Sirte düğümü

Sirte düğümünü çözmek tamamen Türkiye’nin elindedir. Savaş tehdidi yapanlar da, aba altından sopa gösterenler de iyi biliyorlar ki, Türkiye’yi asla yenemezler! Yine iyi biliyorlar ki, Türkiye “Sirte ve Cufra alınacak!” diyorsa, alınacaktır.

TÜRKİYE’NİN desteklediği Libya ordusu, Terhune ve Beni Velit bölgesini ele geçirdikten sonra iki kola ayrılarak Sirte ve Cufra’ya yöneldi.

Yendikleri Hafter güçlerinin ardından Sirte ve Cufra’ya sevk edilen bu öncü birliklerden maksat, karşı cephenin test edilmesiydi. Çünkü Cufra’ya Hafter uçakları görünümünde kendi uçaklarını konuşlandıran Rusya, her şey alenen ortada olduğu hâlde bu uçakların kendine ait olmadığını iddia ediyordu. Rusya’nın bu iddiasının bir algı oyunu olduğunu Türkiye gayet iyi biliyordu. Maksat, karşı tarafın refleksini ölçmek ve hareket plânını ona göre oluşturmaktı.

Libya’daki Türk kurmay zekâsı, bir yeri ele geçirmek istediğinde önce küçük öncü saldırılarla karşı tarafın savunma kabiliyetini tartıyor, arkasından bu savunma kabiliyetinin verilerine göre karşısındaki savunmayı, en etkin harekât yöntemi olarak benimsediği sabır, akıl ve doğru yığınaklanma ile kırıyordu. Nitekim Vatiyye Üssü alınırken aynen böyle hareket edilmiş ve üs, en uygun saldırı için gerekli tahkimat yapıldıktan sonra kararlı, devamlı ve akıllı hamlelerle düşürülmüştü.

Libya ordusu kendisine Beni Velit ve Terhune yollarını açan Trablus Havalimanı Harekâtı’nda da benzer bir yöntem izlemiş, karşıdaki cephenin direnç kabiliyeti akılcı bir tarzda analiz edildikten sonra o cepheye özgü saldırı vâsıtaları ve hareket plânıyla tartışmasız bir galibiyet elde edilmişti.

Ancak bu bölgeler Libya’nın asıl zenginliği olan petrol bölgelerinden uzak olduğu için karşı cephe fazla zayiat vermemek üzere geri çekilerek Sirte hattını tuttu. Çünkü Sirte, stratejik ve coğrafî konumu ile Hilâl petrol bölgelerinin ve kritik öneme sahip Cufra Hava Üssü’nün kilidi konumundaydı.

Bugün itibarıyla Libya ordusunun Sirte kapısında durması, sahadaki mücadelenin, vekâlet savaşının bir tık üstüne evrilmesi ve bu yeni durumun farklı bir savaş plânı gerektirmesindendir. Zira işler iyi giderken Hafter’in arkasına saklanan güçler, bu muhteris darbecinin ümitlerini boşa çıkaran ağır yenilgiler alması netîcesinde kendilerini göstermek zorunda kaldılar.

Hafter’e yatırım yapan Rusya, Fransa, Mısır, BAE ve Suudlar, bu yatırımlarının ve bölge üzerindeki emellerinin bir hamlede hebâ olacağını çok net şekilde gördüler. Oysa birkaç ay öncesinde, başkent Trablus’un varoşlarına kadar girmiş Hafter güçlerinin başkenti ele geçirerek yönetimi devireceğinden gayet emindiler. Bundan sadece onlar değil, bütün dünya da emindi. Artık mesele, birkaç günlük ömrü kalmış Libya ordusunun direncinin kaç günde kırılacağı meselesiydi…

Bu eminlik sebebiyle, başlangıçta Türkiye’nin meşru Libya Ulusal Mutabakat Hükûmeti ile anlaşmalar yapıp oraya uzman askerî personel ve silah göndermesini pek umursamadılar. Kendi bakış açılarına göre, karşılarında yanlış ata oynayan ve kaybetmesi kaçınılmaz olan bir ülke vardı. İşte bu yüzden Türkiye ve meşru hükûmetin barış taleplerini gûya ciddîye alıyorlarmış gibi yapıp göstermelik Moskova ve Berlin toplantılarıyla karşılıksız bıraktılar.

Amaç, Türkiye’yi oyalayıp Libya işini sahada bir an önce bitirmekti.

Ne var ki, Türk askerî personeli ve Türk silahları sahada beklenmedik bir çarpan etkisi oluşturdu. Türkiye destekli Libya ordusu, karşısındaki yedi düvelden oluşan sömürü cephesini önce şehrin varoşlarından, sonra Tunus sınırından, ardından da başkentin doğu ve güneyinden süpürerek kısa zamanda Sirte kapılarına dayandı.

Bu başarı, kelimenin tam anlamıyla hiç kimsenin beklemediği bir şeydi. Ellerindeki vekâlet güçleri Libya ordusu tarafından çil yavrusu gibi dağıtılınca ayakları suya erdi.

Artık mevcût durum, yanlış ata oynayanın Türkiye değil, kendileri olduğunu gösteriyordu. Bu işten en çok rahatsız olan aktör ise Fransa idi. Afrika’da onlarca ülkeyi sömüren Fransa, bir o kadarı üzerinde de nüfuz sahibiydi. Bu nüfuza Tunus ve Cezayir de dâhildi.

Fransa sömürü ve rant kapısını kaybetmenin saldırganlığını yansıtıyor!

Fransa, Afrika’daki sömürgelerine giden yolu kısaltmak ve Libya’nın en velut petrol bölgesi olan Sirte, Cufra ve Fizan hattını kontrol etmek için 2011 yılından beri uğraşıyordu. Nitekim Kaddafi rejimine daha BM müdahalesi yapılmadan önce, Fransa re’sen Libya’yı işgal plânını devreye sokmuştu.

Libya’daki dengenin bozulması, Kaddafi’nin öldürülüp ülkede kaos ortamının çıkarılması sürecinin asıl faili Fransa’dır.

Fizan’da kuracağı üssün hayâliyle yanıp tutuşan ve Orta Afrika’dan sömürdüğü emtianın Fizan-Sirte hattıyla Akdeniz’e taşınması hırsıyla kavrulan Fransa, özellikle İngiltere’nin AB’den ayrılışından sonra AB içinde en etkili askerî güç olarak öne çıktı. AB’nin yegâne lideri kendisiymiş gibi bir role giren Fransa’nın bu tavrı, birlik içinde çatlaklar oluşturmaya başladı.

Almanya durumdan hoşnut olmamakla beraber Fransa’ya pek ses çıkarmazken, İtalya ve İspanya ise rahatsızlıklarını gizlemeye lüzum görmediler. Nitekim Covid-19 sürecinde Fransa’nın AB’den İtalya ve İspanya’ya gidecek yardım yollarını kesmesi, bu ülke kamuoylarında Fransa ve AB’ye karşı derin bir infiâl ve büyük bir güvensizlik oluşturdu. Bu itibarla Fransa’nın Libya’ya ilişkin kendi emellerini sanki AB’nin emelleriymiş gibi gösterip Birlik gücünü kendi amaçlarının gerçekleşmesi için peşkeş çekmesi, Fransa’yı Birlik içinde, kuklası Yunanistan hâricinde desteksiz bıraktı.

Fransa’nın askerî anlamda Türkiye’yi durduracak bir gücünün olmadığını iyi bilen İtalya, ikili oynamayı elden bırakmasa da sahada Türkiye’ye yanaşarak mayın imha ekipleri gibi jest kabilinden destekler ile Libya’ya girdi.

AB içinde Libya’da karar verici aktörün Türkiye olacağı gerçeğini ilk gören ülke İtalya oldu. Fransa ise kibir ve hırsının şiddetine mukabil, gücünün sınırlı olması karşısında çırpınıp durdu.

Fransa, Türkiye’yi sadece İrini Operasyonu gibi beylik yöntemler ve gemisine radar kilidi atıldığı gibi bayat entrikalarla durduracağını sandı. Ancak Türkiye’nin bu tip oyunları ne kadar güçlü, kararlı ve caydırıcı bir duruşla bozduğunu bütün dünya gördü.

Bu durumda Fransa’nın bir şey yapamayacağı anlaşılınca, sahneyi BAE ve Suud’un suflörü olan Sisi’nin Mısır’ı aldı. Sisi’nin, “Sirte ve Cufra kırmızı çizgimizdir” demesinin ardında da Fransa’nın yaşadığı hayâl kırıklığına benzer bir hâl yatıyordu.

Mısır muhatap alınmalı mı?

Mısır, kendisine altın bir tepsi içinde Mısır tahtını sunan BAE ve Suud’un hırslarına maşa olmanın buruk acısıyla kıvranmaya başladı. Onun da Fransa gibi Hafter’e yaptığı yatırımlar boşa gitmiş ve yanlış ata oynamaktan dolayı uğradığı kayıplar büyük olmuştu.

Sisi’nin bu açık savaş tehdidi, Türkiye tarafından not edildi, ancak kesinlikle ciddîye alınmadı. Çünkü Mısır’ın içinde bulunduğu sosyal, ekonomik ve siyâsî şartlar, sınırlarının 900 kilometre ötesinde bir savaş yapma kabiliyetini bitiriyordu.

Bu blöfü gören Türkiye, Mısır’ı muhatap alıp cevap verme tenezzülünde bile bulunmadı.

Türkiye yerine Libya Hükûmeti, bu tehdidi bir savaş ilânı olarak gördüğünü ve Libyalıların ülkelerini işgal edecek herhangi bir güce karşı kanlarının son damlasına kadar savaşacaklarını ilân etti. Zaten Mısır’a bu kadarı yeter de artardı bile. Yıllardır Sina yarımadasındaki terörist işgal karşısında ciddî bir varlık gösteremeyen hantal Mısır ordusunun bu tehdidinin ciddîye alınır bir yanı yoktu.

Üstelik Nil üzerindeki baraj meselesi yüzünden neredeyse Etiyopya ile savaşın eşiğine gelen Mısır’ın içerideki durumu da nâzikti. Sosyal baskılar ve ekonomik sıkıntılar nedeniyle içinde Sisi'ye derin bir öfke biriktiren Mısır halkı, tutuşmak için küçük bir kıvılcım bekler durumda.

Birkaç yıl içinde milyar dolarlar vererek görkemli bir donanma oluşturan Mısır, gemileri almıştı ancak bunların içini dolduracak personel ve ekipmandan mahrumdu. Türkiye ile muhtemel bir çatışma durumunda, kuvvetleri arasında koordinasyon yeteneği olmayan Mısır ordusu, kurt önüne atılmış koyun sürüsünden farksız olur.

Rusya faktörü

Libya’da asıl üzerinde durulması gereken güç, ne kadar gizlenmeye çalışsa da Rusya’dır. Ancak Rusya’nın birkaç bin kişilik Wagner askerleri ve 15-20 savaş uçağı ile Türkiye gibi ciddî ve kararlı bir devlet karşısında yapacağı pek fazla bir şey de yoktur.

Rusların bu aşamada, pazarlıklar yaparak amaçlarından bir kısmını gerçekleştirme hedefi üzerinde duracağı aşikârdır. En azından bölgeye Rus firmalarının dönmesi ve Libya ile bazı petrol arama anlaşmalarının yapılması, Rusya’nın temel beklentisidir.

Rusya’nın asıl amacı ise, Libya sahilinde bir üs elde etmektir. Lâkin bunu ne Türkiye, ne Amerika, ne de AB ister. Bunu aslında Mısır ve arkasındakiler de istemez. Ancak bu işten yine de Türkiye’den sonra en kârlı çıkacak olan ülke, Rusya olarak görülüyor.

Bu izahtan da anlaşılacağı gibi, Sirte düğümünü çözmek tamamen Türkiye’nin elindedir. Savaş tehdidi yapanlar da, aba altından sopa gösterenler de iyi biliyorlar ki, Türkiye’yi asla yenemezler! Yine iyi biliyorlar ki, Türkiye “Sirte ve Cufra alınacak!” diyorsa, alınacaktır.