CHP’li bir belediye başkanı, marketlerdeki son kullanma tarihi
geçmiş gıda ürünlerini alıp fakirlere dağıttıklarını söyledi.
Bir ahbabının kulağına eğilip fısıltıyla söylerken,
gizlice çekim yapanlara yakalanmış değil.
Karşısında kamera, önünde mikrofon varken anlattı.
Herhâlde ne kadar iyi bir iş yaptıklarını ifade etmeye
çalışıyordu.
Niyet hâlis, eylem muhlis…
Fakat manzara fecaat.
Sözlükler “fecaat” kelimesini şöyle tanımlıyor:
“Yürekler acısı durum, çok acıklı olay.”
Kıpti’nin merdi, şecaatini daha usturuplu arz eder.
*
Arkadaş, belâ diye mi geldiniz milletin başına?
Ne zaman gerçek anlamda “belediye” olacaksınız?
Tarihi geçmiş ürün dağıtmak ne demek?
Doğrudan zehir alıp paket paket dağıtın.
Belki bazıları kahrından alıp kullanır da fakirlerden
kurtulursunuz.
*
O partinin tepesinde bulunanlar, “üst düzey” dedikleri
kesim, bugüne kadar fakir kesimden hiç hoşlanmadı.
Tepede olduklarından, daima tepeden baktılar.
Kıyafetini beğenmediler, şehirlere sokmadılar
vaktiyle.
Âşık Veysel bile Ankara’dan kovuldu, şehre alınmadı.
Sebep: Kılıksızlık...
Köylü gördükleri zaman, iğrendiler.
“İğğğ” dediler.
Gerisinin “-rendim” diye geldiğini duyan herkes
anladı.
“Ağzı çorba kokuyor bunların!” diye aşağıladılar.
*
Bugün dahi durum değişmiş değil.
“Türkiye’ye şu kadar turist geliyor” diye güzel bir
haber verdiğini düşünen yetkililerin sözü kesildi de “Geliyor ama nereden?”
şeklinde tepki gösterdiler.
Araplar geliyormuş, İranlılar geliyormuş en çok.
Bunun iyi tarafı neresiymiş?
Pis Araplar! Kaka İranlılar!
Hâlbuki Avrupalısı Amerikalısı öyle miymiş?
Onlar mis.
Sarışın, uzun boylu, yırtmaçlı…
Ötekiler ne öyle? Kara kara adamlar, kapalı kadınlar,
bir sürü çocuk…
Turizmden maksat para kazanmak ise, bize gelen o kara
adamlar daha çok harcama yapıyor, daha çok döviz bırakıyor.
Ama o kafaya bunu anlatmanın imkânı yok.
Varsa da ihtimâl zayıf.
*
Hakaret etmekten, aşağılamaktan vazgeçmiyorlar.
Karşılarında kim olsa fark etmiyor.
Memur, öğretmen, polis, siyasetçi, çiftçi, köylü…
Onların partilerine oy vermiyorsa öğretmen öğretmen
değil, köylü köylü değil.
“Ben güzele güzel demem” kalıbını almış, gerisini
istediği gibi dolduruyor.
Karacaoğlan’ın kemikleri sızlamıştır.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’a kaç defa ağır lâflar etti, kaç
defa tazminat ödedi.
Cebinden ödemedikten sonra ona göre hava hoş.
Partiden fon ayırmışlar. Tazminat fonu…
Kemal Bey konuşuyor, ödemeyi parti yapıyor.
İstediği kadar abuk sabuk konuşma hakkı tanınmış.
Kemal Bey, Kasım başı itibariyle bir kere daha
Erdoğan’a tazminat ödemeye mahkûm edildi.
43 bin liralık manevî tazminat, üniversite
öğrencilerine burs olarak dağıtılacak.
*
Artık çok fazla sıradanlaşan bu haberin ayrıntısına
biraz baksak iyi olur.
2018 yılının Şubat’ında bir ithamda bulunmuştu.
Erdoğan’ı terör örgütlerine yardım etmekle suçlamıştı.
Aradan üç yıldan fazla zaman geçmiş. Neredeyse
dördüncü yıla varacak.
O tarihte söylenen söz, havada kalmadı; kulaklara
gitti, basın üzerinden gözlere ulaştı.
Üç buçuk dört yıl sonra, 43 bin lira verse ne olur,
vermese ne olur?
Maksat hâsıl olmuştur. İsterse on katını ödesin…
Zira yalnızca yurt içindeki basın yayın organları
değil, o sözleri yurt dışındakiler de tepe tepe kullandı.
*
Atılan iftiranın karşılığı bu kadar basit olmasa
gerek.
Geçen zamanın aşırı uzun olması ise ayrı bir garabet.
Bu durumun, yalnızca söz konusu dâvâ için geçerli
olmadığını bilelim.
Kemal Bey bugüne kadar Cumhurbaşkanı Erdoğan’a kaç
defa dâvâ kaybetti, kaç defa tazminat ödedi, toplam ödenen miktar nereye
ulaştı…
Emin olun, avukatları bile kayıtlara bakmadan bir
çırpıda sayamaz.
Konuştukça tazminat ödüyor.
Çünkü bütün dâvâlarda aynı vaziyet.
Sürekli iftira, sürekli yalan…
Adına “siyaset” diyorlar.
Siyaset bu mudur?
Siyaset, insanlıktan ayrı bir şey midir?
Böyle siyasetçiler olduktan sonra, bu soruya olumsuz
cevap verebilmek zor tabiî.
*
Bugün itibariyle er meydanının yılmaz yenilmez
kahramanı Kemal Bey’in son yalanına değinmekte fayda var.
Meclis kürsüsünden kükredi ve dedi ki, “15 Temmuz’da
darbecilere karşı hep beraber mücadele ettik. Karşı çıktık, direndik”.
Günümüzün fıkrası bu kadar. Bu iki cümleden ibaret.
Şimdi istediğimiz kadar gülebiliriz.
Gülünebilirse…
Sıra geldi, Nasreddin Hoca’nın kemiklerinin
sızlamasına.
Cenab-ı Allah ıslah etsin, biraz da akıl versin o
malûm şahsa!