Sır tutmak herkesin harcı değil

Daha önce, en son ne zaman kapalı oturum yapılmıştı bir bakılsa, sonrasında o toplantıya katılanların yaptığı açıklamalar incelense, yasağa lâyıkıyla uyulmadığı görülür. Kim bilir kaç kişi, o berber gibi “Oh be!” dedi bugüne kadar ve bundan sonra da diyecek. Hiçbiri, ıssız bir yere gidip toprakta çukur açmamıştır. Kendi etrafında bulunan birçok “çukur”, sırrını dökme ihtiyaçlarını karşılamak için yeterli, hattâ fazladır bile.

GEÇEN hafta Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde İdlib hakkında kapalı oturum yapıldı.

Çok sık rastlanan bir uygulama olmadığını biliyoruz.

Nadiren gerek görülür.

Kapalı oturumda konuşulanların gizli kalma şartı var, malûm.

On yıl boyunca açıklanamıyor.

Tutanaklar da muhafaza ediliyor, katılanların orada konuşulanları dışarıda dile getirmeleri de yasak.

Açık yapılan oturumlar, kamuoyuna, basına ve dolayısıyla bütün dünyaya açık hâldeyken, kapalı oturumlar o çatı altında gizli kalmak zorunda.

Görevliler bile sağır dilsizlerden seçiliyor.

O derece titizlik gösterilen, tek dinleyicinin bile alınmadığı kapalı toplantıya katılanlara bakarsak, on yıl gizlilik kuralının sağlıklı bir şekilde uygulanabileceğine emin olamayız.

*

Sır saklamak kolay değildir.

Ağzı olan konuşabilir, eli olan yazmasa da…

Kral Midas’ın kulaklarını hatırlayalım…

Eşek kulağı şeklindeymiş de kimseye gösteremezmiş. Tacının altında gizler, aynaya baktığında utanır, üzülürmüş.

Tıraş olmak için berbere mecbur olduğunda, sıkı sıkıya tembihlenmiş berber.

Ne tembihi, apaçık tehdit:

“Herhangi birine söylersen, kellen gider. Çünkü senden başka bilen yok. Bir kişiden bile duyarsam, senin söylediğin belli olur.”

Ne yapsın zavallı berber, çâresiz kabul etmiş.

Kral Midas’ın kulaklarını eşek kulağı şeklinde görünce, şaşkınlıktan ağzı açık kalmış.

Görevini tamamladıktan sonra, ayakları birbirine dolaşarak ayrılmış kralın yanından.

Günler geçtikçe içindeki sır, dert olmuş.

Karnı şişmekle kalsa iyi, uykuları da kaçmış gariban berberin.

Sonunda bakmış dayanamıyor, ille birine söylemesi lâzım. Söylerse de kelle gidecek, hayatıyla ödeyecek. Kellesiz de yaşanmaz ki…

Genç Osman bile üç gün yaşamış.

Berber, gitmiş ıssız bir araziye. Bir çukur kazmış. İçindekini boşaltmış. Çukurun içine bağırmış: “Midas’ın kulakları, eşek kulakları… Midas’ın kulakları, eşek kulakları…”

“Oh be!” demiş, rahatlamış. Sırrını toprağa olsun açtığı için, tek başına taşımaktan kurtulduğu için… Hem de hiçbir insana söylemediği için…

Eh, için için sevinmiş tabiî.

Bir kere daha “Oh be!” demiş.

*

Ne var ki, tabiatın da bir oyunu varmış.

Berber, kazdığı o çukuru kapatıp gitmiş ama daha sonra oraları fazla yağmurdan olsa gerek, su basmış. Sulak olunca, sazlar çıkmış. Çıkan sazlar büyümüş. Büyüyen sazlar rüzgâr estikçe sallanmaya başlamış.

Sazlar, hepimizin bildiği sesi çıkarır. Bir “vuuvvv” sesi desek yeridir. Ancak oradaki sazlar, berberin o cümlesini tekrar etmekteymişler her rüzgâr esişinde: “Midas’ın kulakları, eşek kulakları… Midas’ın kulakları, eşek kulakları…”

Böyle olunca, gayet tabiî, her tarafa yayılmış.

Önce dedikodu şeklinde başlayan ve kulaktan kulağa yayılan sözler, ülkenin her yanında duyulmuş.

Sarayın etrafında büyük bir kalabalık toplanıp bağırmaya başlamış.

Kralın balkona çıkıp tacını çıkarması şart olmuş.

Ne yapsın Midas?

Kral da olsa bütün halkın talebi karşısında direnecek hâli yok.

Çıkmış balkona, çıkarmış tacını.

“Ahanda hakkaten doğruymuş ya la…”

Halk bu, saray ağzıyla konuşacak değil. Kaba saba konuşmuşlar ama bu durumu Kral Midas’ın bir üstünlüğü olarak görmüş, öyle kabul etmişler.

Onu devirip yerine başka bir kral seçmekle kim uğraşacak?

Kargaşa çıkar, anarşi çıkar.

En iyisi, bu durumu hayra yormak.

Onlar da öyle yapmış.

“Aslan Midas…”

“Çok yaşa Midas…”

“En büyük kral, bizim kral…”  

“Bu kulaklar, kralımıza Tanrının bir armağanı…”

“Kimde var böyle kulaklar?”

“Hangi ülkenin kralında böyle haşmetli kulak var?”

“Kralımıza da böylesi yakışır…”

“Yaşa… Çok yaşa Midas… Kralımız…”

*

Netîcede Kral Midas da sıkıntıdan kurtulmuş. Ahali de yeni bir kral peşine düşme derdine girmemiş.

Fakat asıl kurtulan, berberin kellesi olmuş.

Acaba bu acayip “piar” çalışması için Midas, berberine ödül vermiş midir?

O konuda kayıtlarda bir bilgi yok.

“Halkım beni daha çok sevdi senin sayende. Sıkıntılar bile unutuldu. Sırrımı hem hiç kimseye söylememişsin, hem de herkese duyurmuşsun. Sen ne acayip bir adamsın!” deyip onu vezir mezir yapmış mıdır? Bilemeyiz.

*

Bildiğimiz şu ki, sır saklamak zordur.

Hele çevreden baskı gelirse, daha zor.

İçlerinde ağzı gevşek olanların bulunduğunu ve bazılarının dayanamayıp sağda solda konuşacaklarını düşünmek hiç de haksızlık sayılmaz.

2030 yılına kadar kim öle, kim kala…

Hem üç yıl geçmeden unutulur o yasağın varlığı.

Ne üç yılı, üç aya kalmaz!

Zaten bir süre sonra İdlib’in durumu değişir, hakkındaki düşünceler değişir.

Daha önce, en son ne zaman kapalı oturum yapılmıştı bir bakılsa, sonrasında o toplantıya katılanların yaptığı açıklamalar incelense, yasağa lâyıkıyla uyulmadığı görülür.

Kim bilir kaç kişi, o berber gibi “Oh be!” dedi bugüne kadar ve bundan sonra da diyecek.

Hiçbiri, ıssız bir yere gidip toprakta çukur açmamıştır.

Kendi etrafında bulunan birçok “çukur”, sırrını dökme ihtiyaçlarını karşılamak için yeterli, hattâ fazladır bile.