Siyâsetçi kaypaklığı ve âlim vakarı

“Bir iki hafta sonra Demirel’in televizyonda şöyle dediğini duydum: ‘Kur’ân-ı Kerîm’in 6 bin küsur ayeti var. Bunlardan sadece 200-300 tanesi hukukla ilgili; bu hususlarda da medenî hukuka uysak ne olur, bundan ne çıkar?’”

ÖĞRETMENLİĞE geri döndükten sonra, okumaya meraklı ve ilme iştahlı çocukları, örnek alabilecekleri âlimleri ziyarete götürmeyi hep düşünmüştüm. Bunun için en ideal şahıs, hadis hocam, Mehmet Sait Hatipoğlu idi.

O, fakülte yıllarında en çok değer verdiğimiz, kendini ilme vermiş ve alanında ciddi araştırmalarda bulunmuş bir hocaydı. Hatiboğlu, aynı zamanda “şehirli bir Müslüman beyefendi” idi. (Şehirli Müslümanın ne demek olduğunu belediyecilik yaptığım dönemde daha iyi anladım.)

Meselâ, hiçbir zaman tahtayı talebelere sildirmez, odasına gelen her öğrenciyi kapıda karşılar ve yine kapıya kadar uğurlardı.

Hocamın Çankaya’da kayınpederinden kalma iki daire üzerine kurulu bir apartmanın zemin katında, çalışmalarını seksen küsur yaşına rağmen kitaplar arasında sürdürdüğü bir kütüphanesi var.

Birisi Suriyeli, dört öğrenciyi alarak hocayı ziyarete gittik. Her zaman olduğu gibi bizi güler yüzüyle kapıda karşıladı, çalışma mekânına davet etti. Çocukları oturmaları için kendi elleriyle düzelttiği sandalyelere buyur etti. Hoca, çocuklar ile tek tek ilgilenip adlarını, soyadlarını, memleketlerini ve hayâllerini sordu.

Kapıdan girer girmez zeminden tavana kadar uzanan kitaplıkların hınca hınç ana kaynak sayılabilecek kitaplarla dolu olduğunu görüyorsunuz. Hocamız bize bir saatini ayırma lûtfunda bulundu. Bir masanın etrafında oturduk ve sohbete başladık.

Hatiboğlu onlara ilimden ve ilim erbâbının taşıması gereken hasletlerden bahsetti. Babasından kendisine miras kalan kitapları ve babasının kitapların kenarlarına yazmış olduğu notlarını gösterdi. Onun kitapları eline alışındaki ve kitapların her bir satırına dikkatle bakışındaki hazzı gördüğünüz zaman “ilim aşkı” denen şeyin ne olduğunu anlamakta zorlanmıyorsunuz.

Hoca, kitaplıklar arasında asılı bir levhadaki hattı göstererek hadîs-i şerifin Arapça aslını okuyor ve tercüme ediyor: “İlimden daha büyük bir rütbe yoktur.”

Ben bu yazıda, hocanın Süleyman Demirel ile ilgili olarak anlattığı şu hususu kayıt altına almanın tarihî bir görev olduğunu düşünüyorum.


Hocanın ağzından:

“Ben o zamanlar Diyanet’te müşavir olarak görevliydim Bir gün beni çağırdılar ve dediler ki, ‘Süleyman Demirel bize şöyle resmî bir yazı göndermiş: ‘Bugünkü hukuk ile İslâm hukuku arasındaki farklılıklar nelerdir?’, bunu bize bildiriniz’.

Bana dediler ki, ‘Senden bu yazıya cevap olacak bir çalışma istiyoruz’.

Ben de onlara dedim ki, ‘Ben bunu yaparım, lâkin kıvırmam, doğru bildiğim neyse olduğu gibi yazarım. Sonra bana, ‘İdare ile aramızda problem çıkardın’ demeyin’. Onlar da kabul ettiler.

Ben de ciddi bir inceleme yaparak ulaştığım sonuçları yazdım. Hatırladığım ve aklımda kaldığı kadarıyla, ‘Kur’ân’da, ‘Hırsızın eli kesilir’ hükmü vardır ama bugünkü hukukta hapis cezası verilir. İslâm hukukunda sütkardeşler evlenemezler, lâkin medenî hukukta bunun bir mahsuru yoktur. İslâm hukukunda iftiranın cezası 80, zinanın cezası 100 sopa vurmaktır ama modern Türk hukukunda hapis cezası verilir’ gibi hususları belirten bir yazı yazdım ve Diyanet’e teslim ettim.

Onlar sütkardeşle ilgili kısmı çıkararak geri kalan kısımları aynen gönderdiler.

Bir iki hafta sonra Demirel’in televizyonda şöyle dediğini duydum: ‘Kur’ân-ı Kerîm’in 6 bin küsur ayeti var. Bunlardan sadece 200-300 tanesi hukukla ilgili; bu hususlarda da medenî hukuka uysak ne olur, bundan ne çıkar?’

Şaşırdım kaldım! Bunu nasıl bu kadar rahat ve pervasızca söylüyordu? Sırf bu yüzden Süleyman Demirel'in cenaze namazına gitmek içimden gelmedi.

Hatipoğlu hocamızın bu duyarlılığını, onu “Müslüman Oryantalist” olmakla suçlayan zevatta da görebilseydik keşke.

Hâlbuki onların pek çoğunun hayatı, “Neden yapmayacağınız şeyleri söylüyorsunuz?” ayetindeki gibidir. Sözleri başka, fiilleri başkadır.

Not: Âlim, ilmiyle âmil kişidir. Bilgisiyle amel etmeyenlere “malûmatfuruş” derler.