Sıra Güney Azerbaycan’da!

İran yönetimi diken üstünde oturuyor, Cumhurbaşkanımıza karşı gösterdikleri tepki de bu korkunun tezâhürüdür. Ancak korkunun ecele faydası yoktur. Boyuna posuna bakmadan fütuhat peşinde koşan bu devletin, Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan olması yakındır!

CUMHURBAŞKANIMIZ Tayyip Erdoğan’ın 10 Aralık’taki Azerbaycan’ın Zafer Kutlama Töreni’nde okuduğu şiir, İran’ı oldukça sarstı. Cumhurbaşkanımıza karşı İran’dan önemli tepkiler geldi.

İran Meclisi’ndeki 280 milletvekilinin 225’inin imzasıyla bir kınama bildirisi yayınlandı. Bir milletvekili, mecliste yaptığı konuşmada Cumhurbaşkanımızdan başka doğrudan Türkiye Cumhuriyeti ve Osmanlı Devletlerimize yönelik çok ağır, haksız, çirkin ifadelerle saldırdı.

Devletimizin Irak’ta ve Suriye’de haksız yere kan döktüğünü iddia etti. Bu milletvekilinin, kendi devletinin Irak’ta ve bilhassa Halep başta olmak üzere bütün Suriye’de hiçbir haklı gerekçesi yokken tamamen emperyalist hayâllerle on binlerce Sünnî Müslüman’ın kanını dökmüş ve hâlen dökmekte olmasını haklı, Türkiye’nin tamamen haklı güvenlik gerekçesiyle yaptığı sınırlı operasyonlarıysa haksız görmesi, tam da münafık İran Devleti’nin resmî kanaatini yansıtmaktadır!

Bu milletvekili, kendi “İslâm Devleti”nin Müslüman Azerbaycan karşısında Hıristiyan Ermenistan’ı desteklemesi gerektiğini söylemekle de, aslında devletinin karnında saklamaya çalıştığı sinsi siyâsetini ifşa etmiş oldu!  

Azeri Türklerinin tarihi, acılar ve gözyaşlarıyla doludur. Dokuz yüz yıl kadar Türk hanedanlar tarafından yönetilen İran’ın Türk hanı Nadir Şah’ın 1747 tarihinde ölümünden sonra bölgedeki uzun istikrarsızlık yıllarında ve daha sonraları Rusya ve İran arasında süren Kafkasya’ya hâkim olma mücadelesi süresince arada kalan Azeri kardeşlerimiz çok eziyetler çektiler. Netîcede İran’ın yenilmesi üzerine Çarlık Rusya’sıyla 1828 tarihinde Arpaçay köyünde yapılan anlaşmayla bu iki devlet, Aras nehri sınır olmak üzere Azerbaycan’ı paylaştılar. Esas büyük acı o zaman başladı!

Fakat Çarlık zulmü altında kalan Kuzey Azerbaycan halkının kalbindeki hürriyet ateşi hiçbir zaman sönmedi. 1917’de Rusya’da Bolşevik İhtilâli olunca, 1918’de Mehmet Emin Resulzade’nin liderliğinde bağımsız Azerbaycan Devleti’ni kurdular.

Ancak bu bağımsız devlet sadece iki yıl yaşayabildi. 1920’de Bolşevikler Azerbaycan’ı işgal edip bağımsızlığına son verdiler ve “Azerbaycan Sovyet Cumhuriyeti” adıyla Sovyetler Birliği’ne kattılar. Azeri kardeşlerimiz en büyük zulüm ve baskıyı bu komünist Sovyet döneminde yaşadılar. Bir yandan Aras’ın öte yakasında kalan kardeşlere, akrabalara olan hasretin acısı, diğer yandan rejimin acımasız baskısı altında çok ağlaştılar, acılarını şiirlere ve ağıtlara, dokudukları kilimlerin, işledikleri oyaların desenlerine döktüler.

1989’da Sovyetler Birliği’nin dağılması üzerine yeniden bağımsızlığa tam kavuşmuşlar iken, bu defa da Rusya, onların başına Ermenistan’ı musallat edip Karabağ’ı ve etrafındaki bir kısım illeri işgal ettirdi.

Ermeniler, başta Karabağ olmak üzere bu topraklarda soykırım, katliam ve zulüm yaptılar. 28 yıl süren bu ıstırap dolu yılların sonunda bir gün, Ermenistan’ın yeni hayâllerle Azerbaycan’a yeniden saldırmasıyla başlayan savaşta kahraman Azerbaycan Ordusu, Ermenistan ordusunu ezdi ve 44 günün sonunda, 10 Kasım 2020 tarihinde teslim aldı, topraklarını işgalden kurtardı.

10 Kasım Zaferi, Azerbaycan için iki yüz yıllık esaret zincirinin kırıldığı, acıların sona erdiği tarihtir. 10 Aralık 2020 tarihinde Bakü’de yapılan muhteşem törende Cumhurbaşkanımız Tayyip Erdoğan, yaptığı konuşmada, Karabağ’ın kurtuluşuna atfen Azerbaycan’ın büyük şairi Bahtiyar Vahapzade’nin “Topraktan Pay Olmaz” şiirinden şu bölümü okudu:

“Aras’ı ayırdılar

Kum ile doldurdular

Men senden ayrılmazdım

Zor ile ayırdılar

Ay Laçin, can Laçin

Men sene kurban Laçin…”

Şiir, Laçin’in işgaline ağlıyor ama Aras’ın ayırdığı toprak Laçin değil, İran’ın egemenliğindeki Güney Azerbaycan’dır. Şiirde böyle bir tuhaflık var. Cumhurbaşkanımızın bu şiiri tamamen Karabağ’la ilgili olarak okumuş olmasına karşılık İranlılar, Aras kelimesi sebebiyle bunu kendi ülkelerinin üzerine alıp edepsizce tepki gösterdiler. En büyük edepsizliği de, bir sosyal medya mesajıyla bağımsız Azerbaycan’ın toprağını kendi anavatanlarının bir parçası imiş gibi ifade eden Dışişleri Bakanı Cevat Zarif ile, Azerbaycan ve Anadolu’yu Safevi Devleti’nin sınırları içinde bir harita yayınlayan İletişim Bakanı Cehremi yaptı.  

Cevat Zarif’in twitinin ilgili cümlesi şöyle: “Cumhurbaşkanı Erdoğan’a, Bakü’de kötü olarak anlattığı şeyin, Aras’ın kuzeyindeki bölgelerin İran anavatanından zorla ayrılmasına atıfta bulunduğu bilgisi verilmedi. Azerbaycan Cumhuriyeti’nin egemenliğine zarar verdiğinin farkında değil miydi?”

Yani, “Şiirdeki bu söz, bizim tarafımızdan Kuzey Azerbaycan toprağı için söylenebilir, dolayısıyla bu takdirde Azerbaycan’ın egemenliğine bir saldırı mânâsına gelir” demek istiyor.  

Emperyalizmin hedefinde bulunan komşu iki devlet olarak Türkiye ve İran’ın arasında böyle soğuk bir rüzgâr esmesi iyi olmamış olsa da, İran devlet aklının dibini ortaya çıkarmış olması bakımından faydalı olmuştur.

Destan destan Güney Azerbaycan Millî Mücadelesi

Şimdi de Güney Azerbaycan’ın hikâyesine bir bakalım…

Arpaçay Anlaşması’yla Aras’ın güneyinde kalan büyük parça Azerbaycan halkının yüreğinde de ayrılık acısı kor gibi yanmaktadır. “Araz’ı ayırdılar

Su ile doyurdular

Men senden ayrılmazdım

Zülm ile ayırdılar

Araz Araz, han Araz

Deryaya ahan Araz

Sevgilim o taydadır

Gel eyleme gan Araz…”

Aras bu şekilde, beşiklerde ninni, sazlarda türkü, gönüllerde destan olmuştur.

Âşık Yedullah Şekibi de ayrılığı şöyle dile getiriyor:

“Bu tayda bala var, o tayda ana

Nece itgin düşdük here bir yana?

Garşımda boyanır gardaşım gana

Nece hönkürmüyüm, men nece dözüm?

Bu tayda özümem, o tayda gözüm…”1

Aras ayrılığından sonra Güney Azerbaycan’ın tarihi ve talihi genellikle İran’la ilgili olmuş. Ülke 1828-1906 yılları arasında İngiltere ve Rusya’nın tahakkümü altında kalmış. O kadar ki, Türk asıllı Şah Nasreddin Kaçar, “Ülkemin kuzeyine gitmek istiyorum İngiliz sefiri, güneyine gitmek istiyorum Rus sefiri karşı çıkıyor… Kahrolsun böyle bir ülke ki Şah, ülkesinin bir yerine gidemiyor” demiş. Dolayısıyla bu dönemde bütün İran halkı Rus ve İngiliz tahakkümü altında çok sıkıntılı yıllar geçirmişler.

1907’de Rusya ve İngiltere, İran’ı, kuzeyi Rusya, güneyi İngiltere nüfûz bölgesi olarak paylaşırlar. 1908’de Tebriz’de Türkler ayaklanır, 15 bin kişilik bir orduyla 40 bin kişilik Rus-Şah ortak ordusunu yenerek Tebriz’i kurtarırlar. Fakat bu bağımsızlık uzun sürmez, Rus ve Şah kuvvetleri, 1914 yılında müştereken Bağır Han ve Settar Han önderliğindeki Güney Azerbaycan Millî Mücadelesi’ni boğarlar.

Güney Azerbaycan Türklerinin içinde istiklâl ateşi daima canlı kalmıştır. Aşık Hüseyin Cavan, “Settar Han Destanı” adındaki şiirinde şöyle ifade eder:

“Azer ülkesinin gehreman oğlu

Azadlığ yolunun ğurbanı oldun

And içtin vetene igid Settar Han

Vetenin ilgarlı imanı oldun.

Veten hainiyle eledin cengi

At saldın meydana, çekdin üzengi

Saraldı gorhudan düşmenin rengi

Onların ğetlinin fermanı oldun…”

Settar Han’ın başlattığı bu bağımsızlık hareketinin Güney Azerbaycan Türkleri üzerinde çok büyük etkisi olmuş, bu etki hâlen devam etmektedir. Şair Balaş Azeroğlu’nun “Settar Han Destanı” da bunun göstergesidir:

“Biz heç vahtsınağdan namerd çıhmadığ

İgidlerin ganı ganımızdadır.

Ne düşmen, ne ölüm gorhutmaz bizi

Settar Han her zaman yanımızdadır.

O bizim tarihe düşenden beri

Güdret adımızda, sanımızdadır

Çohları istedi ayırsın onu

Gördü gelbimizde, canımızdadır.

Ezelden ğaydadır bizde her zaman

Ürekde yaşayar adı gehreman…”

Çarlık Rusya’sının dağılması üzerine Kuzey Azerbaycan’dan sonra Güney Azerbaycan Türkleri de Şeyh Muhammed Hıyabani liderliğinde yeniden Türk Millî İstiklâl Hareketi’ni başlatırlar. 18 Haziran 1918 günü Ali İhsan Paşa komutasındaki Türk Ordusu, Tebriz’e gelir. Tebriz halkı, ellerinde Türk bayraklarıyla Türk Ordusunu karşılayıp şehrin anahtarını Paşa’ya teslim ederler. Osmanlı Ordusu, Kaçar prenslerinden Macid Saltana’yı Tebriz genel valiliğine tayin eder. Birinci Dünya Savaşı’nın sona ermesiyle Osmanlı Ordusu bölgeden çekilince, 1919 Haziran’ında Tebriz, İngilizlerin desteğiyle tekrar İran’ın hâkimiyetine geçer.  

7 Nisan 1920’de Hıyabani’nin liderliğindeki Demokrat Parti, bu defa “Azadistan Devleti”ni ilân eder. Buna karşı Tahran yönetimi Tebriz üzerine bir ordu gönderir. İranlı komutan, Tebriz’in Jandarma Birliği Komutanı Hüseyin Han’la anlaşarak 11 Eylül günü Tebriz’e saldırıp bütün evleri yağma eder. Hıyabani teslim olmaz, sonuna kadar savaşır, vahşice öldürülür.

Hıyabani Hareketi pek çok şair, yazar ve bilim adamı tarafından desteklenmiş, bunun için aydınların çoğu öldürülmüştür. Şah Pehlevi tarafından öldürülen şairlerden Pesyan Tebrizî’nin marş hâlinde okunan şiiri, İran Türklerini ayağa kaldıran şiirlerden biri imiş:

“Veten şerefini canla ğoruyağ

Vetenden düşmeni büsbütün govağ.

Besdir bu atalet, besdir serhoşluğ

Galhın, daha besdir, besdir lağyedlik.

Bize yaraşmayır esir yaşamağ

Alçağ yaşamağdan ölüm yahşıdır

Bu ölüm insana şeref bahş edir

Eger tüfenk yohdur, ğılınç yohdursa

Düşmeni yumruğla, ağaçla govağ

Bize yaraşmayır esir yaşamağ…”2

1941’de İran’ın Ruslar ve İngilizler tarafından yeniden işgal edilip Şah’ın sürgün edilmesi ve oğlu Rıza Pehlevi’nin tahta geçirilmesi sırasında, 11 yıldır zindanda tutulan Seyit Cafer Pişeverî, Tahran zindanından çıkarak Tebriz’e gelir ve 21 Mart 1945 günü “Azerbaycan Millî Hükûmeti”ni kurar. Şair Hüseyin Sehhaf, o günün mutluluğunu şöyle anlatır:

“Şükrüllah ele geldi yene hürriyyetimiz

Yaşasın hey’et-i millî, yaşasın milletimiz

Ne geder vardı bu dünya size heğ yar olsun

Düşmeniz her iki dünyada görüm har olsun

Merhaba, şanlı fedailerimiz var olsun

Çalışıp geldi dübare yerine izzetimiz…”

Mayıs 1945’te Almanların teslim olmasıyla Cihan Savaşı sona erer. Yapılan anlaşmaya göre İran’dan bütün işgal güçleri çekilecektir. İngiliz, Fransız ve Amerikan güçleri çekilir, fakat Ruslar çekilmez. Gözü İran petrollerindedir. Rıza Şah, Azerbaycan petrolünün işletme hakkını Ruslara vererek gizlice anlaşır, Ruslar ülkeden çıkarlar. Bunun üzerine Ruslardan destek alan Tebriz Hükûmeti ortada kalır. Türkiye’ye iltihak etmek için Ankara’ya heyet gönderirler. Fakat heyet üç ay beklemesine rağmen İsmet İnönü ile görüşemez. İnönü, İran’ın Rusya ile yaptığı gizli anlaşmayı bildiğinden, Rusya ile zıtlaşmak istemez.

Şah’ın gönderdiği ordu 10 Aralık 1946’da Tebriz’e ve Urmiye’ye girer, 20-25 bin Azerbaycan Türk’ü şehit edilir, 8 bini Fars bölgelerine sürgün edilir. Türklere ait bütün kültür, sanat ve edebiyat ocakları, bütün yayınevleri, kitapçılar, yazar evleri, Türklükle ilgili bütün kitaplar yakılıp yok edilir.

“Şehrin içinde daşlı bir meydan

Yanar ortalıkda kitap tongalı

Kenarda dayanan nece yüz insan

Alova bahdığça gözü garalır…”3

Şair Ali Tude, bu şekilde anlatıyor o vahşeti.

Tarihin seyri değişiyor

Ne kadar gariptir ki, biz Türkiye Türkleri olarak bugüne kadar ne Kuzey Azerbaycan’ın, ne Güney Azerbaycan’ın istiklâl mücadelesinden, hattâ onların varlığından dahi habersizdik. Henüz olaylar sayesinde bu kardeşlerimizin varlığından yeni yeni haberdar oluyoruz.

Emperyalizm onları baskı altında tutarak, bizleri de millî şuurumuzu alarak köleleştirmiş. Fakat tarihin seyri değişiyor, Türk’ün güneşi doğmaya başladı, Türk Dünyası ayağa kalkıyor.

Türk çağının ayak sesleri duyulmaya başladı. Şimdi sıra, Güney Azerbaycan’da inşallah!

Onların içindeki istiklâl ateşi sönmedikçe, talih elbette bir gün onların da yüzüne gülecektir.

Son söz

Bugünün İran’ı, sanıldığı gibi öyle iç yapısı sağlam bir devlet değildir. Bir İslâm devleti, bir Şia devleti de değildir. Şia’yı alet ederek imparatorluk peşinde koşan bir Fars diktatörlüğüdür. Nüfusunun ancak yarısı Fars kökenlidir. Kalan nüfusun yüzde 30-35 kadarının Azeri Türkü, yüzde 7’sinin Kürt, yüzde 2 buçuğunun Türkmen, kalanının da Arap, Beluc vesaire olduğu söylenmektedir. Bu unsurların hepsi de İran Devleti’nin katliamlarına uğramış ve şu anda da baskı altında olup pek çok haktan mahrum hâlde yaşamaktadır.

ABD zaman zaman İran’ı parçalamak için Azerbaycan Türkleri üzerine oynamayı düşünse de, Türk Birliği korkusu yüzünden buna ciddî olarak teşebbüs edememektedir. Azerbaycan-Türkiye dayanışmasını Karabağ’da gördükten sonra da artık o işi tamamen unutmuş olmalıdır.

İran yönetimi diken üstünde oturuyor, Cumhurbaşkanımıza karşı gösterdikleri tepki de bu korkunun tezâhürüdür. Ancak korkunun ecele faydası yoktur. Boyuna posuna bakmadan fütuhat peşinde koşan bu devletin, Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan olması yakındır!


1Tay: Taraf./ Bala: Yavru./ İtgin düşmek: Yitip kaybolmak./ Hönkürmek: Hıçkırmak./ Dözmek: Tahammül etmek./ Dillenmir: Konuşmuyor.

2Besdir: Yeterlidir.

3Kitap tongalı: Kitap ateşi.