Sivil yargıçlar

Onların ustalık ve üstün bir hünerle aktif ettikleri yargılama süreci, ancak onların mahkeme sonuç belgesi kıymetindeki son tahlillerini kabulünüzle son bulabilir. Aksi takdirde siz, size doğru yolu göstermeye çalışan sivil yargıcınızı anlamamakla eleştirilecek ve hattâ nasipsiz bir insan olarak teessüfle anılacaksınız.

SIKLIKLA toplumsal, ahlâkî, dinî ve içsel aldanışlara değinmişliğim var. Özellikle de net konturlarla birbirinden ayrılamayan ama pek çok zaman hissiyatla karar verilen hak/sızlık/lardan bahsetmeyi önemli buluyorum. Algımı ve duygumu susturulamaz seviyeye çıkaran hemen her şey, “ispatı olmadığından suiistimal edilenler” kategorisinde yer alıyor.

İşte “sivil yargıçlar” da bu kategoride hemen ilk sıralarda zikredilebilir!

“Nedir sivil yargıç?” diyecek olursanız…

Meslekî literatürde başka meşguliyetlere sahip olup salahiyet ve vazife durumunu göz ardı ederek herkesin bulunduğu yeri ve davranışı en üst perdeden yargılayan bireyler, benim bu metaforik sıfat tamlamamın muhatabıdır diyebilirim.

Bunlar herhangi bir meslek ve yaş grubuna dâhil olabiliyorlar. Toplumda her kesitte gözlemlemek mümkün. Her dinî/siyâsî görüşü umde olarak benimseyebiliyorlar. Kendilerinin hatâlı ve kusurlu olmaları da onları bu sivil yargılama programından alıkoymuyor.

Ortak özellikleri; yargıladıkları olgulara denk düşen ve hattâ sıklıkla da onu aşan kişisel yanlışlara sahip olmalarıdır. Sürekli çevreyi irdeleme hâli ve vardıkları her yargıyı bir motto gibi dile getirme tutkuları, kendi hatâ ve yanlışlarını görememe evresiyle devam eder. Bu grupta yer alan bireylere, yaptıklarının hatâlı bir yaklaşım olduğunu söylemeye kalksanız bile, sizi dinlemek ve kendi hatâlarını kabul etmek yolunda çok etkin bir değişim göstermezler. Genellikle eleştirdikleri ve yargıladıkları her durum ve kişi için kendilerince haklı cümleleri mevcûttur. Bu cümlelerin ne kadar kabul görüp görmediğiyle de fazla ilgilenmezler. Çünkü vardıkları yargıyı kabul etmeyen insanlar da, tıpkı yargıladıkları birinci küme elemanları kadar hatâlı ve eksiktirler.

Sivil yargıçlar ayrıca normal insanlar gibi yaşar ve öyle görünürler. İçlerinde gizlenen iki ahval vardır ki bunlar, dışarıdan bir gözle öyle hemen saptanamaz. O hâllerden biri “yüksek kibirlilik kliniği” olsa da, ikinci sırlı hâl ise ilkine tezat oluşturacak düzeydedir. Bu yüksek kibir sapması, sivil yargıç karakterli bireylerde aynı zamanda bir içsel çöküş ve kendini sevememe ile eşdeğerdir.

***

Hareket yönelimlerine gelince…

Öncelikle kendi yaşam biçimlerinde ve toplumda teşkil ettikleri mevcûdiyette doğru gördükleri ve sıklıkla doğru kabul edilen bilgileri keşfederler. Onca yanlış ve kusurlu hâllerini görmezden gelip sayıca daha az ama kendilerince yüksek değerli doğrularını, toplumun ve hattâ kâinatın en önemli hususları olarak addederler. Eğer onlar dinî ya da toplumsal ahlâk normları bakımından bir doğruya sahiplerse (karar yetkisi yine onlarındır) bu, diğer tüm dinî ve ahlâkî kurallar arasında en önemli olanıdır. Bu, diğer tüm doğruları yapan bir insan karşısında bile kendilerine büyük avantaj sağlar. Çünkü bu doğruyu onlar başarmıştır. Ve her kim bu doğrunun sınırlarında değilse (özellikle de onlara göre) o, diğer tüm doğruları geçersiz kılacak bir yanlışa sahiptir.

Sizin sahip olduğunuz her bir ahlâkî, toplumsal ve dinî değer, bu sivil yargıçlarca önem teşkil etmez. Onlar kendilerinin doğru yaptığı ve sizde kusurlu gördükleri bir olguyu, sizi ahlâk, din ve toplum kulvarlarında yerle bir etmek için çok başarılı bir şekilde kullanabilirler. Onların ustalık ve üstün bir hünerle aktif ettikleri yargılama süreci, ancak onların mahkeme sonuç belgesi kıymetindeki son tahlillerini kabulünüzle son bulabilir. Aksi takdirde siz, size doğru yolu göstermeye çalışan sivil yargıcınızı anlamamakla eleştirilecek ve hattâ nasipsiz bir insan olarak teessüfle anılacaksınız.

Birkaç örnekle çevrenizde sinsice dolaşan bu sivil yargıçları fark etmenizi kolaylaştırmak isterim. 

(Bu sivil yargıcın ne tür ahlâkî bir eğitime sahip olduğu çok zaman önemsizdir. O yüzden bu tipolojiyi belli bir toplumsal segmentte aramak hatâlı olacaktır. Daha önce de dile getirdiğim üzere, her kesitte ve her yaşam biçiminde karşımıza çıkarlar.)

Kimseye işaret etmemek ve hiçbir hareket tercihini eleştiriyormuş gibi durmamak adına, vereceğim örnekler absürt fakat anlaşılır olacak. Şöyle ki; numune olarak seçtiğim konu, bir kişiye ya da bir kesite işaret etmeyecek. Bunun için de ya akıl dışı bir hareketi ya da her kesitten herkesin yaptığı yaşamsal bir eğilimi referans almak durumundayım.

***

Bir sivil yargıcın kompleks algılama ve yargılama süreci şu hayâlî örnekle açıklanabilir:

(Dinî kuralları konuya örnek olsun diye çarpıtamayacağımdan, toplumsal varsayımlar üzerinden gidiyorum.)

Varsayalım ki, bir ilkel kabilenin üyesiyiz. Bu ilkel kabilede belli kurallar ve dengeler mevcût. Bunlar zaman içinde kendiliğinden oluşmuş ve herkesçe kabul görmüş olsun. Bu kabilede normal insanlar ve sivil yargıçlar var. Biz, kabilede gizlenen sivil yargıçları birtakım hareketlerden tanıyabiliriz. Kabilenin kendi iç tüzüğünde yazılı olmayan fakat herkesçe bilinen kurallardan biri, portakalı bıçakla kesmenin toplumsal ahlâka aykırı olması olsun. (Evet, saçma bir örnek fakat bu sivil yargıçları anlatırken onların durumuna düşmemem için hiçbir gerçek hatâyı işaret etmemeye kararlıyım.)

Bu portakalı bıçakla kesmeme kuralı, tüm kabile tarafından kabul görüyor ama her toplumda kuralları yok sayanlar olduğu gibi, bu kabilede de portakalı bıçakla kesenler var. Kabilede çok önemsenen bir başka ahlâkî değer de akşam yemeklerini bir veya birden fazla kişiyle paylaşmak. Ki bu ikinci kural, ilk kural kadar absürt de değil. Yani sözüm ona bu kabilede kabul gören yığınla kural ve düzgüden iki tanesini dile getirdik…

Kabilede sinsice dolaşan sivil yargıçlardan biri, portakalı bıçakla kesen bir kabile üyesini gözlemliyor. Onu keşfediyor ve fişliyor. Sonra bu şahsı akşam yemeğinde, yemeğini onlarca kişiyle paylaşırken de görüyor. Fakat bunu önemsemiyor. Çünkü bu sivil yargıç, portakalı asla bıçakla kesmemiş, kabilenin bu ahlâkî kuralına sonuna kadar riayet etmişti. Şimdi portakalı bıçakla kesen ve yemeğini onlarca kişiyle paylaşan bu kişiye nasıl iyi insan olarak bakabilir? Evet, tahmin edeceğiniz üzere sivil yargıcımız, akşam yemeklerini ya kimseyle paylaşmıyor ya da eğer mecbur kalırsa az yiyen bir kabile üyesi buluyor ve onu davet ederek görevini tamamlıyordu. Ama kendince haklı sebepleri vardı. Akşama kadar çok acıkıyordu, yemeği ancak kendine yetiyordu; hem sonra kabile üyeleri de çok yiyordu vesaire. Ama bunca yıl şerefiyle portakalı parçalamış ve ne kadar zorlansa da asla bıçak kullanmamış bu ahlâk âbidesi(!), keşfettiği bu günahkârı yargılamayacak mıydı?

Yargıladı! Onu ayıpladı, ona hakaret etti, onu eleştirdi ve hattâ diğer kabile üyelerine de aşikâr etti. Onun yemeğini paylaşırkenki cömertliği ile kendisinin yemeğini kimseyle paylaşmak istemiyor oluşunu ise es geçti. Ne hoş(!)…

***

Yukarıdaki absürt örnekte de olduğu üzere, yargılayan kişinin doğrusu, yargılanan kişinin doğrusundan çok daha alt düzeyde bir hareketti. En nihâyetinde portakalı bıçakla kesmek ya da kesmemekse o kadar da büyük bir özveri gerektirmiyordu. Ama yemeğini onlarca kişiyle paylaşabilmek için bir insanda cömertlik, insaniyet, sevgi ve benzeri güzel duyguların var olması gerekiyordu. Kendi doğrusunu diğer tüm doğrulardan üstün gören sivil yargıç, bunca güzelliğe sahip bir kişiyi yargılarken sadece kendini referans almıştı. Kendi doğrusunun kümesinde göremediği ilk kişiyi en ağır eleştirilere lâyık görmüştü.

İşte bizim reel dünyamızda da durum, bu kabilede olduğu gibi akıl dışı! Bir insan bir doğruya sahip olduğunda, o doğruya sahip olmayan ama onlarca doğrunun paydaşı olan bir insanı kolayca yerle bir edebiliyor. Bu hem akıl, hem de ahlâk dışı… Ama ne yazık ki toplumdaki sivil yargıçlara bunu anlatabilmek o kadar da kolay olmuyor.

***

Hülâsa, insanların bir yanlışını bulup da yerden yere vurmayın; doğruların ve yanlışların toplamını ölçmek ve kıyaslamak, biz insanoğlunun kabiliyet ve salahiyet alanına girmiyor. İyisi mi, doğru davranarak doğruya örnek olmaya çalışmalı ve çevresel kusurları saptamaya ayırdığımız zamanı kendimizi revize etmeye ayırmalı.

“Ey inananlar! Zannın çoğundan sakının, zira zannın bir kısmı günahtır. Tecessüs etmeyin (birbirinizin gizlisini-gizli hâllerini-özel hayatlarını/suçunu-kusurunu araştırmayın); kimse kimseyi çekiştirmesin; hangi biriniz ölü kardeşinin etini yemekten hoşlanır? İşte bundan tiksinirsiniz. Bu konularda Allah’tan sakının; şüphesiz Allah, tövbeleri daima kabul edendir, rahmeti sonsuzdur.” (Hucûrat, 12)