
GEÇEN haftayı da maalesef yeni bir felâket haberi ile geçirdik. Ülke olarak tepemizde dolaşan bu kara bulutlar neyin nesidir?
Bu sefer acı haber Erzincan’dan geldi. İliç’teki altın madeninde yaşanan toprak kayması sonucunda 9 insanımız milyonlarca metreküp toprağın altında kaldı. Acımız büyük, öfkemiz de.
Mamafih acımızı yaşamamıza bile fırsat vermeyen bir güruhla aynı ülkede yaşıyoruz.
10 milyon metreküp altında dokuz canımız kalmış. Allah bizi çok daha büyük bir felâketten korumuş. Madendeki çatlak fark edilmemiş ve madende çalışan yaklaşık bin işçi tahliye edilmemiş olsa bambaşka şeyler konuşuyor olabilirdik Allah muhafaza!
Haberi duyduğumuz ilk andan beri neler söylenmedi ki?
Toprak altında yüzlerce işçi kaldığını söyleyen mi dersiniz?
Siyanür havuzunun patladığını, Fırat’a aktığını söyleyeni mi ararsınız?
Çernobil’den daha büyük bir felâket yaşandığını ünleyenleri mi yoksa?
Canlı yayında astronot kıyafetiyle yahut maske ile yayın yapıp yayını kesince bunları çıkarıp atanları mı sayayım size?
Siyanür havuzunun üzerinde uçan kuşlar bile bayılıp düşüyorlar, ölüyorlarmış, iyi mi?
Bir bitmediniz arkadaş!
Bıktık artık sizden!
Bu ülkeye sürekli kötücül duygular pompalamanızdan sıdkımız sıyrıldı arkadaş!
Baykuş olacaktınız da son anda mı insan olmaya karar verdiniz?
Bir gazeteci bozuntusu çıkmış, Binali Yıldırım’a meydan okuyor. Olay yerine gitsinlermiş, kendisi koruyucu kıyafetler giysinmiş (elzemmiş gibi), Yıldırım koruyucu kıyafet giymeden gelsinmiş. Sonra her ikisi de eline birer avuç o topraktan alsınlarmış. Binali Yıldırım bu meydan okumayı kabul ediyor muymuş?
Bu meydan okumaya en güzel cevabı o madende çalışan bir işçi, canlı yayın yapan haber spikerine verdi. Haber spikeri sanki Çernobil’den yayın yapıyormuş gibi giyinmişti yayında. Üzerinde Mars’a gider gibi bir kıyafet, yüzünde de her yerde kolay kolay bulamayacağınız özel bir maske vardı. Muhtemelen yapacağı toksik haberden etkilenmemek için olmalı.
Maden işçisi spikerin yanına gelip, “Biz madende bile böyle dolaşmıyoruz. Sen neden böyle giyindin? Hayırdır?” diye girişti. Spiker yayını nasıl keseceğini şaşırdı.
Devlet, ilk andan itibaren tüm ilgili kurumları ile olay yerinde. “Gece” demeden, “gündüz” demeden yirmi dört saat çalışıyor. Öncelikli olarak toprak altındaki işçilerin yerini tespit etmeye uğraşıyor. Bir de madenin üzerinde akbaba gibi dolaşan bu tipler var işte.
Toprak kaymış, bir yerde durmuş. Birkaç kilometre daha kayacak olsa belki Fırat nehrine ulaşacak ama böyle bir tehlike yok.
Tedbiren yine de o derenin Fırat’a bağlanan kapakları kapatılmış. Sürekli topraktan siyanür ölçümü yapılıyor, hem de bağımsız bilim adamları tarafından. İlk gün 0,7 mg/l olan ölçüm, ikinci gün 0 olarak ölçülüyor.
Yani siyanür ile ilgili bir tehlike mevcut değil. Yine de siyanür gündemimizden bir düşmedi gitti. Siyanürle yatıp siyanürle kalkıyoruz. Bu verilere de inanmıyorlar, çünkü buraya yazamayacağım hassas organlarında hassas ölçüm cihazları var, uzaktan da olsa çok hassas şekilde ölçüm yapabiliyorlar kendileri.
Siyanürün tek başına zehirli bir madde olmadığını söyleyen birçok uzmanı dinledim tartışma programlarında. Bunlardan birisi de İTÜ Maden Mühendisliği mezunu ve eski CHP Milletvekili Ali Rıza Öztürk. Yandaş değil yani. (https://www.youtube.com/watch?v=TC7g0q2cJR4)
Meselâ karbondioksit de zehirli bir gazdır. Bu gazı zehirli kılan, solunan havadaki yoğunluğudur. Karbondioksit her an, her yerde mutlaka bulunur. Ancak belli bir oranı geçmesi hâlinde tehlike arz etmeye başlar.
Rafineri ve termik santral bacalarından da “CEMS” (Continuous Emission Monitoring System) adı verilen sistemlerle sürekli ve anlık ölçümler yapılır. Bu ölçümler her an ilgili bakanlık ekranlarından takip edilir. Buralardan alınan ölçümler belli kritik limit değerlerini aşarsa hem tesiste, hem de bakanlıkta alarmlar çalışır ve işletmeye yaptırımlar uygulanır. Hatta bu sistemlerin kapanması yahut enerjisinin kesilmesi bile ceza sebebidir.
Bunlardan birini de şahsen Batman’da kurmuşluğum vardır. O bacalardan karbondioksit çıkmaması mümkün müdür? Elbette hayır! Kritik olan, ölçülen değerlerin limit değerlerinden yukarıda olmasıdır.
Bir örnek daha vereyim: Hastalanıp hastanede kan tahlili yaptıranlar bilirler, hekim, tahlilde hemen CRP değerine bakar. Bu değer 0-5 mg/l ise mikrobik bir durum yok demektir. Şayet bu değeriniz yirmilere, hatta yüzlere çıkmışsa çanlar çalıyor demektir. Hekimin size yazacağı ilk ilaç antibiyotik olacaktır.
Elma çekirdeği içinde bile yüzde 0,6 oranında siyanür bulunur. Üç beş elma çekirdeğini yutarsanız bir şey olmaz lâkin bir su bardağı dolusu elma çekirdeği yemeye karar verirseniz, önce yakınlarınızla helâlleşmenizi tavsiye ederim.
Benzer durum kayısı çekirdeği için de geçerlidir. Kayısı çekirdeğindeki siyanür oranı da yaklaşık yüzde 0,4’tür. Hatta Dünya Sağlık Örgütü’ne göre kaliteli suyun içinde yüzde 0,07 oranına kadar siyanür bulunabilir. Değer bunun üzerine çıkarsa, o su, kaliteli bir su değildir (https://dobisu.marmara.edu.tr/orta-menu/yararli-bilgiler/icme-suyu-kabul-edilebilir-degerler).
Siyanür konusunda ağzı olan konuştuğu için bir kamu spotu yapayım dedim. İnsanlık ölmedi ya…
Siyanürle yatıp siyanürle kalkan, bunu da suret-i haktan görünerek yapan, vatandaşa sürekli ama her buldukları fırsatta karamsarlık pompalayan kötücül ruhlu insanlar, size sesleniyorum!
Bırakın, bir kere olsun acımızı insan gibi yaşayalım. Böyle kederli zamanlarda ya acımızı paylaşın yahut çenenizi kapatın.
Sizler bu ülke için siyanürden daha tehlikelisiniz. Asıl siyanür sizsiniz!