BİR yazımda doğru ve yalanın yapıtaşlarındaki
o uçsuz bucaksız ayrımlardan bahsetmiştim. Evet, ikisi de bir sözdür. İkisi de
içinde kelime grupları barındırır ve onları ifade etmede başvurulan ses
titreşimleriyle meydana gelir. Bunlar, doğru ve yalan sözün birbirine temas
ettiği yegâne alandır. Sözün asıl ağrılığını taşıyan, onun ayakta duruşunu ve
süreğen oluşunu sağlayan yapıtaşı ise çok başkadır.
Bir ses olarak
tabiata salınan doğru sözle yalan sözün kütlesel varlıkları denk olsa da,
tesirleri ve ömürleri birbirinden çok farklıdır. Doğru söz kalbe, yalan söz
kulağa uğrar.
İşte bir sinsi
düşman da haramdır!
Haram, Allah’ın
kullarına katiyetle yasak ettiği ve insanın bütün fizyolojik, psikolojik
süreçlerini doğrudan etkileyen bir kayıptır. Meselâ bir haram lokma, görünürde
diğer tüm lokmalarla benzer özellikler taşıyabilir. Helâl ve haram ekmeği
görüntüsünden, kokusundan ayırt edemezsiniz. İkisi de mideye gider ve sindirim
sistemine dâhil olur. İşte haramı sinsi düşman yapan tesirler silsilesi de
bundan sonra başlar!
Bir haram lokma
göze görünmeyen bir kahrediciliğe sahiptir. Bu, Allah’ın haram kıldığı ve yasak
ettiği bütün yiyecek ve içecekler, bütün hareket ve yönelimler, bütün zevkler
ve hevesler, bütün kazanç türleri ve ticârî tercihler için geçerlidir.
Haramın gizli,
kamufle edilmiş ve zamana yayılan bu kahredici tabiatı, aklın ve kalbin
görebildiği mesafeyi daraltmakla başlar. Yani normalde küflenmiş ve bayatlamış
bir yemeği yedikten sonra hasta düşen veya en azından hazımsızlık çeken insan,
bundaki neden-sonuç ilişkisini ayırt edebiliyorken; haram yiyerek huzurunu,
imanını ve ferasetini kaybeden insan, vardığı bu son vaziyetin sebepler
bağlantısını kuramaz. İşte bu, aklın ve kalbin görüş mesafesindeki düşüşle
karakterizedir.
Elbette bu kadarla
sınırlı değil…
Haram olan her bir
kavram ve olgu, sinsice büyüyen bir kalp katılığı meydana getirir. İnsan
vicdan, vefa ve iman gibi eşsiz insaniyet vasıflarından uzaklaşır gitgide.
Fakat asıl yıkıcı ve akıl vurucu olan, bunu kendi iradesiyle ve tercihiyle
yaptığını zannediyor oluşudur.
Şöyle bir
denklemle açıklamalı: İnsan, Allah’ın yarattığı varlıktır. Allah insanı beden
ve ruh hâlinde yaratmıştır. Allah insanı, içinde kendini tanımaya ve aramaya
olan güçlü duyguyla birlikte kâinata salmıştır. Burada ibadet ve duâ ile yaşam
mücadelesinde bir imtihana bırakmıştır. Kendi Yüce İsim ve Sıfatlarından insan
fıtratına bahşetmiştir.
Buraya kadar her
şey, olması gerektiği hâliyledir. Sonra bu âlemde birtakım hırs ve tutkulara
yenilen insan, Allah’ın yasak ettiği şeylere meyleder ve işte sinsi düşmanı
böylece kendi maddî ve manevî varlığına dâhil eder. Hiçbir insan, kendi irade
ve isteğiyle duâsız kalmaz. Hiçbir insan, Allah’ı unutmayı bir plân dâhilinde
gerçekleştirmez. Çünkü fıtrat, bu değildir. Fakat fıtratı en derinden sarsan
günahlar arasında birtakım tercihler ve hatalar yapar. Bunların da tövbesi ve
dönüşü her zaman için vardır. Fakat haram ile yaşamını idame ettiren bir
fıtrat, bunu fark edebilecek melekeleri pasifleştirmiş olur.
İnsan elbette hataya
düşebilen ve günah işleyebilen bir nefs ile beraber. Ve bu, ömrümüz boyunca
aslî imtihanımız. Nefs ve imanî gereklilikler arasında mücadele vermek,
kulluğun bir göstergesi. Fakat bunu bile bile haramda ısrar eden insan,
kaybettiği pek çok şeyin sebebini keşfedemeyecek bir körlüğe duçar olur. “Ben,
bu haram yüzünden Allah’a duâ edemiyor ve ibadet edemiyorum” diyemez de, “Ben
duâ etmek istemiyorum; ibadet etmek bana saçma geliyor” gibi hezeyanlar
gösterir.
İşte tam bu
noktada iki analize davet ediyorum insanı. Bu analizler, bütün hissî durumları
bir kenara bırakmak, sadece gerçeği bulmak amacıyla gerçekleştirilebilir.
Şöyle ki; eğer duâ
etmiyorsanız ve ibadet etmek içinizden gelmiyorsa, eğer tövbeye diliniz
varmıyorsa, eğer iç huzurunuz ve tevekkülünüz yoksa bunları hiçbir surette
kendi tercihiniz olarak kabul etmemelisiniz. Bu saate kadar öyle ettiyseniz de
bir an durun ve düşünün: Ya bu hâl, sizin tercihiniz değil de bir haramın
ceremesiyse?
O vakit ikinci
analize geçebiliriz…
Ömrünüzde Allah’ın
yasak ettiği, haram kıldığı neler var? İşte bu analizde de inanmak ve inanmamak
fiillerini bir kenara bırakın ve sadece Allah neleri yasak etmiş ve siz
hangilerinde aktifsiniz, onu bir analiz edin. Bu süreçten sonrası da işin
sağlaması olacak. İçten gelmese de, akıl anlamasa da, kalp fark etmese de o
haram maddeleri ömrünüzden bir çıkarın.
Sonra semaya
açılan ellerinizi, secdeye varan alnınızı, kalbinizde büyüyen imanı, vicdanı,
vefayı ve bütün bunların toplamı olan manevî huzuru yudum yudum tadın! Çünkü
haramı terk ettikten sonra, bütün bunlar kendiliğinden olacak ve siz
bileceksiniz ki, o haram vaziyetler sizin tercihiniz değil, bozulan fıtratın
akıl karışıklığıymış. Ve tam o anda şöyle diyeceksiniz: “Tövbe ettim Ya Rabbi!”