
ÇOCUKLARI oyun oynarken seyretmek lâzım. Her birinin gerçek
karakterini analiz etme şansı bulursunuz. Evde veya gezmede aile ve çevre
tarafından, okulda öğretmen korkusuyla baskılanmış birçok detay çıkar ortaya
oyunlarda.
Yaş ilerledikçe gerçekleri görmek için oyun
oynatamayız insanlara. Kişiyi tanımak için birlikte yaşamak, birlikte seyahat
etmek gibi ortamlardan bahsedilir hep. Ancak en güzeli, analiz etmek
istediğiniz kişiyi ya kavga ederken ya da kaybederken yani menfaat savaşında
görmelisiniz bence.
Ve bir de güç eline geçince ya da geçireceğini
düşününce çıkar gerçekler ortaya… Kimin daha önce gösterdiği profil gerçek
karakteriymiş, kim hayatı maske ile yaşıyormuş, kim batıyor ve kim çıkıyor, kim
çirkefleşiyormuş, çok net ortaya çıkar bu durumlarda.
Erdoğan’ın ne olduğu, ne düşünüp ne istediği hep
belliydi. En önemli özelliği ise, Millî Görüş hamuruyla yoğrulmuş dindar biri
olmasıydı. O yüzden, sürekli olarak bir irtica beklentisi pompalayıp durmuştu muhalefet
ilk yıllarda. Ancak o, devlet yönetimi, ekonomi, insan hakları, sosyal devlet
ve din hakkında 2002’de ne dediyse bugün de aynını söylüyor. Kendisi dindar,
hedeflediği nesil dindar ama şeriat getirmiyor devlete meselâ. Yani Erdoğan,
bize kendini nasıl tanıttıysa o şekilde davranmaya devam ediyor.
Türkiye siyasetinde bir HDP gerçeği var; eline silah
almamış olanlar da dâhil, her bir vekili terörist benim gözümde. Her ne kadar
ittifak seçenekleri içinde tutabilmek adına itiraf etmekten çekinenler olsa da bu
partinin PKK’nın kravatlı kolu olduğu herkesçe malûm. Bunu kendileri de inkâr
etmiyorlar aslında. Apo’yu lider, PKK/PYD/YPG’yi arkalarındaki güç olarak tarif
etmekten çekinmiyorlar. Onlar için terörist yok, gerilla var. Ve Türk Ordusu
düşman. İşte bunların hepsi, gizlemedikleri gerçekler ve bu yüzden de HDP,
karakteri net bir parti! Dolayısıyla vekilleri de bizim için çok net; Türkiye
Cumhuriyeti düşmanları… Kandil’de, terör inlerinde çektirdikleri fotoğraflar
falan hayrete düşürmüyor artık bizi.
Düşmanı bilirsen gardını alırsın. Öyleyse önemli olan,
haini bilebilmek. İhanet ille de devleti yıkma girişimi olarak düşünülmemeli.
Toplumun, milletin ve Türkiye özelinde ümmetin değerlerini yıkma hayâlleri de ihanet
olarak değerlendirilmelidir. Bu türden ihanetin Türkiye’deki en önemli ve en
eski temsilcisi CHP.
Aslına bakarsanız İttihat ve Terakki Cemiyeti kökenli
bir parti CHP. Zira Mustafa Kemal, ilk kongresine katılacak kadar önemli bir
üyesi o cemiyetin. Neydi İttihatçıların hedefi? Abdülhamid’i devirmek ya da en
azından yönetim şeklini kısmen de olsa değiştirmek. Abdülhamid Han’ı devirmek
için dünya neredeyse topyekûn saldırıya geçmişti. Osmanlı topraklarında bir
Yahudi devleti kurulmasının önündeki en büyük engel olan büyük Osmanlı
Sultanının tahttan indirilmesini tebliğ eden heyette Yahudi Karasu’yu
görevlendiren de aynı İttihat ve Terakki Cemiyeti idi.
Düşmanla iş birliği yapacak kadar gözlerini iktidar
hırsı bürümüş bir grubun Türk kanı dökülmesin diye özel kuvvetlerini kullanmayan
ve tahtı bırakan bir sultana yaptıklarını ihanetten başka bir dille anlatmak
mümkün olamaz herhâlde.
Sonunda eski İttihatçılar bir devleti yıkıp yeni bir
devlet kurdular. Bu defa, yıktıkları devletle yetinmeyip toplumsal hafızayı
yıkmaya, dinî altyapıyı yok etmeye soyundular. Abdülhamid’i devirirken de,
Türkleri dinsizleştirirken de kullandıkları dil, ardına saklandıkları maske,
yaptıkları makyaj hep güzeldi. Tabiî hiç kimse “Ben hainim” diye bağıra bağıra
yapmıyor hainliği…
Çok yakın zamanda “helâlleşme” makyajıyla ortaya çıkan
CHP de bunun aslında bir “hesaplaşma” olacağı yönündeki beklentimizi
yükseltiyor adım adım. Özgür Özel’in Diyanet’e isyanı da işte bu hesaplaşma
beklentilerinin bir parçası!
Başörtülü, hatta çarşaflı hanımlara rozet takıp parti
içinde görevler veren, her cümlesine bir “Allâh’ın izniyle”, “İnşâallâh” sıkıştırıp
İslâm’a gönül verenlere de mavi boncuk dağıtmaya çalışan Kılıçdaroğlu, ekibinin
gerçek niyetini saklayamamasından mustarip mi bilemem. Ama biz, CHP’nin dine ve
dindara nasıl baktığını, gerek -gerçek- tarihten, gerekse son 40-50 yıldaki
tecrübelerimizden biliyoruz. Dolayısıyla CHP’nin, toplumun en temel değeri olan
dini yıpratarak bu millete ihanet etme hevesinin de farkındayız. Sarılmaya
çalıştıkları lâiklik ilkesini dinsizlik gibi algıladıklarını, bunu hem eğitim,
hem de sosyal hayatta sapkınlıkları da sahiplenerek yaptıklarından biliyoruz.
İşte bu sebeple “riyakâr” ve hatta “hain” diye adlandırabilecek olsak da CHP’ye
karşı tedbirli davranmak gerektiğinin farkında ve gardımızı almış durumdayız.
İyi Parti, belki de en tehlikeli partilerden biri
konumunda benim için. Zira hem milliyetçi/Ülkücü, hem sosyal demokrat, hem de
liberal tabanı domine etmeye çalışıyor. Çiller’in Doğruyol’unda bakanlık yapmış,
AK Parti’nin kuruluş aşamasında bulunmuş, MHP’de Bahçeli’ye başdanışman olmuş
birinin siyâsî kimliği hakkında ne söyleyebilirsiniz?
Ortanın sağı mı, muhafazakâr mı, yoksa milliyetçi mi demeliyiz
Meral Akşener’e? Siyâsî kariyeri boyunca ne olduğuna kendisi bile karar
verememiş olmalı ki sonunda nereden bulduğu belli olmayan bir güçle, içine
sağdan, soldan, her görüşten eski siyasetçiyi topladığı bir parti kuruverdi.
Hem PKK’ya karşı çıktı, hem Demirtaş’ı sahiplendi. Hem 12 Eylül’ün zulüm gören
Ülkücülerini sahiplendi, hem o zulme ortak olmuş babasını alkışlayan İzmir
Belediye Başkanını. Hem şehit cenazelerine gidip ağladı, hem şehit yakınlarına
Meclis kürsüsünden ağız dolusu küfür etti. Milliyetçi ama HDP’nin PKK ile
ilişkisini itiraf edemiyor. Muhafazakâr ama din ile bilinen tek bağlantısı
mitinglerinde taktığı şeffaf başörtüsü. Demokrat ama sosyalistlerle kol kola
girmekten çekinmiyor. Sağcı ama solcu başdanışmanı var. Tezkereye “Evet” dediği
için yüzüne tüküren ortağına “Ya Rabbi şükür” diyor. Tam bir FETÖ figürü aslında,
ne olduğu belli olmuyor!
Ve son olarak, bizden gibi görünenlere geldi sıra...
İşte en büyük, en sinsi tehlike bunlar aslında! Ama
içimizde kaldıkları sürece…
Dâvâ, benim için vatan-millet-ümmet dâvâsıdır. İşte bu
yüzden dâvâya ihanet, vatana, millete ve ümmete ihanettir! İhanet etmek için
önce o dâvânın içinde olmalısınız. O dâvâ için savaşıyor, savaşanlara yoldaşlık
yapıyor gibi görünmelisiniz. Ki vakti geldiğinde, üst akıl emrettiğinde
silahlarınızı çekip kutlu yolun yolcularını sırtlarından vurabilesiniz…
Tarih her Sezar’a bir Brutus yazar. Ama bize daha
fazla yazmış maalesef. Abdullah Gül, Ahmet Davutoğlu, Ali Babacan ve hatta
Bülent Arınç kadar dâvâya zarar veren isim bulamazsınız. Ama ne oldu? Her biri,
Erdoğan’ın başlattığı kutlu yürüyüşün önüne geçmeye çalışanlara maşa, siyasete de
maskara oldular. Ağızlarından çıkan her sözü inkâr ederek, verdikleri şeref
sözlerini unutarak ve bir değil, birkaç küme birden düşerek rezil oldular. Kâh
kızdık, kâh üzüldük ama en çok da şükrettik gerçek yüzlerini Erdoğan
hayattayken görebildiğimiz için.
Aslında iktidar nimetlerinden faydalanabilmek adına AK
Parti saflarında görünen ama kutlu yola yolcu olmaktan uzak olanlar çok teşkilâtlarda.
Önemli olan, bunların yukarıdaki dörtlü gibi kaleyi içten yıkacak mevkilere
gelmemeleri elbette. Ancak ihanetin küçüğü büyüğü olmaz. 2023 öncesi ufak tefek
hainlere de çok dikkat etmek gerek. Çalışmamak bile çok büyük ihanettir ki
maalesef çalışandan çok çalışmayan var gibi teşkilâtlarda.