların hepsi, gizlemedikleri gerçekler ve bu yüzden de HDP, karakteri net bir parti! Dolayısıyla vekilleri de bizim için çok net; Türkiye Cumhuriyeti düşmanları… Kandil’de, terör inlerinde çektirdikleri fotoğraflar falan hayrete düşürmüyor artık bizi.

Düşmanı bilirsen gardını alırsın. Öyleyse önemli olan, haini bilebilmek. İhanet ille de devleti yıkma girişimi olarak düşünülmemeli. Toplumun, milletin ve Türkiye özelinde ümmetin değerlerini yıkma hayâlleri de ihanet olarak değerlendirilmelidir. Bu türden ihanetin Türkiye’deki en önemli ve en eski temsilcisi CHP.

Aslına bakarsanız İttihat ve Terakki Cemiyeti kökenli bir parti CHP. Zira Mustafa Kemal, ilk kongresine katılacak kadar önemli bir üyesi o cemiyetin. Neydi İttihatçıların hedefi? Abdülhamid’i devirmek ya da en azından yönetim şeklini kısmen de olsa değiştirmek. Abdülhamid Han’ı devirmek için dünya neredeyse topyekûn saldırıya geçmişti. Osmanlı topraklarında bir Yahudi devleti kurulmasının önündeki en büyük engel olan büyük Osmanlı Sultanının tahttan indirilmesini tebliğ eden heyette Yahudi Karasu’yu görevlendiren de aynı İttihat ve Terakki Cemiyeti idi.

Düşmanla iş birliği yapacak kadar gözlerini iktidar hırsı bürümüş bir grubun Türk kanı dökülmesin diye özel kuvvetlerini kullanmayan ve tahtı bırakan bir sultana yaptıklarını ihanetten başka bir dille anlatmak mümkün olamaz herhâlde.

Sonunda eski İttihatçılar bir devleti yıkıp yeni bir devlet kurdular. Bu defa, yıktıkları devletle yetinmeyip toplumsal hafızayı yıkmaya, dinî altyapıyı yok etmeye soyundular. Abdülhamid’i devirirken de, Türkleri dinsizleştirirken de kullandıkları dil, ardına saklandıkları maske, yaptıkları makyaj hep güzeldi. Tabiî hiç kimse “Ben hainim” diye bağıra bağıra yapmıyor hainliği…

Çok yakın zamanda “helâlleşme” makyajıyla ortaya çıkan CHP de bunun aslında bir “hesaplaşma” olacağı yönündeki beklentimizi yükseltiyor adım adım. Özgür Özel’in Diyanet’e isyanı da işte bu hesaplaşma beklentilerinin bir parçası!

Başörtülü, hatta çarşaflı hanımlara rozet takıp parti içinde görevler veren, her cümlesine bir “Allâh’ın izniyle”, “İnşâallâh” sıkıştırıp İslâm’a gönül verenlere de mavi boncuk dağıtmaya çalışan Kılıçdaroğlu, ekibinin gerçek niyetini saklayamamasından mustarip mi bilemem. Ama biz, CHP’nin dine ve dindara nasıl baktığını, gerek -gerçek- tarihten, gerekse son 40-50 yıldaki tecrübelerimizden biliyoruz. Dolayısıyla CHP’nin, toplumun en temel değeri olan dini yıpratarak bu millete ihanet etme hevesinin de farkındayız. Sarılmaya çalıştıkları lâiklik ilkesini dinsizlik gibi algıladıklarını, bunu hem eğitim, hem de sosyal hayatta sapkınlıkları da sahiplenerek yaptıklarından biliyoruz. İşte bu sebeple “riyakâr” ve hatta “hain” diye adlandırabilecek olsak da CHP’ye karşı tedbirli davranmak gerektiğinin farkında ve gardımızı almış durumdayız.

İyi Parti, belki de en tehlikeli partilerden biri konumunda benim için. Zira hem milliyetçi/Ülkücü, hem sosyal demokrat, hem de liberal tabanı domine etmeye çalışıyor. Çiller’in Doğruyol’unda bakanlık yapmış, AK Parti’nin kuruluş aşamasında bulunmuş, MHP’de Bahçeli’ye başdanışman olmuş birinin siyâsî kimliği hakkında ne söyleyebilirsiniz?

Ortanın sağı mı, muhafazakâr mı, yoksa milliyetçi mi demeliyiz Meral Akşener’e? Siyâsî kariyeri boyunca ne olduğuna kendisi bile karar verememiş olmalı ki sonunda nereden bulduğu belli olmayan bir güçle, içine sağdan, soldan, her görüşten eski siyasetçiyi topladığı bir parti kuruverdi. Hem PKK’ya karşı çıktı, hem Demirtaş’ı sahiplendi. Hem 12 Eylül’ün zulüm gören Ülkücülerini sahiplendi, hem o zulme ortak olmuş babasını alkışlayan İzmir Belediye Başkanını. Hem şehit cenazelerine gidip ağladı, hem şehit yakınlarına Meclis kürsüsünden ağız dolusu küfür etti. Milliyetçi ama HDP’nin PKK ile ilişkisini itiraf edemiyor. Muhafazakâr ama din ile bilinen tek bağlantısı mitinglerinde taktığı şeffaf başörtüsü. Demokrat ama sosyalistlerle kol kola girmekten çekinmiyor. Sağcı ama solcu başdanışmanı var. Tezkereye “Evet” dediği için yüzüne tüküren ortağına “Ya Rabbi şükür” diyor. Tam bir FETÖ figürü aslında, ne olduğu belli olmuyor!

Ve son olarak, bizden gibi görünenlere geldi sıra...

İşte en büyük, en sinsi tehlike bunlar aslında! Ama içimizde kaldıkları sürece…

Dâvâ, benim için vatan-millet-ümmet dâvâsıdır. İşte bu yüzden dâvâya ihanet, vatana, millete ve ümmete ihanettir! İhanet etmek için önce o dâvânın içinde olmalısınız. O dâvâ için savaşıyor, savaşanlara yoldaşlık yapıyor gibi görünmelisiniz. Ki vakti geldiğinde, üst akıl emrettiğinde silahlarınızı çekip kutlu yolun yolcularını sırtlarından vurabilesiniz…

Tarih her Sezar’a bir Brutus yazar. Ama bize daha fazla yazmış maalesef. Abdullah Gül, Ahmet Davutoğlu, Ali Babacan ve hatta Bülent Arınç kadar dâvâya zarar veren isim bulamazsınız. Ama ne oldu? Her biri, Erdoğan’ın başlattığı kutlu yürüyüşün önüne geçmeye çalışanlara maşa, siyasete de maskara oldular. Ağızlarından çıkan her sözü inkâr ederek, verdikleri şeref sözlerini unutarak ve bir değil, birkaç küme birden düşerek rezil oldular. Kâh kızdık, kâh üzüldük ama en çok da şükrettik gerçek yüzlerini Erdoğan hayattayken görebildiğimiz için.

Aslında iktidar nimetlerinden faydalanabilmek adına AK Parti saflarında görünen ama kutlu yola yolcu olmaktan uzak olanlar çok teşkilâtlarda. Önemli olan, bunların yukarıdaki dörtlü gibi kaleyi içten yıkacak mevkilere gelmemeleri elbette. Ancak ihanetin küçüğü büyüğü olmaz. 2023 öncesi ufak tefek hainlere de çok dikkat etmek gerek. Çalışmamak bile çok büyük ihanettir ki maalesef çalışandan çok çalışmayan var gibi teşkilâtlarda.