Sınırsız hayvanlar

Hassasiyet şereftir. Ve şeref, insanlar içindir. Hayvanlar kâinatın bir güzelliği, insana verilmiş birer nimet olmakla birlikte, günah işleme salâhiyetinde de değillerdir. Günah işleyebilme iradesi, varlığı şerefli yapar. Çünkü günahtan kaçabilmek, hakka riayet edebilmek, bir başkasına fayda ile yaşam sürebilmek, ancak insanın içsel bir mücadelesidir.

HAYVANLAR âlemi ne hoştur. Gökte uçanı, yerde yürüyeni, evde besleneni, doğada kendi düzenini kuranı… Hepsi bir sistem dâhilinde kâinatı süslemeye devam ediyor. Kimi insana dost, kimi işlerinde yardımcı. Muhakkak varlıkları bir şükür sebebi. Meselâ şu şehir sokaklarında yürürken insan bir an düşünüyor; ya şu kumrular, güvercinler, martılar havada uçmasa, ya şu kediler, köpekler yerlerde dolaşmasa nasıl bir dünya olurdu? Renksiz, tatsız ve neşesiz… Sanırım tam da böyle olurdu.

Peki, bunca güzelliği insana hissettiren, yokluğu düşünceye bile ağır gelen hayvanların bizler için bir hakaret şekli olmasındaki mânâ ne? Madem hayvanlar bu kadar güzel ve bu kadar gerekli, hem insana, hem tabiata elzem, o hâlde neden hayvanca davranışlar bu kadar çirkin ithamlara maruz kalıyor? Aslında asıl soruyu direkt sormalı: İnsanla hayvanı birbirinden bu kadar ayıran nedir?

İsrâ Sûresi 70’nci âyette buyuruluyor: “Andolsun, Biz Âdemoğluna şan, şeref ve nimetler verdik; onları karada ve denizde taşıdık, kendilerine güzel güzel rızıklar verdik ve onları yarattıklarımızın çoğundan üstün kıldık.”

Bu ve benzer anlamda insanın en değerli yaratılmış olduğuna dikkat çeken âyetler var. Ayrıca hadîsler de insanın eşref-i mahlûkat olduğunu beyan ediyor.

A’râf Sûresi 179’uncu âyette buyuruluyor: “Andolsun, Biz cinlerden ve insanlardan birçoğunu cehennem için yarattık. Bunların kalpleri vardır ama onlarla kavrayamazlar; gözleri vardır ama onlarla göremezler; kulakları vardır ama onlarla işitemezler. Onlar hayvanlar gibidir, hattâ daha da şaşkındırlar. İşte asıl gafiller onlardır.”

Bunun dışında, hayvanların birer nimet olduğu ve insanlara fayda sağlamak üzere yaratıldığı mealinde âyetler de bulunuyor. Özetle, Rabbin Kelâmından ve Peygamberimizin hadîslerinden yola çıktığımızda insan ve hayvanla ilgili en temel kanıya varmış bulunuyoruz.

İnsan şerefli yaratılmıştır. Hayvanlar da insana güzellik ve hizmet sunmak için vardır. İnsan görebilen, duyabilen ve kalbiyle kavrayabilen bir varlıktır. Ne zaman ki Allah’ın verdiği bu melekeleri kullanmayı reddedip sapkınlığa düşer, o zaman hayvan sıfatına lâyık olur. Demek ki, hayvanlar hayvanken kıymetli, insanlar da insanken kıymetliler… İşte aradaki fark, davranışta meydana çıkıyor! Yaratılış gayesine ve fıtrata tâbi bir yaşam sürmek, tüm mahlûkat için göz ardı edilemez bir gereklilik.

Hayvanlar yaratıldıkları sisteme aykırı davranışlar sergilemezler. Bir kedinin kuş gibi davranmaya çalışmasına pek şâhit olmayız. Ya da bir köpeğin insanca yaşamak derdi de yaygın değildir. Şaka bir yana, insanın hayvanca yaşamak emeli oldukça sık rastlanmaktadır. Peki, nedir hayvanca yaşamak?

Öncelikle hayvanın kendi doğasında kabul gören ve çok da güzel duran temayüllerine bakmak lâzım ki insan ne zaman ve hangi tutumla o seviyeye düşüyor, anlayabilelim.

Hayvanların dini yoktur meselâ. Onlar da Yaradan’ı bilirler, zikrederler... Her canlı kendi dilinde Rabbini zikreder elbette. Ama meselâ, hayvanların namaz kılması, dişi hayvanların örtünmesi ya da Ramazan ayında oruç tutmaları gerekmez. Birbirlerinin rızkına göz dikmemeleri, birbirlerine saygılı davranmaları gibi beklentiler de çok yüksek değildir. Meselâ hayvanlar için zaman ve mekân sınırlaması da yoktur. Varsa da bu, insan eliyle şekillendirilmiştir. Hayvan istediği saatte istediği yerde olabilir. Eğer bir dış güç tarafından kısıtlanmıyorsa, istediği yerde istediği yemeği yiyebilir. Meselâ temizlik gibi bir kanunları da yoktur. Bakınız, özellikle “kanun, kural ve kısıtlama” diyorum. Yoksa elbette hayvanların da kendilerince temizlenebilen, yuva kurabilen ve inanabilen varlıklar olduklarını biliyoruz. Ama tüm bunlar olağan bir akışta vuku bulur. Özel olarak bir şeyleri öğrenmeleri ya da kurallara uymaları gerekmez. Bir hayvan yemeğe başlamadan önce yollarda sürüdüğü patilerini yıkama gereği duymaz. Bu ancak insanî bir incelik olabilir.

Meselâ bir hayvan geç saatte bağırabilir. Bu tamamen onun duygusuyla, daha doğrusu içgüdüsüyle alâkalıdır. Ve o iç tepi geldiğinde, saatin kaç olduğu, kimlerin uyuduğu gibi düşüncelerle beynini meşgul etmez. Yapmadıklarına daha bir yığın örnek bulunabilir.

Bir de insanların yapmadıkları (!) ama hayvanların yaptıkları davranışlar vardır. Ki bunlar, hayvanlar söz konusu olduğunda zaten insana da doğal gelir, göze batmazlar.

Örneğin hayvanlar kavgacıdırlar. Güvercinler bile yemlenirken didişirler; tavuklar, civcivler, kediler… Bunlar içgüdüsel olarak kendi bünyelerini düşünme eğilimindedirler. Bir başkasının açlık-tokluk düzeyiyle çok ilgilenmezler. Çünkü yaratılış gayeleri yemek, içmek ve hayatta kalmaktır. Bunu başarabildikleri sürece yaratılışlarına boyun eğmiş olurlar. Tabiî, hayvanlar arasında bile bir iyilik, hayırseverlik sistemi mevcut. Ama asla insandaki gibi değil… Zaten olamaz da… Bu onları eksik de yapmaz hem…

Üreme ve yuva kurma şekilleri de çok sıkı kurallara bağlı değildir. Yine insandaki duyguyla eşdeğer görülebilecek bir içgüdü ile yuva kurar ve çoğalırlar. İnsanı hayvandan ayıransa, sadece duygusuna göre değil, belli dinî ve toplumsal kurallara göre yuva kurup çoğalmasıdır. Aksi takdirde hayvanların serbestliği insanda sapkın ve iğrendirici bir vaziyet alır.

Hayvanların ilim öğrenmek, bu ilmi fayda ile çevreye yaymak gibi ulvî yönelimleri de yoktur. Günü sadece yemek-içmek-uyumak-çoğalmak idealine harcayabilirler. Ve bu, onları hiçbir surette eksik ya da yanlış yapmaz. Ama insan, günü en verimli şekilde tüketmekle yükümlüdür. Bir şey öğrenmeden ve öğretmeden, fayda sağlamadan ve kulluk etmeden geçirdiği her lahza ziyandır.

Hayvanlar, özellikle de anne-baba sıfatında olanlar, yavrularına yem taşırlar. Ama hiçbir güvercin, başka ülkede zor şartlarda yaşayan bir güvercin topluluğuna yardım hareketi başlatmaz. Hattâ yan binadaki güvercinlerin ne hâlde olduklarıyla ilgilenmez. Meselâ kediler de öyledir. Bir kedi ailesi, hemen yan tarafta ikamet eden diğer kedi ailesinin haklarını gözetmez. Onları rahatsız etmemek, onlara fayda sağlamak ve zarar vermemek gibi hassasiyeti yoktur. Yahut bir maymun, bir dala tutunduktan sonra, arkadan gelecek maymun için o dalı aldığı gibi bırakma derdine düşmez meselâ…

Çünkü tüm bu hassasiyet şereftir. Ve şeref, insanlar içindir. Hayvanlar kâinatın bir güzelliği, insana verilmiş birer nimet olmakla birlikte, günah işleme salâhiyetinde de değillerdir. Günah işleyebilme iradesi, varlığı şerefli yapar. Çünkü günahtan kaçabilmek, hakka riayet edebilmek, bir başkasına fayda ile yaşam sürebilmek, ancak insanın içsel bir mücadelesidir. Ve tek yol “iyilik” olmadığı takdirde, o yoldan gidebilmek kıymet kazanır. İnsan, iyiye de, kötüye de gidebilecekken iyiye gittiği için değerlidir.

Öyleyse bütün sınırlar, yasaklar, kurallar ve kanunlar insan içindir. Din ve ahlâk sistemi, kul hakkı, temizlik, komşu hakkı, edep, adap ve ne kadar zorlayıcı güzellik varsa insan içindir.

Her bulduğunu yiyen hayvandır. İnsan, her bulduğunu değil, temiz ve faydalı olanı yer.

Her istediğini yapan hayvandır. İnsan, duygusuna ket vurabilen ve çevresel fayda oranını hesaba katarak duygusunu tatmin etme yolunu seçmek zorunda olan bir varlıktır.

Hayvanlar günü sadece yemek-içmek-uyumak üzere tüketebilirler. İnsan güne hem dünyevî, hem uhrevî güzellikleri sığdırmakla yükümlüdür.

Hayvanlar istedikleri gibi yuva kurup çoğalabilirler. İnsanlar belli dinî kurallar ve toplumsal değerler üzerinden ve ancak ahlâk kuralları çerçevesinde yuva kurup çoğalırlar.

Hayvanlar ilim sahibi olmak durumunda değiller. Onlar, Rableri tarafından öğretilen ve içgüdü ile sürdürülebilecek birtakım melekelere sahiptir. Ve bu, hayatlarını devam ettirmede son derece yeterlidir. İnsan, doğru bir istikamette var olabilmek adına sürekli öğrenmek ve öğrendiğiyle bir etkileşim meydana getirmekle yükümlüdür.

Bütün bu ayrımlar oldukça tabiîdir. Saymakla da bitmez. Bu ayrımlar, insan ve hayvanın, kâinatın bütünselliğinde eşsiz bir denge unsuru olduğunun da kanıtıdır. İnsana hayvan, hayvana da insan lâzımdır. Fakat insan insanca, hayvan hayvanca var olmakla yaratılışına uyum sağlamış olabilir.

Sınırsızlık, kuralsızlık, ölçüsüzlük hayvanlar içindir.

Şeref, atılan her adımda binbir ölçü, binbir denge ve binbir hesap gerektirir. Ve tüm bunların hududunu da Yaradan belirlemiştir.

Öyleyse özgürlüğün sınırsızlık olduğuna dair ortaya atılan absürt iddiaları bir kenara bırakmalı. Özgürlük, şerefli bir yaşam sürmektir. Ve bu da ancak sınırlarla olabilir.

Sınırsız hayvanlara benzememek gerek!