Siyaset ağalığı

Türkiye’de seçmeni etkisiz maraba olmaktan çıkaracak, aksine karar verici hâle getirecek siyâsî yapılar oluşmadıkça, bu siyaset ağalığı düzeni vatandaşın rağmına devam edecektir. Siyâsî partiler, bankası veya şirket ortaklıkları olan birer ticaret kurumu olmaktan çıkarılmalıdır.

AĞALIK düzeninin geçmiş yüzyılda ve köy hayatı içinde geçerli olduğunu bilenler fena hâlde yanılmaktadırlar. Bu düzeni Fakir Baykurt gibilerinin romanlarından okuyup öğrenmiş olanlar da ağalığı çok uzaklarda ve bir daha asla görülemeyecek eski zamanların işi olarak düşünebilirler. İşin gerçeği öyle değildir.

Ağalığın temel vasfı, kimseye hesap vermek zorunda olmayışıdır. Eskiden bu duruma “lâ-yüsel” denirdi. Yani “yapıp ettiğinden dolayı kimseye hesap vermekle yükümlü olmamak”... Buna karşılık herkes ağaya hesap vermek zorunda. Ağa, yapılan her işin hesabını sorar. Kusur sahiplerini dilerse bağışlar, dilemezse bağışlamaz.

Ağalık sınırları içinde herkesin başarısı ağa içindir. Başarı olursa ağadan dolayıdır. Başarısızlık olursa elbette sorumlusu ağa değil, onun tebaası demek olan marabalardır.

Siyâsî partiler Avrupa toplumsal yapısı içinde ve sınıflı bir toplum sonucu ortaya çıkmışlardır. Her parti temsilcisi, olduğu sınıfın haklarını öncelikle savunur. Bir siyâsî parti hem Sol görüşlülerin, hem de muhafazakârların ya da hem işçilerin, hem de sermayedarların temsilcisi olamaz. Hakları ve beklentileri itibarı ile birbirlerinin rakibi durumunda olan sınıfların aynı siyâsî parti içinde bir arada olmaları mümkün olmamıştır.

Siyâsî partiler Türkiye’de İkinci Meşrutiyet döneminde (1908-1913) görülmüş ise de kalıcı olamamıştır. Birden fazla siyâsî parti ancak 1946’dan sonra ortaya çıkmıştır. Bir siyâsî görüşün/ideolojinin temsilcisi sayılan partiler seçimlerde varlık gösterememişler, küçük partiler (marjinal) olarak kalmışlardır. İdeoloji partileri seçimlerde varlık gösterememişler, ancak hiçbir zaman yok olmamışlardır.

Türkiye’de yapıları itibarı ile kitle partisi sayılanlar, daha çok ağalık düzeni içinde işleyen siyâsî partilerdir. Bunlar “kitle partisi” olarak da bilinirler. Az çok farklı görüşte olanların yanı sıra ekonomik ve sosyal durumları birbirlerinden farklı olanlar kitle partilerinde bir arada olmuşlardır. 1960’lardan itibaren bir kitle partisi olan CHP kendisini merkezin solunda sayarken, CHP’nin rakibi olan kitle partileri (Adalet Partisi, Anavatan Partisi, AK Parti gibi) kendilerini Sağ ya da milliyetçi olarak görmüşlerdir.

CHP kendisini “değerler partisi” (lâiklik gibi) olarak görmüş, Devlet’in ve Cumhuriyet rejiminin kurucusu saymıştır. Kendisine yöneltilen eleştirileri ise “Cumhuriyet rejimine, lâikliğe” yönelen saldırılar kabul etmiştir. CHP her zaman kendisini, diğer partilerin meşruiyetini sorgulama hakkına sahip saymıştır. Ordu, medya ve yargıdaki uzantıları ile CHP’nin rakibi olan siyâsî partilerin varlık nedenlerini ve meşruiyetlerini gerekli gördüğü her zaman sorgulama konusu yaparak bazen yargı yoluyla, bazen darbe yoluyla o partileri kapattırmıştır.

CHP kendisini her zaman Cumhuriyet rejiminin ve özellikle lâikliğin sahibi, temsilcisi olarak görmüş ve ancak kendisinin var olduğu ortamda temsil ettiği değerlerin de var olabileceğini, kendisinin yok olduğu bir ortamda Cumhuriyet rejiminin de, lâikliğin de yok olacağı tezini savunmuştur. CHP aynı zamanda temsilcisi olduğu değerlerin Türk halkı tarafından kabul edilip edilmediğini gösteren bir seçimi ya da referandumu asla gerekli görmemiş, herkesin behemehâl o değerleri behemehal kabullenmek zorunda olduğu fikrini ileri sürmüştür.

CHP, özgür ülkelerin hiçbirinde olmayan bir ayrıcalıklı yapıya sahiptir. CHP, İş Bankası ve bağlı şirketlerdeki hisseleri, gayrimenkulleri ve Hazine’den her yıl kendisine tahsis edilen nakit para nedeniyle büyük bir holdingin sahibidir. Ekonomik imkânları nedeniyle rakiplerinin CHP ile yarışması mümkün değildir. Her ne kadar Menderes ve Kenan Evren dönemlerinde CHP’nin mal varlığı Hazine’ye devredilmiş ise de sonradan tekrar iade edilmiştir. CHP mal varlığı bakımından en zengin parti olduğu gibi, seçmen kitlesi de Türkiye’nin en zengin kesimlerinden oluşmaktadır. Dünyada Sol partilerin işçi ve köylü gibi geçim derdi olan sınıfların temsilcisi olmalarına karşılık CHP, Sol söylemine rağmen geçim derdi olmadan yaşayan tuzu kuruların partisidir.

Türkiye’nin siyâsî düzeninde kitle partilerinin yapısı ve işleyişi bir çeşit ağalık yapısına sahiptir. Kitle partilerinin kendisini Sağ’da ya da Sol’da görmesi ağalık düzenini değiştirmemiştir. Eskiden yapılan genel seçimlerin ardından Anavatan Partisi Genel Başkanı Mesut Yılmaz ile Doğru Yol Partisi Genel Başkanı Tansu Çiller, seçimlerde yaşadıkları mağlûbiyetin ardından mutlaka parti yönetimini istifa ettirirlerdi. Böylece seçim yenilgisi sanki genel başkana rağmen parti yönetiminin beceriksizliğinden dolayı ortaya çıkmış gibi bir hava oluşur, genel başkanlar asla istifa etmezlerdi.

Aynı durum İsmet İnönü ve Kemal Kılıçdaroğlu’nun (KK) genel başkanlıkları döneminde CHP’de yaşanmıştır. 2023 Genel Seçimlerinde CHP/KK, ittifak ettiği partilere çok sayıda milletvekili kontenjanı ayırarak o partilerin tabanlarının desteği ile seçim kazanmaya çalışmıştır. Buna rağmen istediği sonucu elde edememiştir. 21 yıllık iktidar partisine karşı CHP/KK bir seçim yenilgisi daha almıştır.

CHP, “Millet İttifakı” adıyla yaptığı bu ittifak için hiçbir kural veya siyâsî ilkeye bağlı kalmamıştır. Seçim kazanmasına katkısı olabileceğini düşündüğü her siyâsî partiyle, her siyâsî kişiyle ittifak etmiştir. Bunun için bir yandan milliyetçilik söylemi olan İyi Parti’yle, diğer yandan PKK’nın partisi HDP ile ittifak etmiştir. KK, kendisini LGBT derneklerinin fahri üyesi sayarken ve o derneklerin desteğini alırken, LGBT’liliği olağan sayan İstanbul Sözleşmesi gibi düzenlemeleri sapıklık olarak gören Saadet Partisi ile de aynı anda aynı seçim için ittifak edebilmiştir.

Seçimden kısa bir süre sonra KK, CHP’nin 18 kişilik Merkez Yürütme Kurulunun (MYK) istifasını almıştır. Böylece seçim yenilgisinden KK değil de MYK sorumlu tutulmuştur. KK, partinin sahibi olan bir ağa gibi yenilgiden kendini değil ama kendisinin aday yaptığı kişileri sorumlu görerek MYK’nın istifasını temin etmiştir. Şimdiye kadar 13 yıl boyunca KK, yaşadığı hiçbir seçim/referandum yenilgisinden kendisini sorumlu tutmamıştır.

Genel ve yerel seçimlerde CHP’nin başarısızlığı her zaman aday gösterilenlerin başarısızlığı olarak görülmüştür. Seçim kazanılması hâlinde (2019 Yerel Seçimlerinde olduğu gibi), bu durum doğrudan genel başkanın etkili ve başarılı siyaseti ile açıklanmıştır. CHP’de görülen bu yapıyı besleyip tahkim eden en önemli unsur, doğrudan parti fonları ile beslenen medya organlarıdır.

O medya organları, hayâlî araştırma şirketleriyle KK’nın yüzde 55’lik oy oranı ile seçimi kesin şekilde kazanacağını telkin etmişlerdir. CHP seçmeni bu telkinleri benimsemiştir.

1950’den beri CHP, girdiği bütün seçimleri kaybetmiştir. Kaybettiği her seçimin ardından seçimlerde hile yapıldığı iddiasını uzun süre tekrarlamıştır. Ancak 2023 Seçimlerinde, medyanın aşırı derecede ilgili olması, “bu seçimlerde hile yapıldığı” söylemini etkisiz hâle getirmiştir.

İşin tuhafı, CHP seçmeni olan kitle (tebaa) de bu durumu içselleştirmiştir. Hiçbir zaman yaşanan seçim yenilgilerinden KK’yı sorumlu görmemiştir. Kitlenin bu uysal ve edilgen tutumu partideki ağalık yapısını tahkim etmektedir. Parti başkanı uğradığı yenilgilerden asla kendisini sorumlu görmediği gibi, istifasını aldığı MYK için “toplumun değişiklik olması isteğini” yerine getirdiğini dahi iddia etmiştir. Ancak o toplumun nasıl olup da değişikliği MYK ile sınırlandırdığını hesaba katmamıştır. Herhâlde kendisini toplum yerine koymuştur.

Bu yazıya konu olan CHP örneğinde görüldüğü gibi, ağalık düzeni şekil ve ad değiştirerek siyâsî parti yapısı içinde varlığını sürdürmektedir. Bir sınıfın/görüşün haklarını savunmak için ortaya çıkan siyâsî parti, varlık nedeniyle hiç ilgisi olmayacak şekilde genel başkan unvanlı bir kişinin/ağanın özle mülkü hâline gelmiştir. Partinin menkul olan/olmayan bütün mal varlığı ağanın tasarrufunda olduğu gibi, partide kimin nereden ne sıfatla aday olacağı da doğrudan ağanın himmetine bağlanmıştır. Ağanın dışında partide karar verici bir birey yoktur. Herkes adına ve herkes için o yani ağa kararlar almaktadır. Kendisini partili sayan herkes ağa için vardır ve seçimlerde ağa için yarışmaktadırlar. Böyle bir siyâsî parti örneğine ancak “üçüncü dünya ülkesi” denilen yerlerde ve Türkiye’de rastlanmaktadır.

İkinci Dünya Savaşı’nda Nazilere karşı askerî başarıları ile tanınan ABD’li General Eisenhover, kutlamalar için yanına başka hiçbir generali almadığı için eleştirilince, “Başarısız olsaydım kimse yanımdakileri sormaz, sorumluluğu sadece bana yüklerdi” diye açıklamıştır. Eğer bu bilgi doğru ise, ancak başarılı olan genel başkanlar için bir örnektir. Oysa Türkiye’deki siyaset ağaları başarıya tek başlarına sahip çıkarken, başarısız olduklarında ise parti yönetimini istifa ettirerek sorumluluğu onlara yıkmaktadırlar. Böylece Eisenhover örneği bile çok farklıdır. Parti ağaları başarıyı sahiplenirken, başarısızlığı başkalarının, partinin yönetiminin veya adayların üzerine yıkmaktadırlar.

Türkiye’de seçmeni etkisiz maraba olmaktan çıkaracak, aksine karar verici hâle getirecek siyâsî yapılar oluşmadıkça, bu siyaset ağalığı düzeni vatandaşın rağmına devam edecektir. Siyâsî partiler, bankası veya şirket ortaklıkları olan birer ticaret kurumu olmaktan çıkarılmalıdır.