TÜRKİYE’NİN desteklediği
Libya ordusu, Terhune ve Beni Velit bölgesini ele geçirdikten sonra iki kola
ayrılarak Sirte ve Cufra’ya yöneldi.
Yendikleri
Hafter güçlerinin ardından Sirte ve Cufra’ya sevk edilen bu öncü birliklerden
maksat, karşı cephenin test edilmesiydi. Çünkü Cufra’ya Hafter uçakları
görünümünde kendi uçaklarını konuşlandıran Rusya, her şey alenen ortada olduğu
hâlde bu uçakların kendine ait olmadığını iddia ediyordu. Rusya’nın bu
iddiasının bir algı oyunu olduğunu Türkiye gayet iyi biliyordu. Maksat, karşı
tarafın refleksini ölçmek ve hareket plânını ona göre oluşturmaktı.
Libya’daki
Türk kurmay zekâsı, bir yeri ele geçirmek istediğinde önce küçük öncü
saldırılarla karşı tarafın savunma kabiliyetini tartıyor, arkasından bu savunma
kabiliyetinin verilerine göre karşısındaki savunmayı, en etkin harekât yöntemi
olarak benimsediği sabır, akıl ve doğru yığınaklanma ile kırıyordu. Nitekim
Vatiyye Üssü alınırken aynen böyle hareket edilmiş ve üs, en uygun saldırı için
gerekli tahkimat yapıldıktan sonra kararlı, devamlı ve akıllı hamlelerle
düşürülmüştü.
Libya
ordusu kendisine Beni Velit ve Terhune yollarını açan Trablus Havalimanı Harekâtı’nda
da benzer bir yöntem izlemiş, karşıdaki cephenin direnç kabiliyeti akılcı bir
tarzda analiz edildikten sonra o cepheye özgü saldırı vâsıtaları ve hareket plânıyla
tartışmasız bir galibiyet elde edilmişti.
Ancak
bu bölgeler Libya’nın asıl zenginliği olan petrol bölgelerinden uzak olduğu
için karşı cephe fazla zayiat vermemek üzere geri çekilerek Sirte hattını
tuttu. Çünkü Sirte, stratejik ve coğrafî konumu ile Hilâl petrol bölgelerinin
ve kritik öneme sahip Cufra Hava Üssü’nün kilidi konumundaydı.
Bugün
itibarıyla Libya ordusunun Sirte kapısında durması, sahadaki mücadelenin, vekâlet
savaşının bir tık üstüne evrilmesi ve bu yeni durumun farklı bir savaş plânı
gerektirmesindendir. Zira işler iyi giderken Hafter’in arkasına saklanan
güçler, bu muhteris darbecinin ümitlerini boşa çıkaran ağır yenilgiler alması
netîcesinde kendilerini göstermek zorunda kaldılar.
Hafter’e
yatırım yapan Rusya, Fransa, Mısır, BAE ve Suudlar, bu yatırımlarının ve bölge
üzerindeki emellerinin bir hamlede hebâ olacağını çok net şekilde gördüler.
Oysa birkaç ay öncesinde, başkent Trablus’un varoşlarına kadar girmiş Hafter
güçlerinin başkenti ele geçirerek yönetimi devireceğinden gayet emindiler.
Bundan sadece onlar değil, bütün dünya da emindi. Artık mesele, birkaç günlük
ömrü kalmış Libya ordusunun direncinin kaç günde kırılacağı meselesiydi…
Bu
eminlik sebebiyle, başlangıçta Türkiye’nin meşru Libya Ulusal Mutabakat Hükûmeti
ile anlaşmalar yapıp oraya uzman askerî personel ve silah göndermesini pek
umursamadılar. Kendi bakış açılarına göre, karşılarında yanlış ata oynayan ve
kaybetmesi kaçınılmaz olan bir ülke vardı. İşte bu yüzden Türkiye ve meşru hükûmetin
barış taleplerini gûya ciddîye alıyorlarmış gibi yapıp göstermelik Moskova ve
Berlin toplantılarıyla karşılıksız bıraktılar.
Amaç,
Türkiye’yi oyalayıp Libya işini sahada bir an önce bitirmekti.
Ne
var ki, Türk askerî personeli ve Türk silahları sahada beklenmedik bir çarpan
etkisi oluşturdu. Türkiye destekli Libya ordusu, karşısındaki yedi düvelden
oluşan sömürü cephesini önce şehrin varoşlarından, sonra Tunus sınırından,
ardından da başkentin doğu ve güneyinden süpürerek kısa zamanda Sirte
kapılarına dayandı.
Bu
başarı, kelimenin tam anlamıyla hiç kimsenin beklemediği bir şeydi. Ellerindeki
vekâlet güçleri Libya ordusu tarafından çil yavrusu gibi dağıtılınca ayakları
suya erdi.
Artık
mevcût durum, yanlış ata oynayanın Türkiye değil, kendileri olduğunu
gösteriyordu. Bu işten en çok rahatsız olan aktör ise Fransa idi. Afrika’da
onlarca ülkeyi sömüren Fransa, bir o kadarı üzerinde de nüfuz sahibiydi. Bu
nüfuza Tunus ve Cezayir de dâhildi.
Fransa
sömürü ve rant kapısını kaybetmenin saldırganlığını yansıtıyor!
Fransa,
Afrika’daki sömürgelerine giden yolu kısaltmak ve Libya’nın en velut petrol
bölgesi olan Sirte, Cufra ve Fizan hattını kontrol etmek için 2011 yılından
beri uğraşıyordu. Nitekim Kaddafi rejimine daha BM müdahalesi yapılmadan önce,
Fransa re’sen Libya’yı işgal plânını devreye sokmuştu.
Libya’daki
dengenin bozulması, Kaddafi’nin öldürülüp ülkede kaos ortamının çıkarılması sürecinin
asıl faili Fransa’dır.
Fizan’da
kuracağı üssün hayâliyle yanıp tutuşan ve Orta Afrika’dan sömürdüğü emtianın
Fizan-Sirte hattıyla Akdeniz’e taşınması hırsıyla kavrulan Fransa, özellikle İngiltere’nin
AB’den ayrılışından sonra AB içinde en etkili askerî güç olarak öne çıktı.
AB’nin yegâne lideri kendisiymiş gibi bir role giren Fransa’nın bu tavrı,
birlik içinde çatlaklar oluşturmaya başladı.
Almanya
durumdan hoşnut olmamakla beraber Fransa’ya pek ses çıkarmazken, İtalya ve
İspanya ise rahatsızlıklarını gizlemeye lüzum görmediler. Nitekim Covid-19
sürecinde Fransa’nın AB’den İtalya ve İspanya’ya gidecek yardım yollarını
kesmesi, bu ülke kamuoylarında Fransa ve AB’ye karşı derin bir infiâl ve büyük bir
güvensizlik oluşturdu. Bu itibarla Fransa’nın Libya’ya ilişkin kendi emellerini
sanki AB’nin emelleriymiş gibi gösterip Birlik gücünü kendi amaçlarının
gerçekleşmesi için peşkeş çekmesi, Fransa’yı Birlik içinde, kuklası Yunanistan
hâricinde desteksiz bıraktı.
Fransa’nın
askerî anlamda Türkiye’yi durduracak bir gücünün olmadığını iyi bilen İtalya,
ikili oynamayı elden bırakmasa da sahada Türkiye’ye yanaşarak mayın imha
ekipleri gibi jest kabilinden destekler ile Libya’ya girdi.
AB
içinde Libya’da karar verici aktörün Türkiye olacağı gerçeğini ilk gören ülke
İtalya oldu. Fransa ise kibir ve hırsının şiddetine mukabil, gücünün sınırlı
olması karşısında çırpınıp durdu.
Fransa,
Türkiye’yi sadece İrini Operasyonu gibi beylik yöntemler ve gemisine radar
kilidi atıldığı gibi bayat entrikalarla durduracağını sandı. Ancak Türkiye’nin
bu tip oyunları ne kadar güçlü, kararlı ve caydırıcı bir duruşla bozduğunu
bütün dünya gördü.
Bu
durumda Fransa’nın bir şey yapamayacağı anlaşılınca, sahneyi BAE ve Suud’un
suflörü olan Sisi’nin Mısır’ı aldı. Sisi’nin, “Sirte ve Cufra kırmızı çizgimizdir” demesinin ardında da
Fransa’nın yaşadığı hayâl kırıklığına benzer bir hâl yatıyordu.
Mısır
muhatap alınmalı mı?
Mısır,
kendisine altın bir tepsi içinde Mısır tahtını sunan BAE ve Suud’un hırslarına
maşa olmanın buruk acısıyla kıvranmaya başladı. Onun da Fransa gibi Hafter’e
yaptığı yatırımlar boşa gitmiş ve yanlış ata oynamaktan dolayı uğradığı kayıplar
büyük olmuştu.
Sisi’nin
bu açık savaş tehdidi, Türkiye tarafından not edildi, ancak kesinlikle ciddîye
alınmadı. Çünkü Mısır’ın içinde bulunduğu sosyal, ekonomik ve siyâsî şartlar,
sınırlarının 900 kilometre ötesinde bir savaş yapma kabiliyetini bitiriyordu.
Bu
blöfü gören Türkiye, Mısır’ı muhatap alıp cevap verme tenezzülünde bile
bulunmadı.
Türkiye
yerine Libya Hükûmeti, bu tehdidi bir savaş ilânı olarak gördüğünü ve
Libyalıların ülkelerini işgal edecek herhangi bir güce karşı kanlarının son damlasına
kadar savaşacaklarını ilân etti. Zaten Mısır’a bu kadarı yeter de artardı bile.
Yıllardır Sina yarımadasındaki terörist işgal karşısında ciddî bir varlık
gösteremeyen hantal Mısır ordusunun bu tehdidinin ciddîye alınır bir yanı
yoktu.
Üstelik
Nil üzerindeki baraj meselesi yüzünden neredeyse Etiyopya ile savaşın eşiğine
gelen Mısır’ın içerideki durumu da nâzikti. Sosyal baskılar ve ekonomik
sıkıntılar nedeniyle içinde Sisi'ye derin bir öfke biriktiren Mısır halkı, tutuşmak
için küçük bir kıvılcım bekler durumda.
Birkaç
yıl içinde milyar dolarlar vererek görkemli bir donanma oluşturan Mısır,
gemileri almıştı ancak bunların içini dolduracak personel ve ekipmandan
mahrumdu. Türkiye ile muhtemel bir çatışma durumunda, kuvvetleri arasında
koordinasyon yeteneği olmayan Mısır ordusu, kurt önüne atılmış koyun sürüsünden
farksız olur.
Rusya
faktörü
Libya’da
asıl üzerinde durulması gereken güç, ne kadar gizlenmeye çalışsa da Rusya’dır.
Ancak Rusya’nın birkaç bin kişilik Wagner askerleri ve 15-20 savaş uçağı ile
Türkiye gibi ciddî ve kararlı bir devlet karşısında yapacağı pek fazla bir şey
de yoktur.
Rusların
bu aşamada, pazarlıklar yaparak amaçlarından bir kısmını gerçekleştirme hedefi üzerinde
duracağı aşikârdır. En azından bölgeye Rus firmalarının dönmesi ve Libya ile
bazı petrol arama anlaşmalarının yapılması, Rusya’nın temel beklentisidir.
Rusya’nın asıl amacı ise, Libya sahilinde
bir üs elde etmektir. Lâkin bunu ne Türkiye, ne Amerika, ne de AB ister. Bunu
aslında Mısır ve arkasındakiler de istemez. Ancak bu işten yine de Türkiye’den
sonra en kârlı çıkacak olan ülke, Rusya olarak görülüyor.
Bu izahtan da anlaşılacağı gibi, Sirte düğümünü
çözmek tamamen Türkiye’nin elindedir. Savaş tehdidi yapanlar da, aba altından
sopa gösterenler de iyi biliyorlar ki, Türkiye’yi asla yenemezler! Yine iyi
biliyorlar ki, Türkiye “Sirte ve Cufra
alınacak!” diyorsa, alınacaktır.