
BUNDAN yıllar önce Avrupa
Körler Birliği’nin genel kurulunu Türkiye’de organize ediyorduk ve bu maksatla
bir tertip komitesi kurmuştuk.
Benim
de üye olduğum komitenin Boğaziçili öğrencilerden meydana gelen bir ekibi
vardı. Her yönüyle başarılı bir organizasyon olmuştu. Bu toplantının logosu,
beyaz bastonlu baykuş şeklindeydi. Slogan ararken Nursuna Memecan Hanım’dan
destek almıştık; “No boundries in sight” ifadesini önermişti. Hepimiz çok beğenmiş
ve “Tam da bizi anlatan ifade!” demiştik. Türkçeye “Sınırları görmüyoruz” diye
çevrilebilecek olan bu sözün gereğinin yapılmasına yoğun bir ihtiyaç olduğunu
gözlemliyorum.
Çeşit
çeşit sınır var. Ülke sınırları, toplumsal sınırlar, kendi kapasitemizin
sınırlılıkları gibi birçok sınırla her gün ve hatta her an karşılaşıyoruz.
Elbette yazının en sonunda kısaca tartışacağımız, “Benim özgürlüklerim,
başkasının özgürlüklerinin sınırlarının bittiği yerde başlar” diye bir sınır da
var.
Üzerinde
biraz düşündüğünüzde, sınırların yapay şeyler olduğunu, yapay olan bu
sınırların ya güçle yahut hilelerle belirlendiğini veya konulduğunu tespit
edersiniz. Meselâ, ülkelerin sınırları güçlü olanlar tarafından belirlenmedi
mi? Bu sınırların geçerliliği ya güçlü olan gücünü kaybedinceye kadar yahut da siz
o sınırlara razı olmayıncaya kadardır. Bu sınırların siyâsî veya askerî yolla
aşılması dışında da yöntemler var elbette. Alırsınız pasaportunuzu, vizenizi,
gidersiniz o sınırların ötesine; ister gezersiniz, ister iş kurarsınız, ister
sosyal faaliyet yaparsınız… Yani canınız ne isterse! Hani sınırlarınız vardı?
Demek ki siz o sınırları görür ve ötesine geçmeyi aklınızdan geçirmezseniz
sınırların gerisine mahkûm olup kalırsınız.
Benim
çocuklar başka ülkelere hep uçakla gittiklerinden, ülkelerin sınırlarının
olması kavramını bir türlü anlayamıyorlardı. Sırf sınır görsünler diye
çocukları aldım ve Edirne Kapıkule’ye götürdüm. Maalesef ülkelerinin bir sınırı
olduğunu gördüler. Keşke göstermeseydim de, o sınırı yok zannetselerdi!
Diğer
bir sınır, “Sen yapamazsın/edemezsin”, “Tembelsin/çalışkansın”, “Kızsın/erkeksin”,
“Fakirsin/zenginsin”, “Köylüsün/şehirlisin” veya “Engellisin/engelsizsin”
gibisi... Ne yani, bu sınırları görecek misiniz? Siz o sınırları görmeye
kalkarsanız, emin olun, bol bol göstermekle kalmazlar, dünyanın kaç bucak
olduğunu da gösterirler. O yüzden tavsiyem, çeşitli yol ve yöntemlerle
uydurulmuş o sınırları görmeye kalkmayın!
Evet,
fakir olabilirsiniz de, niye ilim, irfan, meziyet, maharet sahibi olmayasınız?
Evet, kadın olabilirsiniz de, niçin dünyanın tüm çocuklarına eğitim
materyalleri üretmeyesiniz? Evet, engelli olabilirsiniz de, neden dünyanın en
büyük engelli teşkilatının başına geçmeyesiniz yahut sanatçı, âlim, arif
olmayasınız? Size sınırlar ima edildikçe, o sınırların üstünden atlayıp geçmeye
bakın! Atladıktan sonra bilin ki, geriye bakmadığınız sürece o sınırlar
önünüzde olmayacak ve görmek zorunda kalmayacaksınız.
Gelelim
en acı ve körlüğü en zor olan sınıra: Kendi kendinize koyduğunuz sınırlar…
Yahu
kardeşim, içindekini senden başka bilen bir Allah’ın kulu var mı? Yok! O hâlde
niçin iç dünyanda özgür değilsin, sorgulama, muhasebe, muhakeme yapmıyorsun?
İllâ başkalarının dayattığı şekilde düşünmek, hissetmek, davranmak ve yaşamak
zorunda mısın? Başkalarından gelmiş gibi görünen bu sınırlar, kusura bakma ama
sen ciddiye aldığın için var. Ciddiye almazsan hiçbir şey yok. Varsayalım ki,
beğenmediğin bir alışkanlığın var, değiştir gitsin! Kendi kendine söz
geçiremiyorsan, gelip başkası mı senin iç dünyana müdahale etsin? Bir şeyleri
yapmak istiyorsun ama yapabileceğine inanmıyorsun. Dene gitsin! Denemeden nasıl
bilebilirsin ki? Koşma denemesi ve çalışması yapmadan kapasitenin sınırlarını
nasıl göreceksin ki? Çevrendekiler, “Benim oğlumun/ kızımın/ arkadaşımın/ kardeşimin/
öğrencimin öyle bir yeteneği yok” dedikleri için yeteneğinin olmadığını
sanmayasın. Bu sınırlarını aşabilirsen önünde kilometrelerden daha büyük
özgürlük arazileri olduğunu göreceksin. Tecrübeyle sabittir.
Tabiî
hem uyacağımız, hem de uyduracağımız sınırlar da var. Onlardan bazıları ahlâk,
hak, saygı gibi kavramlar. Dürüst, doğru, iyi olmanın sınırları dışına çıkmaya
hiç gerek yok. Çıktığımız anda hayat anlamsız hâle geliverir. Başkasının
özgürlüğünün bittiği yerde bizim özgürlüğümüzün başlaması meselesi tartışmaya
açık bir konu. Karşınızdaki kişi ciddî ciddî büyük bir özgürlük alanı
kullanmaya kalkarsa ne olacak? O yüzden fıtraten insanın sahip olduğu özgürlük
ve hak sınırlarını esas almakta fayda var.
Özellikle bugünlerde farkında olmamız gereken husus, Türkiye’nin sınırlarıyla kendi sınırlarımızı karıştırmamak gerektiği. Siyâsî, hukukî ve askerî yönden Türkiye’nin sınırları 36-42 derece Kuzey paralel ve 26-45 derece Doğu meridyenlerinde olabilir; hâlbuki dünyanın tüm paralel ve meridyenleri bizim için müsaittir. Toplum tarafından ezberletilmiş sınırlarla kendi kendimize uydurduğumuz sınırları da aşarsak, tam da bugünün ideal insanı hâline gelmiş oluruz. Neden olmasın? Bunca yaşadıklarım, konuştuklarım, görüştüklerimden sonra ben ümitliyim.