Sirkeden medeniyete

Günümüzdeki üçlemeci Hıristiyanları tatmin etmez hâle gelen hâlihazırdaki ölü dini terk ettirmek o kadar kolay ki... Ve eski Hıristiyanların “Anadolu’nun neo-Hıristiyanlığı” diyebileceğimiz “gnostik Müslümanlık”ta kendilerine kucak açmış bekleyen Türklerle buluşması, birleşmesi, hatta onlara teslim olmasını sağlamak, bir PR çalışmasına ve birkaç devlet başkanının “neo-İslâm”ı seçmesine bakar.

BU yazı için bir kardeşimizin mesajından faydalanacağız. Diyor ki o mesajda, “Burnumuza sabah-akşam yarı yarıya sulandırılmış sirke çekelim. Orta kulak iltihabı, sinüzit, migren, guatr, uyku apnesi, horlama, geniz akıntısı, bademcik, grip ve bu gibi hastalıklar, ayrıca gizli sinüs akıntısının sebep olduğu romatizma, eklem romatizması, kalp kapakçığı ile ilgili şikâyetler, tansiyon, tiroid, lenf nodları, Alzheimer, kanser, panik atak ve şizofren gibi hastalıklar durur, hatta geriler. Akıllı enerji virüsleri, enerji mikroplarını yok eden sirkededir. Bu yüzden ilaçlar bizi bitirmeden biz onları ve hastalıkları bitirelim!”.

Ve mesajın devamına şu satırlar eklenmiş: “Sirke asidi fazla olursa, içerideki epitel dokuya zarar verir. İyi seyreltilmeli bu yüzden. Yoksa duyular dumura uğrar!”

Peki, sadece bir sirke, bu kadar hastalığa iyi geliyor olabilir mi? Bu biraz abartılı değil mi?

Yıllardan beri yukarıdaki yöntemle grip ve nezle gibi boğaz burun hastalıklarımızı önlemekteyiz Allah'ın izniyle. Ancak denemek isteyenler için BB hastalıklarında zamanlamaya dikkat çekmek isteriz. Yukarıdaki yöntem, tam burunda kaşıntı başladığı anda yapılırsa, hastalık başlamadan biter. Ama geç kalınmışsa hastalık etken olur. Bu durumda yöntem ve buna bağlı olarak ağız ve özellikle boğaz bölgesinin temiz tutulması için hiç olmazsa bir saatlik aralıklarla yarım çay kaşığı kadar sirkenin ağza alınması, hastalığın ömrünü kısalttığı gibi şiddetini de azamî ölçüde düşürüyor. Bu tür hasta bulunan evin havasının aynı içerikle fısfıslanmasının da mikrop bulaşmasını önlediğine şahit olduk.

Bu arada, her gece uyumadan önce ağza alınan birkaç damla sirkeyle dişlerin çürümesi ve çürük dişlerdeki mikrobik faaliyet durdurulmakta. Bunun gibi, yıkanan yüzdeki ıslaklık da avuca damlatılan yarım çay kaşığı sirkeyle son bir kez meshedilirse, tendeki lekeler zamanla açılmakta ve deri beyazlamakta. Bu mânâda sivilceler şifa bulmakta.

Kepekten mütevellit saçlı deri kaşıntılarının önlenmesinde de sirkenin yararını gördüğümüzü ilâve edelim. En önemlisi, sabah namazı saatinde yani kahvaltıdan önce içilen bir iki bardak sirkeli suyun kalp-damar hastalıklarında da azamî yarar sağladığı da deneyimlerimiz arasında. Bu hususta elma ile birlikte tavsiyemiz alıç sirkesidir.

Tabiî buna evvelâ inanmak şart! Şifanın sahibi, Şâfî olan Allah'tır. Bu anlamda Rabbimizin, "sirke"yi düşündüğümüzden çok şifalı bir gıda kıldığı da bir hakikat! Rabbimiz kimseyi şifasından mahrum etmesin! 

Medeniyet oyuncuları

Biliyorsunuz, yıkılan ve can çekişen Batı medeniyeti, ilgi alanımız içinde. Madem yıkılacaksa, yerine yeni bir medeniyet konacaktır. Bu medeniyetin yerini alacak “yeni” ve belki de “son medeniyet”in kurucusu kim olacak peki? Bu medeniyetin içeriği ve muhtevası nasıl olacak?

Şu an imparatorluk liginde başa güreşen üç medeniyet sahibi ülkeden söz edebiliriz. Bunlardan biri, hâlâ hayatta olan Batı medeniyetinin sahibi durumundaki dominant Batılı ülkeler. Kavmî adı, Cermenler… Zaman zaman Aryanlar ve Aryanikler olarak da zikrettiğimiz Cermenler, alt adı Anglo-Sakson olarak etiketlenen İngiltere ile Almo-Saksonlar ve Almo-Bayernler olarak bilinen Almanya’dan müteşekkil. Bunların üçüncüsü olarak bir de Franco-Cermenler olarak bilinen Fransa'yı saymak gerekiyor.

Bu tespitin hemen akabinde de şunu eklemek lâzım: Yeni medeniyetin kurulmasında en şanssız oyuncu olarak “medeniyet kurucuları aday listesi”nin başında sözü edilen üçlü “Aryanik-Cermen kümesi” geçiyor. Bunların dışında ikinci oyuncu olarak karşımıza Slavlar ve Slavların önderi Rusya çıkıyor. Üçüncü oyuncu ise Türkler ve Müslümanlar adına Türkiye!

Cermenleri daha önceki yazılarımızla anlatmış, Slavları da geçmişte kurdukları üç imparatorluk ligi mensubu yapıyla anmıştık. “Nükleik uzay teknolojisi”, Slavları zoraki oyuncu hâline getiriyor. Ancak kanaatimiz o ki, işaret edilen durumlarına ek olarak dünyanın en geniş ve toprak altı zengini olan arazilerdeki varlıkları dahi Rusları son medeniyetin sahibi yapmaya yetecek gibi görünmüyor.

Bu durumda geride kalıyor Türk Devleti! Müslümanların ve Türklerin temsilcisi olarak Türkiye, sadece kavmine ait “Türk demir medeniyeti”nin, hatta “çok çeşitli Türk medeniyetleri”nin değil, aynı zamanda İslâm Medeniyeti’nin de temsilcisi durumunda. Bununla birlikte, arkasında bıraktığı imparatorluk sayısı neredeyse yirmiye yakın. Kadim ve antik dünyanın imparatorluk ve medeniyet taçları Fatih tarafından birer birer toplanmış ve Türklere mâl edilmişti. Günümüzde dahi sonuç değişmiş değildir. “Batı Roma tacı”'nın dışındaki dünyanın imparatorluk taçlarının tümü, hâlâ İstanbul'u elinde tutan Türklere ait. Bu “taç koleksiyonerliği” sayesinde 21’inci yüzyıldan itibaren başlayacak “neo-imparatorlar çağı”nda Türkiye'nin mutlaka yer alacağı ve var olacağını görüyoruz. Hatta bu emvanterde Türkiye’nin birinci sırayı işgal edeceği hususu neredeyse gerçekleşmiş görünüyor.

Bilge ev hanımları, arada bir evlerinin camlarını, kapılarını, eşikleri, kapı kollarını ve ev giriş çıkışlarını sirkeye batırılmış suyla temizleyerek ailelerini kendilerince korumaya alırlar. 

Medeniyet sabıkaları ve kaçınılmaz son

Geride kalıyor, “yeni medeniyet”in sahibi olmak ve içini doldurmak… Bununla ilgili olarak yazacağımız bir dolu argümanın en önemlisi şu: Girmekte olduğumuz 21’inci yüzyılda büzüle büzüle merkezine çekilerek Merkez Avrupa'da çökmekte olan Batı medeniyeti, beraberinde medeniyet sahibi kavimleri de sürüklemekte.

Milletler için son durak, medeniyet sahibi olmaktır. Eğer o şanslı kavimler, kendilerine bahşedilen medeniyet nimetini insanlık hayrına ve Allah rızası için kullanmamışlarsa vay hâllerine! İşte o kavmi ya da kavimler koalisyonunu bekleyen tek bir son var: Yok olmak!

Bu minvâlde tarih, medeniyeti hayra kullanmamış milletlerin mezarları ile dolu. İşte bu nedenle sıra, son medeniyetin sahipleri olarak Cermen Aryaniklerinde! Allah-u âlem, onlar da dünyadaki ömürlerini tamamlamış “ölü kavimler” olarak bu yüzyılın sonuna ulaşamayacaklar gibi görünüyor. Ve karanlık bir üç asrın hâkimleri olarak “medeniyet sabıkaları”, onların yerlerinin boş kalmasına sebep olacak. Hanelerinde baykuşlar ötecek. Malları mülkleri yaban ellere kalacak. (Allah-u âlem!)

Slavların fırsatı var mı?

Sahipsiz kalacak medeniyet bilgisinin ve insansız kalacak medeniyet arazilerinin yeni sahipleri kimler olacak? Medeniyetleri ile birlikte “tarihin kabristanı”na gömülecek olan Aryanik Cermen taifesinin yerini alacakların başında, karşımıza yine Rusya çıkmakta. Lâkin anladığımız kadarıyla Cermenik Avrupa'nın böyle bir sona fırsat tanıyacağı kanaatinde değiliz.

Tarihin tanıklığında söyleyebiliriz ki, Slavlar ya da Ruslar, daha evvel Avrupa'da hiçbir şekilde egemen olamadılar. Yani onlara miras kalmış bir Güney ve Batı Avrupa'dan söz etmek mümkün değil. Tarih sahnesine çıkışları “Baltık balçıkları”nda oldu, sonra doğuya yürüyerek Türk illerine çöktüler. Güneye ve batıya adım attırılmadı. Bu sebeplerle Rusya, “medeniyet yarışı”nda bir kez daha saf dışı edilecek görünüyor.

Türkiye ise Avrupa'da birkaç kez egemen olmuş bir kavmin mirasçısı durumunda. Bilindiği gibi Avrupa'da ilk egemen olanlar, “Proto-Türk” diyebileceğimiz İskitlerdi. Yani Alper Tunga’nın urugu… Tarih, Milât öncesi 800 ilâ 500 arası… İskitlerin hemen arkasından Batı Hunları yani Attila atlılarının Avrupa'ya mirasçı olarak gittiklerini görüyoruz. Attilalıları takiben Avarların da üç yüz yıl Avrupa'nın hemen hemen yarısında hâkim oldukları bir vakıa. Ve en önemlisi de Osmanlılar... Yüz yıl evveline kadar Osmanlı Türkleri, neredeyse Avrupa'nın üçte birine hâkim durumda idiler.

İşte bu miras dâvâları, Avrupa'nın yeni mirasçılarının hukuken Türkler olması gerçeğini doğuruyor. Bununla birlikte ve anladığımız kadarıyla Avrupalılar da geleceklerini Türklere emanet etmek niyetindeler. Ya da buna mecburlar. Bu anlamda şunu da ekleyelim: Son zamanlarda, Avusturya'dan başlayan, Hollanda ve Belçika’dan devamla Güney Almanya'ya inen bir öfke dalgası hâlinde, Türkiye ile yapılan Cermen dalaşmalarının ya da bilinen adlarıyla “İslâmofobya, Türkofobya ve hatta Erdoğanfobi”nin nihaî sebeplerinden biri, bunca gelişmişliklerini, zenginliklerini ve ortaya koydukları medeniyeti, daha düne kadar “barbar” ve “hasta adam” diye küçümsedikleri Türklere teslim ediyor olmaları… Zira “kader aynası”nda böyle bir gerçeği görüyor Aryanikler ayan beyan. Buna karşı ellerinden bir şey gelmiyor.

Cermenler kendilerini, tarihten kalan yanlış bir dil sürçmesi sebebiyle ve iftira ölçeğinde “barbar canavar” dedikleri Türklere teslim olmayı bekleyen kurbanlar gibi görüyor ve hissediyorlar. Ve doğal olarak “tek dişi kalmış kuzular”, sinir yapıyorlar. Hani “Hem ağlarım, hem giderim” derler ya, galiba Avrupa ve Batı medeniyeti, Türklere ve Türkiye'ye gelin olmaya hazırlanıyor. Yani hem ağlıyor, hem gidiyor.


Gnostik hamle

Peki, Batılı medeniyet çürümüşlerinin hem ağlayıp hem gitmeden önce nihaî olarak yapabilecekleri bir şey, açabilecekleri bir yol var mı? Bize göre yok ama onlara sorarsanız bir yol daha var. Bir yolun daha olduğuna inanan sadece onlar değil, Yahudiler de var. Aslında böyle bir yolun var olduğunu, can çekişen Hıristiyan inancının mürtetlerinin kulaklarına fısıldayanlar, fitneci Yahudiler.

Kulaklara fısıldanan o yol, Türkleri ve İslâmiyet’i gnostikleştirip, tıpkı bir zamanlar (yani bin 700 yıl evvel) bu topraklarda kendine hayat sahası açmaya çalışan, Milât döneminde Hakk’ın sesi olan İsevîliği Bizanslaştırarak Pavlus’un hayâlindeki kutsal adam “Hristos” adına tescil ettirip bambaşka bir Hıristiyanlığın bir benzerini yarattıkları gibi... Tam bir proje olarak formatlanmıştı Hıristiyanlık; hem de İsevîlikten alâkasız olarak…

Bugün aynı proje bir kez daha sahnede! İlk projenin teslisçi Hristosculuğa dönüştürülen (hak din) İsevîliği öldü. O zamanın neo-İsevîleri olan Hıristiyanları ise farkında olmadan ama gönüllü olarak Bizans'ın eski gnostik tanrısı Mitra’nın bağlılarıydı proje tamamlandığında. Zaten Mitra, projede “Neo-İsa” Hristos olarak kodlanmıştı. Tam da öyle olduu. Fakat bundan kimsenin haberi olmadı ne yazık ki! Yalnızca projenin sahibi olan Yahudi din mühendisleri ve Bizans'ın siyasileri biliyorlardı durumu.

Günümüzdeki kopya projede ise dönüştürülen, Muhammedîlik olacak. Günümüz kripto Mitracı Hıristiyanları, dinlerini terk edip kolayca gnostik Müslümanlığa geçecekler. Tabiî ki yanlarına Hristos Mitra’yı alıp “Muhammed” yapmak için…

Günümüzdeki üçlemeci Hıristiyanları tatmin etmez hâle gelen hâlihazırdaki ölü dini terk ettirmek o kadar kolay ki... Ve eski Hıristiyanların “Anadolu’nun neo-Hıristiyanlığı” diyebileceğimiz “gnostik Müslümanlık”ta kendilerine kucak açmış bekleyen Türklerle buluşması, birleşmesi, hatta onlara teslim olmasını sağlamak, bir PR çalışmasına ve birkaç devlet başkanının “neo-İslâm”ı seçmesine bakar.

Sonuçta herkes Gnostik İslâm’da birleşir. Zaten Fetullah Gülen’in yapmaya çalıştığı da buydu. Ama Allah müsaade etmedi. O hâlde kimse 15 Temmuz’dan kendine pay çıkarmasın, “O oku Allah attı!”. Yahudi'nin "Bizanslaştırma projesi"nde Fetöcülük birinci denemeydi, birtakım hesap hataları nedeniyle bozuldu. Şimdi sırada ikincisi var ve bunda hesap hatası yok.

Son söz

Şimdi en başa dönelim ve konuyu sirke üzerinden tamamlayalım…

Yukarıda sözü edilen “sirke” bennerinde, sirke nimetinin bir sürü faydasının olduğunu anlattık. Onun altına biz de şahsî tecrübelerimizi yazdık. Ancak şunu atlamayalım: Saygıdeğer ve aynı zamanda bilge ev hanımları, arada bir evlerinin camlarını, kapılarını, eşikleri, kapı kollarını ve ev giriş çıkışlarını sirkeye batırılmış suyla temizleyerek ailelerini kendilerince korumaya alırlar. Hatta aralarında daha titiz olanları, ev havasını sirkeli su fışkırtarak yıkar. Niçin? Nazardan, büyüden ve sihirden… Bunun aslı var mı? Galiba! Çünkü yapılan, en azından bir dezenfekte işi sayılır…

Tabir caiz mi bilmem ama o hâlde inancımızı da bu anlamda iyice sirkelememiz gerekiyor. Çünkü gnostizmin başvurduğu en keskin yöntemlerden biridir “Maji” ve onun yanı sıra “Okült” uygulamalar. Hatta Kabala, Maji ve Okültik bilgilere “gizli ilimler” adı verilir; kimileri de “Ezoterik bilgiler” tarifi altında kitaplar yayınlar. Bu yayınlar, “gizli ilimler hazinesi” diye kutsanır. Gariptir ki, bunların kitapları da en çok Gnotistik ekollerin kurum ve kuruluşlarının kütüphanelerinde raf tutar. Ve o kitapları en çok mistikler okur. Cinderler de mutlaka malûm ekollerden birinin bağlısı olur. Olur da olur…

Ancak siz, “sirke”yi sofranızdan eksik etmeyin! Allah, ruhunuza ve bedeninize şifalar versin! Hastalıkların ve şifanın sahibi olan Şâfî biliyor sadece şifanın her türlüsünü. İnsan için, yalnızca O’na teslim olmaktan başka yol yok!