
NEYDEN sonra değişir insan?
Yaşadıklarıyla mı, yaşattıklarıyla mı? Hangisi daha belirleyici olur hayatında?
Hayatına girenler mi, yoksa hayatından çıkanlar mı?
İnsan
ömrü, basite indirgenmiş gibi görülse de oyun hamuru gibidir. Hangi yöne nasıl
bir kuvvet uygularsanız, ancak o kadar şekil alabilir. Bazen hayatına bir şey
katmadan öylece yaşamak istersin, fakat bu sefer o hamur ellerinde kuruyuverir.
Bir şekilde üzerine ekledikleriniz veya çıkarabildikleriniz olmadan yaşanmıyor.
Hayat
muhabbetten ibaret. Muhabbet, karşılıklı alıp vermek sanki. Senden vermek,
ondan almak ve ortaya “insan” denilen, muhabbet ile hâsıl olan mahlûkatı
koymak… Ne var ki, muhabbette bazı kimseler ile bir yere kadar gidilebiliyor.
Bir yerden sonra kimisi muhabbetten dahi anlayamayabiliyor. Çünkü araya türlü
farklılıklar giriyor. Aile ve yetiştirilme başta olmak üzere, bakış açısı,
çevre, inanç, ahlâk ve diğerleri uzayıp gidiyor. Bu etkiler sonucunda herkesle
bir gönül birliği oluşmuyor. Oluşsa bile bir düşünüş ve yaşayış birlikteliği
değil, çıkar ilişkisi doğuyor. Sonuç mu? Menfaati bitenin muhabbeti de bitiyor.
Yollar ayrılıyor. Biz verdiğimizle, karşımızdaki ise aldığı ile hayatına devam
ediyor.
Öyle
kimselerle karşılaşıyorsun ki, hayatta belirli bir yaşa erişmiş, belirli
zorluklar görmüş, belki derin acılar bile yaşamış ama değişmemiş, değişememiş.
İnsan ilişkilerinde muhabbeti sadece vakit geçirmek gibi içi boş, vasıfsız,
maneviyatsız ve ruhsuz bir şekilde çıkar irtibatı içinde yürüterek hayatına
devam eden, arkasında bıraktığı herkesin bir gün gölgesinin yoluna
düşmeyeceğine inanan bomboş muhabbetler…
Modern
zamanlar bize insan olmanın getirdiği birçok vasfı ya unutturdu ya da kendisine
göre yeniden bir şekil verdi. İnsan ilişkilerine başlamak veya bitirmek bambaşka
bir boyut kazandı. Hele bitirmek… Hak, hukuk, ahlâk bir yana, biz dil ile ifade
etsek bile kalben bir Yaratıcının imtihan sürecinde olduğumuzu unutarak
kendimizce bir yaşam oluşturuyoruz.
Çok
etkileyicidir, İbnu’l-Arabî der ki,
“Bir elbise ile kalp kırdın mı aynı elbise ile gönül al ki elbisen senden
şikâyetçi olmasın”. Değil canlı olanın hakkı, cansız olan nesneye karşı bile
bir hürmet gösterebilmek ne müthiş bir ahlâktır. Artık bizimle aynı düşünceye
sahip olmadığını düşünerek ya da sırf beklentilerimiz farklı diye, insanlardan
helâllik almadan, bir anda telefonlarımızdan engelleyerek hayatımızdan
çıkarabiliyorken, bize ne yapmamız gerektiği aslında nasıl da gösterilmiş!
İnsan olmanın basit ve ince özellikleri bile
artık meziyet sayılıyor. Böyle bir devirden geçiyoruz. Yüzümüze samimîce
tebessüm eden ve ağzından çıkan sözlerin ağırlığını taşıyabilen bir insan ile karşılaşabilirsek,
“Ne âlâ!” diyoruz çoğu zaman. Çünkü öyle boşaltıldı ki ahlâkî değerlerin içi,
yaşarken, aslında herkes günü kurtarma çabasında. Yarınını düşünen yok. Hele
hayatın ne getireceğini hesap eden? O zaten çok geçmişte kaldı sanki…
Nerede nasıl bir eksiklikten geçiyor bu
yaşantımız bilmiyorum ama yolu eğitimden de geçmiyor, bunu da görüyorum. Değerler
adına birçok kavram üzerine sosyal medyada paylaştığımız o riyakârlık dolu
ifadelerden bahsetmiyorum bile. Bir de bu kişiliksizlik kokan tavırlar var tabiî...
En çok karşılaşılanlardan biri meselâ şöyle: Sorsanız, herkes “Kadına şiddete
hayır!” der ama ya en yakınına yaşattıklarından bahsetseniz, binbir savunma
oluşur.
Temelde tek eksiklik, bu hâlimizin bir hesabı
olacağı realitesinden uzak oluşumuzdur. İnandığımızı söylesek bile
davranışımıza aksettirmeyişimiz; dinî değerler bir yana, ahlâkî değerlerden
uzak oluşumuz, genelden uzaklaşarak özelde kendimizce bir ahlâk oluşturuşumuz…
İnsan değişmeli ve değiştirmeli. Eğitimle,
derin üzüntülerle, anî kayıplarla, beklenmedik bir mutluluk veya heyecanla, bir
kitapla veya o kitapta geçen bir cümleyle, bakışla, sözle, düşünüşle… Ama insan,
değişmeli!
Dünya denilen yer çeşitli imtihanlar ile
doludur. Ama insan, insanın sınavı olur. Bu yüzden yaşadıklarımız ve
yaşattıklarımız bizim geleceğimize şekil verecek olan önemli noktalardır. Bu
nedenle, huzura çıkmadan, arada bir de olsa insan sorgulamalı kendini. Çünkü
sorgulanmamış yaşam, anlamlandırılamamış yaşamdır.
Denilir ki, arif olan irfan sahibi, kusursuz
olan kimse değil, kendinde o kusuru ve yetersizliği gören ve kabul eden, yetersizliğini
gören ve bunu kapatmaya çalışan kişidir.
Kısacık hayatta, gelin, kendinizi sorgulayın,
yeniden anlamlandırın ve değiştirmeniz gereken yerleri Yaradan’ın emri üzere
yeniden şekillendirin.
Ömür kısa, vakit az. Hesapsa çetin olacak!