Siyaset ahlâkı ve erdem

Toplumların savruluşlarına duyarsız kalan siyaset yapıcılar, ulusal ve uluslararası düzeyde siyaseti de yozlaştırarak erdemsiz siyasal davranışların bir neticesi bâbında güçsüz ülkelere ve halklara zulmetmeye devam etmektedirler. Buna karşın Nizamülmülk gibi devlet ve ilim adamlarının yüzyıllar öncesinde ortaya koyduğu “devlet idaresinin ahlâk ve adalet temeline dayalı bir politika ile yürütülmesi gerektiği” yaklaşımının benimsenmesi, uluslararası barışı ve toplumların refahını sağlayacaktır.

“SİYASET” ve “ahlâk” kavramları arasındaki ilişki, sosyal bilimciler tarafından uzunca bir süredir tartışılmaktadır. Ahlâklı bir siyaset ya da dünyayı ve devletleri ahlâkî ilkelere bağlı kalarak yönetmek mümkün müdür?

Aslında tartışmanın temeli, politikanın hangi ahlâk ilkelerine göre değerlendirileceği sorununa dayanmaktadır. Çünkü ahlâk kavramı, her toplum için farklılık arz eden değerler bütünüdür. Kimi toplum için gayr-ı ahlâkî olan bir davranış, başka bir toplum tarafından ahlâkî bulunabilmektedir. Kavrama yüklenen anlamlar bütünü oldukça geniş olduğundan, genel geçer bir siyaset ahlâkından bahsetmek de oldukça zordur.

Bununla birlikte siyaset ve ahlâk arasındaki ilişkiye yönelik ortak yaklaşım, siyaset yapıcıların ahlâkî yani erdemli davranışları esasına dayanmaktadır. Başka bir deyişle, siyaset ve ahlâk arasındaki ilişkide ana etken, siyasetçinin erdemli olması ya da olmaması hâlidir.

“Ahlâk” denilen kavram, toplum içerisinde bireylerden beklenen kaynağını din, tarih ve kültürden alan davranış biçimidir. Politika/siyaset ise, kavram bakımından yol ve yöntem anlamları hâricinde toplumların belli bir düzen içerisinde yaşamalarının devamlılığını sağlayan bir araçtır. Siyaset, insanlar tarafından yürütülen bir eylem olduğuna göre, siyaseti yapanların da ahlâklı ve erdemli olmaları beklenmektedir. Çünkü siyasetin bir amacı da toplumun daha iyiye ulaşmasını sağlamaktır.

Her devletin yönetici ve siyaset yapıcıları, kendi ülkelerinin menfaat ve faydası için politika üretmeyi amaçlarlar. Ancak devletlerin çıkarlarının çatıştığı uluslararası ilişkilerde aktörlerin ahlâkî kaygılardan uzaklaştıkları görülmektedir. Bu noktada siyâsî eylem ve ahlâkî değerler arasında bir paradoks oluşmaktadır. Mevcut uluslararası sistem, siyâsî eylemlerin ahlâkî esasa dayalı erdemli davranışlara göre değil de realist yaklaşım çerçevesinde çıkar odaklı olmasını zorunlu kılmaktadır.

Bilhassa Batı medeniyetinin ve siyaset felsefesinin ortaya koyduğu bu yaklaşım, tarihsel süreçte yine Batılı devletlerin uygulama alanlarında daha net görülmektedir. Buna karşın Doğu ve İslâm Medeniyeti düşünürleri, siyaset yapıcıların ahlâkî esaslara dayalı, adaletli, insan hak ve hürriyetlerine saygılı, barış ve hoşgörü esaslı politika üretmelerini savunmuş ve önermişlerdir.

Kadim Doğu coğrafyasından çıkan bu yaklaşımın temeli, hiç kuşkusuz İslâm’ın güzel ahlâk üzere olan hayat felsefesine dayanmaktadır. Diğer bir neden ise, Batılı toplumların tarihin ilk çağlarından beri işgal ettikleri topraklarda zulüm esaslı, insanlık dışı ve kötü ahlâk üzere inşâ ettikleri düzendir.

Günümüz toplumlarına ve siyaset düzenine baktığımızda, İslâm toplumlarının bile dinin öğretisi olan güzel ahlâktan gittikçe uzaklaştıklarını görmekteyiz. Ahlâkî değer yargıları birer birer yok olurken, zulüm dünyanın her köşesine ulaşmıştır. Toplum düzenini sadece ekonomi ve madde odaklı olarak gören kapitalist küresel dünya düzeni, önce bireyleri, toplumları ve siyâsî aktörleri hakkaniyetten, adaletli ve iyi olmaktan uzaklaştırmış, ardından bencil ve menfaatçi/ çıkar odaklı yaklaşımı hayat felsefesi ve âdeta yaşam amacı hâline getirmiştir.

Söz konusu bu durum, sosyal krizlere yol açarak toplumsal buhranlara gebedir. Toplumları âdeta derleyen, toparlayan ve belli bir düzen içerisinde yaşamalarını sağlayan siyasal aktörler ise, bu ahlâkî yozlaşma kaygılarından oldukça uzaklaşmışlardır. Hattâ bazı güçler toplumların ahlâkî değerlerden kopmalarını bir devlet politikası olarak yürütmektedirler. Çünkü huzurun, barışın ve adaletin hâkim olduğu devletlerde istikrar ve gelişim süreklilik arz eder. İstikrar ise devletlerin güçlenmesine, bölgesel ve uluslararası düzeyde etkin olmasına yol açacaktır. Bu da uluslararası siyasal gücü elinde tutan aktörleri rahatsız etmektedir.

Toplumların bu savruluşlarına duyarsız kalan siyaset yapıcılar ise ulusal ve uluslararası düzeyde siyaseti de yozlaştırarak erdemsiz siyasal davranışların bir neticesi bâbında güçsüz ülkelere ve halklara zulmetmeye devam etmektedirler. Buna karşın Nizamülmülk gibi devlet ve ilim adamlarının yüzyıllar öncesinde ortaya koyduğu “devlet idaresinin ahlâk ve adalet temeline dayalı bir politika ile yürütülmesi gerektiği” yaklaşımının benimsenmesi, uluslararası barışı ve toplumların refahını sağlayacaktır.