KURBAĞAYI kaynar kazana
atsanız, anında tepki vererek kazandan kendini dışarı atar. Ama soğuk suya
koyar ve suyu yavaş yavaş ısıtırsanız buna tepki vermez, yavaş yavaş haşlanır
ve ölür.
Bu
metafor, yavaştan ve alıştıra alıştıra yapılan değişimlere maruz kalan insanın
nasıl tepkisiz kaldığını ve sonunda bir hiçe kadar gittiğini anlatmak için
kullanılır. Biz de bu yazıda kurbağanın haşlanışını siyaset arenası için
yorumlamaya çalışacağız…
Birkaç
tane siyâsî aktörü gözümüzün önüne getirelim: Temel Karamollaoğlu, Ahmet
Davutoğlu, Ali Babacan, Abdülatif Şener, Mehmet Bekaroğlu… Bu siyâsî figürlerin
ilk siyaset sahnesine çıktıkları zamanları düşünelim. Temel Karamollaoğlu Refah
Partili Sivas Belediye Başkanı, Ahmet Davutoğlu Dışişleri Bakanı, Ali Babacan
Dışişleri Bakanı, Abdülatif Şener Maliye Bakanı, Mehmet Bekaroğlu Fazilet
Partili Milletvekili… Bu ilk zamanlarında bu isimleri destekleyenler ile karşı
çıkanların gözündeki imaj ve itibarlarını da hatırlayalım…
O
zamanlar bu arkadaşlara CHP’den bir övgü gelse ya da CHP’liler bunları “Beraber
hareket edelim, ittifak yapalım” diye davet etseler, muhtemelen, “Ya bende bir
anormallik var ya da CHP’de” derlerdi. Yıllar sonraya, bugüne geldiğimizde, bu
isimlerden bazılarının CHP’li milletvekili, bazılarının ise CHP’nin yol
arkadaşı olduklarını görüyoruz.
Bunun
açıklaması ne olabilir?
Bu
seferse biz şöyle düşünebiliriz: “Ya CHP’ye bir şeyler oldu ya da bu
arkadaşlara…”
Düşünelim:
Haşlanan CHP mi, bunlar mı? Ya da “Hem onlar haşlandılar, hem de CHP” mi demeli?
Yukarıdaki
isimler birer örnektir. Siyasette bunlara birçok isim eklenebilir. Yavuz
Ağıralioğlu gibi isimleri de bu minvalde düşünebiliriz. Hatta bazen seçmen
davranışlarını da bu çerçevede yorumlayabiliriz. Peşinden gittiğimiz partinin
bizi nereye doğru sürüklediğini fark edemeyiz. Fanatizm veya taraftarlık gözümüzü
kör, kulağımızı sağır hâle getirir.
***
Siyasette
partiler de, kişiler de elbette değişebilir. Ama bu değişimin belli bir
mantığı, tutarlılığı ve istikrarı olmalıdır. Aksi hâlde “savrulma” diyeceğimiz
bir manzara ortaya çıkar. Bunun da siyaset aklıyla izahı pek mümkün değildir.
Bu tür savrulmaların arkasında genellikle kişisel hesaplar ve kızgınlık, öfke
ve nefret gibi hissiyat bulunur.
Siyaset
kazanının ayak oyunları, güç mücadeleleri, ikbâl hesapları, haset, kin ve
nefretle kaynadığını düşünürsek, bu kazanda haşlanan nice kurbağa görürüz.
Kazanın içindeyken figürler, haşlandıklarının farkında değildirler. Biri tutup
atmazsa, kendiliklerinden dışarı çıkmayı pek düşünemezler. Çünkü -dediğimiz
gibi- gözleri kör, kulakları sağır hâldedir. Ne zaman ki işleri biter,
siyaseten bir ölü hâline gelirler ve birileri işe yaramadıklarını anlayarak
kaynayan kazanı devirir, o zaman bir iç muhasebe fırsatı doğar. Ancak artık
kendileri için de, toplum için de durum “ba’de harâb’il-Basra”dır; hiç
olup gitmişlerdir.
Siyaset
kazanında haşlanan, savrulup giden siyâsî figürlerin hâli dışarıdan bakılınca
dramatiktir. Bir zamanlar sevip saydığınız insanların dramını
seyrediyorsunuzdur. Bazen kendinize “Biz kimlerin peşinden gitmişiz?” diye
hayıflanır, bazen de “Bu kişi bu kadar nasıl alçalabilir?” diye sorgularsınız.
İnsanın
alçalmaya da, yükselmeye de temâyülü vardır. Ulu çınarlar fırtınalı diyarlarda
yetişir, çünkü fırtınaya köklerine bağlı kalarak direnirler. Böylelikle fırtına
ile boğuşur, büyür ve yükselirler. Fırtına ise temeli çürük, kökü sağlam
olmayan ne varsa oradan oraya savurur durur, alçak yerlere dolgu malzemesi
yapar. Bu kökleri kişinin ilkeleri olarak düşünebiliriz. İnsanı ilkeleri ayakta
tutar. İlkeleri olanlar, konjonktür değişse de savrulmazlar. Rüzgâra göre yön
değiştirmezler.
Siyasette
de böyle değil midir? Eğer anlamlı bir gayeniz ve buna ulaşacak ahlâklı siyaset
ilkeleriniz varsa, o sizi haşlanmaktan korur. Kaynar kazana atılsanız bile o
ilkeleriniz sizi dışarı atar. İlkeler olmayıp da hırs, kin ve nefret tüm duyu
organlarınızı duymaz hâle getirdiğinde, farkında olmazsınız ama haşlanıyorsunuzdur.
Bundan korkmak gerekir; çünkü hiçbir zaman haşlandığınızı fark
edemeyeceksinizdir.
Siyaset
kazanlarında haşlananlar için çok umutlu değilim ama siyâsî aktörlerin zaman
zaman şu sorularla yüzleşmeleri faydalı olacaktır: “Benim siyasetteki amacım
nedir? Şu anki pozisyonumla insanlara ne fayda üretiyorum? Bu gidiş beni nereye
götürüyor? Benim temel siyâsî ilkelerim neler?”
İçten
gelecek bu sorgulama kadar, herhangi bir menfaat ilişkisinin olmadığı aklıselim
sahibi insanların sizinle ilgili değerlendirmeleri de dışarıdan uyarılar olarak
önemlidir. Pek işletildiğini sanmıyorum ama siyasilerin zaman zaman âkil
insanlara gidip “Beni dışarıdan, objektif olarak kritik eder misiniz?” demeleri
ne güzel olur!