Sınırsız

Beşinci otobüs gelmiş. Binmiş ve gitmiş. Tekrar gelecek mi dersiniz? Kesinlikle gelecek! Aklıyla var olmaya çalışanların bitmez sancısı. Ve bence bir dahaki gelişinde bunu fark edecek. Bunun bitmeyeceğini…

SONU sahile çıkan bir yolda yürüyor. Bedeninden iki adım geride rûhu. Gözleri dolu dolu. Boncuk gibi süzülecek yanaklarından, dokunsa birisi... Kalbi göğüs kafesine dar geliyor. Hava buz gibi…

Dalgalar vurdukça kıyıya, rüzgâr daha hızlı çarpıyor yüzüne. O hafif serin rüzgâr değil bugün yüzüne çarpan, fakat buna rağmen soğuk işlemiyor sanki bedenine. Aksine, beyni yanıyor alev alacak gibi… Her gün gittiği beş dakikalık otobüs durağına varan yol bitmiyor bugün. Sahil durağında bir başına oturmaya başlıyor. Dakikalar akıyor; üç otobüs geçiyor gözlerinin önünden, takati yok ki kalksın da gitsin evine. Ağlayacak bugün belli, sığmıyor gözyaşları gözlerine. Sığmıyor düşünceler zihnine…

Montunu çıkarmak istediği anda, eli fermuardayken bir ses kulağında, “Soğuğa karşı yiğitlik olmaz” diyor. Yüzünde acı bir tebessüm… Seneler öncesinde vefât eden halasının öğüdü hatırladığı; “Ah bir bilsen halacığım, ben başka başka rüzgârlarda üşüdüm! Zihnimin soğuk odalarında açıktı bağrım” diyor içinden.

“Düşünmek her zaman nimet mi?” diye düşünüyor yeniden. İnsanları var eden şeyler vardır fakat ona çok ağır geliyor varlığının sebebi. Çünkü düşünmek, onun varlığının sebebi, sonucu, niçini yahut nedeni. Ah! Bir de tabiî düşünmenin zekâtı, harekete geçmektir... Ağırlığı vardır, sorumluğu vardır ağır, çok ağır. Bazı yaşlar, bazı yıllar var ki, harekete geçmek ve zihindekini dile, dildekini eyleme dökmek çok zor! Bir evredir bu yıllar/yollar… Biliyor ki, onun evresi bu yıllar… On yedisi, on sekizi... Batmış çoktan kendi çukurlarına; ya çıkacak, ya çıkacak!

İşte dördüncü otobüs! Elleri soğuktan buz kesmiş, artık gitmesi gerek. Gönülsüzce ve hızla otobüs kartını arıyor çantasında, tam bulacakken çanta yere düşüyor, otobüs kaçıyor, çantadakiler yere dökülüyor. Artık dayanamıyor, attığı gibi kendini yere, hıçkırıklara boğuluyor. Bardağı dolduran son minicik damla taşırıyor içini. Ağladıkça soğuğu hissediyor. Dakikalarca sürüyor hıçkırıkları. Çok ağlamaz zaten. Hep tutar kendini, sonra mânâsız yerlerde mânâsız şeyler yüzünden ağlar durur. Zamanı, mekânı unutur.

Sevmez öyle rahat yerleri. Dönüp dönüp kendi kıyılarında, çoğu zaman bir sahil kıyısında koyuverir kendini. Uzun hıçkırıklardan sonra “Neden?” diye sorar bir de kendine. Başka başka köşelerde her ağlamanın sonunda aynı soruyu sorar.

Bugün bir kaldırımda oturmuş, neden ağladığına cevap aramayı tercih ediyor. Cevabını bildiği soruları sormak huyu değildir aslında. Ama bu cevapsız soru hoşuna gider gibi, her defasında soruluyor kendine. Zihninin dağılmasının ardından toparlanmaya başlamasını sağlayan anahtar kelime, düğümünün çözümü bu soru!

Düşündükçe gözündeki perde kalkıyor, her şey netleşiyor. Nefesi normale dönüyor. Buluyor içindeki sorunun cevabını. Cevaplar hep bulunuyor.

Aynası hep kendisine dönük. Fakat aynalar, masallardaki gibi her soruya cevap bulmuyor; her cevabın çözümünü ânında söylemiyor. Bu ayna, yalnızca kalabalığı önlüyor. Sadece kendine bakmayı öğretiyor. Soruların cevaplarını bulmaktan daha da önemlisi, cevapların çözümünü bulmak. İşte işler bu aşamada sarpa sarıyor! Burada nefes daralıyor. Cevaplar yığını var hayatında zaten. Birçok şeyin cevabını bulmuş. Hayatının parçaları ellerinde… Ellerinde fakat bütünlük yok ortada!

Birden aklına asıl soru geliyor: “Cevaplar değişmez mi?”

Evet, her şeyin başa döndüğü an! Hayatın yüzüne vurduğu bir şefkat tokadı… Tam “Buldum” dediğin anda kaybolursun…

Sadece on sekizinde… Bir ve sekiz… On sekiz… Ne bu kendinden emin olma hâlleri, “Buldum kendimi” nâraları?! Bulmadın, bulamayacaksın! Hep ilerleyecek, hep değişeceksin! Senin derdin cevaplarını birleştirememek, çözüm bulamamak değil. Aksine, kendi kendine cevaplar yığını var etmen, sorunun ta kendisi!

İnsan, nisyandır. Zamanla unutacaksın en çok emin olduğun şeyleri bile. Önem sırası değişecek, önceliklerin farklılaşacak. Kesin bir çizgin olmayacak, sınırların kalmayacak. Soruların bile değişecek. Yaşam, bir nehrin suyu gibi akmakta ve sen de bu akıntının içinde akıp gideceksin…

Suyun içinde sınır koyamazsın. Sular sınırlarını tanımaz. Bak, yine bir denizin kıyısında ağlıyor, yine bir denizin kokusunu içine çekerek hıçkırıyorsun! Hayat sınır tanımıyor, öğren bunu erkenden! Okyanusları arzularken kendi denizlerinde boğulma. Okyanusa ulaşamamak da var, kendi denizini, kendi dalgalarını sevmelisin. Batmadan çıkabilmeyi öğrenmelisin. Fakat zaten bunu sana biri öğretmişti…

Bundan birkaç sene önce, çok sevdiğin mor salkımlı binada (Nesrin Çaylı Sanat ve Okuma Evi) kendin gibi düşünmenin kendisini var ettiği hocasıyla konuşurken, yine tıpkı böyle ağlamaya başlamıştı. Denizin dibinde değildi, denizinin dibindeydi bu sefer. Ve hocası, bir mektup zarfını ters çevirerek şunları yazmıştı: “Taş ağırdır, suya düşerse batar. Kâğıt hafiftir, suya düşerse erir. Yaprak ise suya düşerse ne batar, ne erir; karşı kıyıları bir yaprak bilir. Akıllı olmalısın, yaprak olmalısın…”

Hıçkırıklarını dindiren cümlelerdi bunlar. Çok zekiceydi. Batmadan çıkabilmesi için yaprak olması gerekiyordu. Sınırsız ve hafif…

Bu hayatta hep düğümler olacak. Bir şekilde çözülür. Ama sadece bir şekilde değil… Her sorunun asla tek bir cevabı olmaz. Cevaplar asla her zaman aynı kalmaz. Değişim, bu hayatın değişmeyen tek kuralı. Bunu biliniz, bilmeyenlere söyleyiniz. Çünkü bizler bu evreleri anlatmazsak, birileri hep aynı dönemeçte takılıp kalacak.

O, bugün soruların asla net bir cevabı olmayacağını öğrendi. Umarım bir daha kimsenin ayağı bu taşa takılmaz…

Beşinci otobüs gelmiş. Binmiş ve gitmiş. Tekrar gelecek mi dersiniz? Kesinlikle gelecek! Aklıyla var olmaya çalışanların bitmez sancısı. Ve bence bir dahaki gelişinde bunu fark edecek. Bunun bitmeyeceğini…

Bu, onun hikâyesi değil sadece. Bu “evreyi” yaşayan herkesin… Bu yüzden ayağınıza takılan sancılarınızı anlatın, yazın, çizin! Bizler aynı acıları, aynı kavgaları, aynı soruları ve aynı cevapsızlığı bulalım birbirimizde. Onun bir sorusu, beşinci otobüse binmesine sebep oldu; belki başkaları ilk otobüsüne yetişir, üşümez ve ağlamaz…