Sırdaş

“Sırdaş”ta Sultan Abdulhamid Han’ın Asya siyasetini, Çin ve Japonya’da yürütülen faaliyetleri, Ertuğrul Fırkateyni’ni, Türk-Japon dostluğunu, İstanbul’da Uzakdoğu sporları eğitimi veren Japon savaş sanatı ustalarını, Mustafa Kemal’in Türk havacılık hayâlini ve nihâyetinde şimdi kendi üretimimiz olan ANKA’yı göreceksiniz.

ÜLKE o zamanlar, aynı şimdi olduğu gibi içten ve dıştan saldırı altındadır. Dışarıdaki düşmanlar da şimdikiyle aynıdır. Bu tarih boyunca hep böyle olmuştur, gerçekte ve hâlâ bir bakıma böyledir.

Her türlü entrika, suikast, rüşvet, dalavere, hâinlik, casusluk gırla gitmektedir. Çünkü Batılı adam bizi güya geldiğimiz yere(!), Asya’ya geri sürmek istemiştir. Çünkü Türkiye, Türklere bırakılamayacak kadar güzel bir ülkedir.

İnsan tarihini bilmelidir. Doğru şekilde bilmelidir. Tarih bilinmeyince, şimdiyi ve dolayısıyla geleceği şekillendiremeyiz; bizim geleceğimizi bizim için başkaları çizer. Öncelikle insana değer verilmeli, insan eksenli yönetilmelidir bir ülke; özellikle de bu güzel ülke…

100 yıl kadar geriye gidip ne yapılmış, ne yapılmaya çalışılmış, bilinmeyen ne sırlar ve yanlış bilinen neler var, bakalım…

Türkiye’deki ıslahat hareketlerinin hep Cumhuriyet’le başladığı ezberletildi bize okullarda. Ondan öncesi hep siyah beyaz bir tablo gibi canlanıyordu bir zamanlar gözümde.

19. yüzyılın sonları, 20. yüzyılın başları, yani bize Ermenilerin deyimiyle “Kızıl Sultan” diye öğretilmeye çalışılan hükümdarın dönemi… “Bu dönemde, dünyada ilk kez Osmanlı tarafından denenen Abdülhamid ve Abdülmecid zırhlı denizaltıları denemelerde başarılı olmuştur.”[i]

Türkiye’de ilk kız okulları açılmıştır bu dönemde. Bilge bir kişilik olan Abdüllatif Suphi Paşa, dönem itibarıyla tedirgindir böyle bir girişimde bulunmaktan. Fakat Cennet Mekân Sultan Abdulhamid Han, Paşa’nın yanındadır her türlü desteğiyle. Sultan, “Sen mektebi aç, ben arkandayım!” diyerek açıktan destek vermiş ve çevresini, daima kızların okuması için ilk adımları atmaya teşvîk etmiştir:

“Bu dönem öncesinde de kız çocukları hiç okula gitmiyor, hiç kitap yüzü görmüyor değildi. Dârü’l-Muallimât, 1870 yılında, Osmanlı Devleti’nde ilk ve ortaöğretim kız okullarına öğretmen yetiştirmek için açılan eğitim kurumu, kız öğretmen okulu… Fakat Abdulhamid Han dönemi yepyeni bir ıslahat, inkılap dönemidir her alanda. Füyuzât-ı Hamîdiye bu dönemde açılmıştır. Osmanlı tarihinin en canlı eğitim hamlesi Abdülhamid dönemine rastlar. Tahta geçtiği yıl 250 olan Rüştiye sayısı 1909'da 900'e, 6 olan İdâdî sayısı ise 109'a çıkmıştır. 1877'de, İstanbul'da sadece 200 tane modern ilkokul varken 1905'te 9 bine çıkmıştı.”[ii]

“Osmanlı topçuluğu, 17. yüzyıldan itibaren Avrupa topçuluğu karşısında duraklamaya ve daha sonra gerilemeye başlamıştır. 19. yüzyılda ise İmparatorlukta, topçuluk konusunda çok önemli bir gelişme meydana gelmiştir, ancak bu önemli gelişme unutulup gitmiştir.”[iii]

Tıpkı daha birçok olumlu gelişme gibi, değil mi?

“Dünyanın ilk seri atışlı sahra topunun mûcidi Ahmed Süreyya Bey’dir. Ahmed Süreyya Emin Bey, seri atışlı bir top yapılabileceğini kanıtlamış ve çok parlak bir başarıya imza atmıştır. Bu başarı, Ahmed Süreyya Emin Bey’in, zamanının çok ilerisinde bir anlayışa sahip olduğunu göstermektedir.

Sultan Abdulhamid Han, Emin Bey’in maharetlerini yakından takip ediyordu. Nihâyetinde bir gün Yıldız’a davet etmişti. Fakat Emin Bey’in maharetini Batı’nın silah simsarları da işitmişti.

Ahmed Süreyya Bey, İmparatorluğun şimdiye kadar sahip olduğu en büyük bilginlerden biriydi. Yurtdışından birçok teklif alıyor ama bu teklifleri geri çeviriyordu. Bu teklifleri reddetmesi, Fransa ve Almanya krallarının Abdulhamid Han’a husûsî mektup yazıp ricâ ile Osmanlı Devleti’nin bir mûcidi olarak Emin Bey’i davet etmesine kadar devam etti. İşte Sultan Abdulhamid Han’ın dehâsı bir kere daha devreye giriyordu. Emin Bey’i yanına çağırttığında, ‘İmparatorluk dışına çık, davetlere icâbet et, çalışmalara katıl! Oradaki gelişmeleri incele ve çalışmalarına kat!’ demişti.”[iv] (Ahmed Süreyya Bey’i, İstiklâl Mahkemesi Başsavcısı Ahmet Süreyya Örgeevren ile karıştırmayınız!)

“Özellikle tohumculukla ilgili çalışmalarda önemli başarılar kazanılmıştı.

Tarımda insan gücüne dayalı, ilkel metot olan ürün toplama/hasat yöntemi oldukça zaman alıyor ve beklenen verimi de sağlamıyordu.

Frenk diyârlarında, birçoğu tarım ülkesi olmamasına rağmen tarımda kullanılan pek çok makinenin var olduğu biliniyordu.

Osmanlı niye kendi tarım makinesini yapmasındı ki? Zira Osmanlı tebaasının çoğunluğu geçimini tarımdan sağlıyordu, yani tam bir tarım toplumuydu.

Bu konu bir ferman ile gündeme getirildi. Tarım makineleri yapılacaktı. Hem de bu tarım makinelerini Osmanlı mühendisleri yapacaklardı. Yapılan makine tamamen yerli üretim olacaktı.

Rüştü Bey’in başkanlığında bir ekip kuruldu ve çalışmalara başlandı.

Yapılan bu çalışmalar netîcesinde çok işlevli bir hasat biçme makinesi meydana getirildi. İcâd edilen bu makine çok yönlüydü: Hasat biçiyor, ürünlerin ayrışımını yapıyor ve ürünlerin balyalanmasını sağlıyordu.

İcâd edilen bu makinenin ismini Rüştü Bey’in koyduğu bilinmekte olup, dövme harflerle bu isim makinenin üzerine yazılmıştı: ‘Yıldız Biçer’…

Şimdilerde şu soruyu sorabiliriz: Acaba ‘biçerdöver’ ismi Abdulhamid Han’ın bu makinesinden mi ilham alınmıştır?”[v]

Dönem, öyle bir dönemdi ki, düşman her cihetten her türlü vesait ile hücum etmektedir. Zehirleyecek, aç bırakacak, emeğini çalacak, siyasî hareketler tertip edecek…

“Tohum ekimi döneminde Anadolu’nun sağlıklı öz buğday tohumlarının içerisine yurtdışından bazı gizli servisler aracılığı ile bozuk ve hastalıklı buğdaylar karıştırılmıştır. Sadece bununla da kalınmamış, ekimi fesada uğratacak haşeratın da sokulduğu tespit edilmiştir. Yurtdışından getirilen zararlı böcekler Anadolu’nun sağlıklı buğdayını kırmış, buğday depolarının boşalmasına sebep olmuştur.

Sultan Abdulhamid Han bir heyet kurdurarak, heyette görevli olanları yurtdışına araştırma için göndermiştir. Yapılan araştırmalar netîcesinde işin perde arkası öğrenilmiştir.

Maksat, Anadolu’da tarımı bitirmektir. Buğdayların tohum vermemesi sağlanarak dışarıdan tohum getirilmesinin önü açılacaktır. Getirilen bu tohumlara büyük bedeller ödenmesi bir yana, getirilecek olan tohumlar da hastalıklı tohumlar olacaktır.

Abdulhamid Han’ın talîmatıyla çok detaylı kitaplar hazırlatılmış, tohumculukla uğraşanlar bilinçlendirilmiştir. Devrin gazeteleri aracılığı ile halka bu konuda gerekli bilgilendirilmeler yapılmıştır.”[vi]

“Batı, adeta korkunç bir canavar hâline gelmişti. Dizginlenemeyen, terbiye edilemeyen bir canavar… Osmanlı’nın Batı’yı terbiye edecek eski gücü yoktu. Gerçek buydu! Sultan II. Abdulhamid Han, Sırdaş ve hâzirûn ile bir gece Yıldız’da toplanarak bir planın ilk adımlarını attı. Batı’ya ve Avrupa’ya karşı ‘Asya Planı’… Bu planın içerisinde Asya’ya çok önem verilmesi, Batı’yı uyandırmadan, gizli olarak Asya’ya maddî-manevî yardımlar yapılması gibi unsurlar vardı.”[vii]

Oktan Keleş’in “Sırdaş” adlı kitabında Sultan Abdulhamid Han’ın Asya siyasetini, Çin ve Japonya’da yürütülen faaliyetleri, Ertuğrul Fırkateyni’ni, Türk-Japon dostluğunu, İstanbul’da Uzakdoğu sporları eğitimi veren Japon savaş sanatı ustalarını, Mustafa Kemal’in Türk havacılık hayâlini ve nihâyetinde şimdi kendi üretimimiz olan ANKA’yı göreceksiniz.

İlk emir, “Oku!”. Okuyalım!



[i] https://tr.wikipedia.org/wiki/II._Abd%C3%BClhamid

[ii] https://tr.wikipedia.org/wiki/II._Abd%C3%BClhamid

[iii] Sırdaş / Oktan Keleş

[iv] Sırdaş / Oktan Keleş

[v] Sırdaş / Oktan Keleş

[vi] Sırdaş / Oktan Keleş

[vii] Sırdaş / Oktan Keleş