BU yazı için bir kardeşimizin mesajından faydalanacağız.
Diyor ki o mesajda, “Burnumuza sabah-akşam yarı yarıya sulandırılmış sirke
çekelim. Orta kulak iltihabı, sinüzit, migren, guatr, uyku apnesi, horlama,
geniz akıntısı, bademcik, grip ve bu gibi hastalıklar, ayrıca gizli sinüs
akıntısının sebep olduğu romatizma, eklem romatizması, kalp kapakçığı ile
ilgili şikâyetler, tansiyon, tiroid, lenf nodları, Alzheimer, kanser, panik
atak ve şizofren gibi hastalıklar durur, hatta geriler. Akıllı enerji
virüsleri, enerji mikroplarını yok eden sirkededir. Bu yüzden ilaçlar bizi
bitirmeden biz onları ve hastalıkları bitirelim!”.
Ve mesajın devamına şu satırlar eklenmiş: “Sirke asidi
fazla olursa, içerideki epitel dokuya zarar verir. İyi seyreltilmeli bu yüzden.
Yoksa duyular dumura uğrar!”
Peki, sadece bir sirke, bu kadar hastalığa iyi geliyor
olabilir mi? Bu biraz abartılı değil mi?
Yıllardan beri yukarıdaki yöntemle grip ve nezle gibi
boğaz burun hastalıklarımızı önlemekteyiz Allah'ın izniyle. Ancak denemek
isteyenler için BB hastalıklarında zamanlamaya dikkat çekmek isteriz. Yukarıdaki
yöntem, tam burunda kaşıntı başladığı anda yapılırsa, hastalık başlamadan biter.
Ama geç kalınmışsa hastalık etken olur. Bu durumda yöntem ve buna bağlı olarak
ağız ve özellikle boğaz bölgesinin temiz tutulması için hiç olmazsa bir saatlik
aralıklarla yarım çay kaşığı kadar sirkenin ağza alınması, hastalığın ömrünü kısalttığı
gibi şiddetini de azamî ölçüde düşürüyor. Bu tür hasta bulunan evin havasının
aynı içerikle fısfıslanmasının da mikrop bulaşmasını önlediğine şahit olduk.
Bu arada, her gece uyumadan önce ağza alınan birkaç damla
sirkeyle dişlerin çürümesi ve çürük dişlerdeki mikrobik faaliyet durdurulmakta.
Bunun gibi, yıkanan yüzdeki ıslaklık da avuca damlatılan yarım çay kaşığı
sirkeyle son bir kez meshedilirse, tendeki lekeler zamanla açılmakta ve deri
beyazlamakta. Bu mânâda sivilceler şifa bulmakta.
Kepekten mütevellit saçlı deri kaşıntılarının
önlenmesinde de sirkenin yararını gördüğümüzü ilâve edelim. En önemlisi, sabah
namazı saatinde yani kahvaltıdan önce içilen bir iki bardak sirkeli suyun
kalp-damar hastalıklarında da azamî yarar sağladığı da deneyimlerimiz arasında.
Bu hususta elma ile birlikte tavsiyemiz alıç sirkesidir.
Tabiî buna evvelâ inanmak şart! Şifanın sahibi, Şâfî olan
Allah'tır. Bu anlamda Rabbimizin, "sirke"yi düşündüğümüzden çok
şifalı bir gıda kıldığı da bir hakikat! Rabbimiz kimseyi şifasından mahrum
etmesin!
Medeniyet oyuncuları
Biliyorsunuz, yıkılan ve can çekişen Batı medeniyeti,
ilgi alanımız içinde. Madem yıkılacaksa, yerine yeni bir medeniyet konacaktır. Bu
medeniyetin yerini alacak “yeni” ve belki de “son medeniyet”in kurucusu kim
olacak peki? Bu medeniyetin içeriği ve muhtevası nasıl olacak?
Şu an imparatorluk liginde başa güreşen üç medeniyet
sahibi ülkeden söz edebiliriz. Bunlardan biri, hâlâ hayatta olan Batı medeniyetinin
sahibi durumundaki dominant Batılı ülkeler. Kavmî adı, Cermenler… Zaman zaman
Aryanlar ve Aryanikler olarak da zikrettiğimiz Cermenler, alt adı Anglo-Sakson
olarak etiketlenen İngiltere ile Almo-Saksonlar ve Almo-Bayernler olarak
bilinen Almanya’dan müteşekkil. Bunların üçüncüsü olarak bir de Franco-Cermenler
olarak bilinen Fransa'yı saymak gerekiyor.
Bu tespitin hemen akabinde de şunu eklemek lâzım: Yeni medeniyetin
kurulmasında en şanssız oyuncu olarak “medeniyet kurucuları aday listesi”nin
başında sözü edilen üçlü “Aryanik-Cermen kümesi” geçiyor. Bunların dışında
ikinci oyuncu olarak karşımıza Slavlar ve Slavların önderi Rusya çıkıyor. Üçüncü
oyuncu ise Türkler ve Müslümanlar adına Türkiye!
Cermenleri daha önceki yazılarımızla anlatmış, Slavları da
geçmişte kurdukları üç imparatorluk ligi mensubu yapıyla anmıştık. “Nükleik
uzay teknolojisi”, Slavları zoraki oyuncu hâline getiriyor. Ancak kanaatimiz o
ki, işaret edilen durumlarına ek olarak dünyanın en geniş ve toprak altı zengini
olan arazilerdeki varlıkları dahi Rusları son medeniyetin sahibi yapmaya
yetecek gibi görünmüyor.
Bu durumda geride kalıyor Türk Devleti! Müslümanların ve Türklerin temsilcisi olarak Türkiye, sadece kavmine ait “Türk demir medeniyeti”nin, hatta “çok çeşitli Türk medeniyetleri”nin değil, aynı zamanda İslâm Medeniyeti’nin de temsilcisi durumunda. Bununla birlikte, arkasında bıraktığı imparatorluk sayısı neredeyse yirmiye yakın. Kadim ve antik dünyanın imparatorluk ve medeniyet taçları Fatih tarafından birer birer toplanmış ve Türklere mâl edilmişti. Günümüzde dahi sonuç değişmiş değildir. “Batı Roma tacı”'nın dışındaki dünyanın imparatorluk taçlarının tümü, hâlâ İstanbul'u elinde tutan Türklere ait. Bu “taç koleksiyonerliği” sayesinde 21’inci yüzyıldan itibaren başlayacak “neo-imparatorlar çağı”nda Türkiye'nin mutlaka yer alacağı ve var olacağını görüyoruz. Hatta bu emvanterde Türkiye’nin birinci sırayı işgal edeceği hususu neredeyse gerçekleşmiş görünüyor.
Bilge ev hanımları, arada bir evlerinin camlarını, kapılarını, eşikleri, kapı kollarını ve ev giriş çıkışlarını sirkeye batırılmış suyla temizleyerek ailelerini kendilerince korumaya alırlar.
Medeniyet sabıkaları ve kaçınılmaz son
Geride kalıyor, “yeni medeniyet”in sahibi olmak ve içini
doldurmak… Bununla ilgili olarak yazacağımız bir dolu argümanın en önemlisi şu:
Girmekte olduğumuz 21’inci yüzyılda büzüle büzüle merkezine çekilerek Merkez
Avrupa'da çökmekte olan Batı medeniyeti, beraberinde medeniyet sahibi kavimleri
de sürüklemekte.
Milletler için son durak, medeniyet sahibi olmaktır. Eğer
o şanslı kavimler, kendilerine bahşedilen medeniyet nimetini insanlık hayrına
ve Allah rızası için kullanmamışlarsa vay hâllerine! İşte o kavmi ya da
kavimler koalisyonunu bekleyen tek bir son var: Yok olmak!
Bu minvâlde tarih, medeniyeti hayra kullanmamış milletlerin
mezarları ile dolu. İşte bu nedenle sıra, son medeniyetin sahipleri olarak
Cermen Aryaniklerinde! Allah-u âlem, onlar da dünyadaki ömürlerini tamamlamış
“ölü kavimler” olarak bu yüzyılın sonuna ulaşamayacaklar gibi görünüyor. Ve
karanlık bir üç asrın hâkimleri olarak “medeniyet sabıkaları”, onların
yerlerinin boş kalmasına sebep olacak. Hanelerinde baykuşlar ötecek. Malları
mülkleri yaban ellere kalacak. (Allah-u âlem!)
Slavların fırsatı var mı?
Sahipsiz kalacak medeniyet bilgisinin ve insansız kalacak
medeniyet arazilerinin yeni sahipleri kimler olacak? Medeniyetleri ile birlikte
“tarihin kabristanı”na gömülecek olan Aryanik Cermen taifesinin yerini
alacakların başında, karşımıza yine Rusya çıkmakta. Lâkin anladığımız kadarıyla
Cermenik Avrupa'nın böyle bir sona fırsat tanıyacağı kanaatinde değiliz.
Tarihin tanıklığında söyleyebiliriz ki, Slavlar ya da
Ruslar, daha evvel Avrupa'da hiçbir şekilde egemen olamadılar. Yani onlara
miras kalmış bir Güney ve Batı Avrupa'dan söz etmek mümkün değil. Tarih sahnesine
çıkışları “Baltık balçıkları”nda oldu, sonra doğuya yürüyerek Türk illerine
çöktüler. Güneye ve batıya adım attırılmadı. Bu sebeplerle Rusya, “medeniyet yarışı”nda
bir kez daha saf dışı edilecek görünüyor.
Türkiye ise Avrupa'da birkaç kez egemen olmuş bir kavmin
mirasçısı durumunda. Bilindiği gibi Avrupa'da ilk egemen olanlar, “Proto-Türk”
diyebileceğimiz İskitlerdi. Yani Alper Tunga’nın urugu… Tarih, Milât öncesi 800
ilâ 500 arası… İskitlerin hemen arkasından Batı Hunları yani Attila atlılarının
Avrupa'ya mirasçı olarak gittiklerini görüyoruz. Attilalıları takiben Avarların
da üç yüz yıl Avrupa'nın hemen hemen yarısında hâkim oldukları bir vakıa. Ve en
önemlisi de Osmanlılar... Yüz yıl evveline kadar Osmanlı Türkleri, neredeyse
Avrupa'nın üçte birine hâkim durumda idiler.
İşte bu miras dâvâları, Avrupa'nın yeni mirasçılarının
hukuken Türkler olması gerçeğini doğuruyor. Bununla birlikte ve anladığımız
kadarıyla Avrupalılar da geleceklerini Türklere emanet etmek niyetindeler. Ya
da buna mecburlar. Bu anlamda şunu da ekleyelim: Son zamanlarda, Avusturya'dan
başlayan, Hollanda ve Belçika’dan devamla Güney Almanya'ya inen bir öfke
dalgası hâlinde, Türkiye ile yapılan Cermen dalaşmalarının ya da bilinen
adlarıyla “İslâmofobya, Türkofobya ve hatta Erdoğanfobi”nin nihaî sebeplerinden
biri, bunca gelişmişliklerini, zenginliklerini ve ortaya koydukları medeniyeti,
daha düne kadar “barbar” ve “hasta adam” diye küçümsedikleri Türklere teslim
ediyor olmaları… Zira “kader aynası”nda böyle bir gerçeği görüyor Aryanikler
ayan beyan. Buna karşı ellerinden bir şey gelmiyor.
Cermenler kendilerini, tarihten kalan yanlış bir dil sürçmesi sebebiyle ve iftira ölçeğinde “barbar canavar” dedikleri Türklere teslim olmayı bekleyen kurbanlar gibi görüyor ve hissediyorlar. Ve doğal olarak “tek dişi kalmış kuzular”, sinir yapıyorlar. Hani “Hem ağlarım, hem giderim” derler ya, galiba Avrupa ve Batı medeniyeti, Türklere ve Türkiye'ye gelin olmaya hazırlanıyor. Yani hem ağlıyor, hem gidiyor.
Gnostik hamle
Peki, Batılı medeniyet çürümüşlerinin hem ağlayıp hem
gitmeden önce nihaî olarak yapabilecekleri bir şey, açabilecekleri bir yol var
mı? Bize göre yok ama onlara sorarsanız bir yol daha var. Bir yolun daha olduğuna
inanan sadece onlar değil, Yahudiler de var. Aslında böyle bir yolun var
olduğunu, can çekişen Hıristiyan inancının mürtetlerinin kulaklarına
fısıldayanlar, fitneci Yahudiler.
Kulaklara fısıldanan o yol, Türkleri ve İslâmiyet’i gnostikleştirip,
tıpkı bir zamanlar (yani bin 700 yıl evvel) bu topraklarda kendine hayat sahası
açmaya çalışan, Milât döneminde Hakk’ın sesi olan İsevîliği Bizanslaştırarak
Pavlus’un hayâlindeki kutsal adam “Hristos” adına tescil ettirip bambaşka bir Hıristiyanlığın
bir benzerini yarattıkları gibi... Tam bir proje olarak formatlanmıştı
Hıristiyanlık; hem de İsevîlikten alâkasız olarak…
Bugün aynı proje bir kez daha sahnede! İlk projenin
teslisçi Hristosculuğa dönüştürülen (hak din) İsevîliği öldü. O zamanın neo-İsevîleri
olan Hıristiyanları ise farkında olmadan ama gönüllü olarak Bizans'ın eski
gnostik tanrısı Mitra’nın bağlılarıydı proje tamamlandığında. Zaten Mitra, projede
“Neo-İsa” Hristos olarak kodlanmıştı. Tam da öyle olduu. Fakat bundan kimsenin
haberi olmadı ne yazık ki! Yalnızca projenin sahibi olan Yahudi din
mühendisleri ve Bizans'ın siyasileri biliyorlardı durumu.
Günümüzdeki kopya projede ise dönüştürülen, Muhammedîlik
olacak. Günümüz kripto Mitracı Hıristiyanları, dinlerini terk edip kolayca gnostik
Müslümanlığa geçecekler. Tabiî ki yanlarına Hristos Mitra’yı alıp “Muhammed”
yapmak için…
Günümüzdeki üçlemeci Hıristiyanları tatmin etmez hâle
gelen hâlihazırdaki ölü dini terk ettirmek o kadar kolay ki... Ve eski Hıristiyanların
“Anadolu’nun neo-Hıristiyanlığı” diyebileceğimiz “gnostik Müslümanlık”ta kendilerine
kucak açmış bekleyen Türklerle buluşması, birleşmesi, hatta onlara teslim
olmasını sağlamak, bir PR çalışmasına ve birkaç devlet başkanının “neo-İslâm”ı
seçmesine bakar.
Sonuçta herkes Gnostik İslâm’da birleşir. Zaten Fetullah
Gülen’in yapmaya çalıştığı da buydu. Ama Allah müsaade etmedi. O hâlde kimse 15
Temmuz’dan kendine pay çıkarmasın, “O oku Allah attı!”. Yahudi'nin
"Bizanslaştırma projesi"nde Fetöcülük birinci denemeydi, birtakım
hesap hataları nedeniyle bozuldu. Şimdi sırada ikincisi var ve bunda hesap
hatası yok.
Son söz
Şimdi en başa dönelim ve konuyu sirke üzerinden
tamamlayalım…
Yukarıda sözü edilen “sirke” bennerinde, sirke nimetinin
bir sürü faydasının olduğunu anlattık. Onun altına biz de şahsî tecrübelerimizi
yazdık. Ancak şunu atlamayalım: Saygıdeğer ve aynı zamanda bilge ev hanımları,
arada bir evlerinin camlarını, kapılarını, eşikleri, kapı kollarını ve ev giriş
çıkışlarını sirkeye batırılmış suyla temizleyerek ailelerini kendilerince
korumaya alırlar. Hatta aralarında daha titiz olanları, ev havasını sirkeli su
fışkırtarak yıkar. Niçin? Nazardan, büyüden ve sihirden… Bunun aslı var mı?
Galiba! Çünkü yapılan, en azından bir dezenfekte işi sayılır…
Tabir caiz mi bilmem ama o hâlde inancımızı da bu anlamda
iyice sirkelememiz gerekiyor. Çünkü gnostizmin başvurduğu en keskin
yöntemlerden biridir “Maji” ve onun yanı sıra “Okült” uygulamalar. Hatta
Kabala, Maji ve Okültik bilgilere “gizli ilimler” adı verilir; kimileri de
“Ezoterik bilgiler” tarifi altında kitaplar yayınlar. Bu yayınlar, “gizli
ilimler hazinesi” diye kutsanır. Gariptir ki, bunların kitapları da en çok
Gnotistik ekollerin kurum ve kuruluşlarının kütüphanelerinde raf tutar. Ve o
kitapları en çok mistikler okur. Cinderler de mutlaka malûm ekollerden birinin
bağlısı olur. Olur da olur…
Ancak siz, “sirke”yi sofranızdan eksik etmeyin! Allah,
ruhunuza ve bedeninize şifalar versin! Hastalıkların ve şifanın sahibi olan
Şâfî biliyor sadece şifanın her türlüsünü. İnsan için, yalnızca O’na teslim
olmaktan başka yol yok!