Silah yaşatır mı, öldürür mü?

Silahlar yaşam değil, ölüm aracıdır. Silahların yaşamı koruduğu söylemi, silah sanayiinin bir propagandasıdır; en azından gerçek olup olmadığı tartışmalı ve bilimsel olarak ispatlanmış değildir. Ancak silahların insanları öldürdüğü yönündeki çıplak gerçeği ispata hacet yoktur. Çünkü insanlık tarihi, aynı zamanda silahların çıkardığı savaşlar ve ölümlerin tarihidir.

-İNSAN silaha neden ihtiyaç duyar?

-Kendini korumak için…

-Kimden?

-Düşmandan…

-Düşman kim? Neden bize düşman olmuş bu insanlar?

Bu diyalog uzayıp gider, sorulara tatminkâr cevaplar bulunamaz; her bir cevap, en az on yeni soruyu beraberinde getirir.

İşin ilginç yanı, bu soru ve cevaplar insanlık tarihi kadar eskidir. Tarihçiler ve antropologların tespit edebildikleri en eski insan yaşamlarında dahi kabiliyet ve gelişmişlikleriyle orantılı olarak silah hep bulunmuş. Oktan başlayıp mızrak, kılıç, top, tüfek, gülle derken günümüzün en modern konvansiyonel ve nükleer silahlarına kadar uzanan bir seri ölüm aracı… Niçin? Sözde yaşamı korumak için…

Yaşamı tehdit eden ölüm araçları olarak silahlar, hayatı korumak ve savunmak gayesine (“bahanesi” mi denmeli) sığınılarak meşrulaştırılır. Öyle ya, devlet örgütlenmelerinde “Saldırı Bakanlığı” olmaz, o bakanlığın adı, “Savunma Bakanlığı”dır. Diyelim ki, daha zayıf ve güçsüz devletler kendilerinden daha güçlü devletlere karşı bir savunma bakanlığına ihtiyaç duyar da, dünyanın süper gücü Amerika’daki Savunma Bakanlığı kime veya neye karşı kurulmuştur? Amerika ve uyduları olan devletlerin tarihlerine bakıldığında, savunmaktan ziyâde saldırı hâlinde olduklarından, devlet örgütlenmelerinde yer alan öldürme işi ve araçlarına nezaret eden bakanlığın adı savunma değil, saldırı ya da doğrudan savaş bakanlığı olsa yeridir.

Konunun uzmanlarını kızdırmak, hattâ güldürmek pahasına bu konuların çok uzağında yer alan sade bir yurdum insanı olarak bu basit muhakemeyi yaptım ve bu kışkırtıcı girişi tercih ettim ki konunun ciddiyeti yanında trajikomik yanı da ortaya çıksın.

Bir anket yapılsa (ama gerçek bir anket)… “Acaba insanlar daha çok kendi yaşamını korumak için mi, başka yaşamlara son vermek için mi silahlanır?” diye sorulsa…

Ben, öldürme içgüdüsünün galip geldiğini, savunmaktan ziyâde saldırı için silahlanıldığını düşünenlerdenim. Ama varsayalım ki savunma amaçlı olsun, silahlar gerçekten yaşamı savunabiliyor mu? Daha çok silahı olan daha uzun mu yaşıyor? Silah sanayiine akıtılan milyarlarca petro-dolar sahiden ne işe yarıyor?

Suudi Arabistan’ın aldığı savaş uçaklarının Amerika’da konuşlu olduğunu ve üstüne bir de bunlara hangar kirası ödendiğini okuyunca şaştım kaldım. Nasıl yani? Ben bir tabanca satın alacağım sözde kendimi savunmak için, ama tabancam Adapazarı’ndaki silah fabrikasında muhafaza altında tutulacak ve ihtiyaç duyduğumda, saldırıya uğradığımda bir telefon edeceğim, herhâlde onlar da yıldırım hızıyla kargo yapacaklar… Ba’de harabü’l-Basra…

Önleyici mi, tetikleyici mi?

Savaş Ganimetleri: Amerikan Silah Ticaretinin İnsani Bedeli” adlı kitap, John Tirman2ın kaleminden… Bu kitap beni çok sarsmıştı ve özetle şunu söylüyordu: “Silah sanayiinin çarklarının dönmesi için insanların kanlarının dökülmesi gerekir.”

Ben de okuru biraz sarsmak, silahlanmanın, daha fazla savaş makinesine sahip olmanın ne derece koruma sağlayacağı ya da sağlamayacağı üzerine düşünmesini sağlamak niyetindeyim. Malûm, şu sıralar Türkiye’nin S-400 ve F-35’lerle başı belâda… Daha doğrusu, ABD ile Rusya arasında sıkışıp kalmış hâlde. Kimden silah almalı, kime karşı, kendimizi nasıl korumalıyız?

Zaten oldukça dar olduğu söylenen bütçemizi iyice zora sokacak bu silah alımlarını yapmak zorunda mıyız? Evet, zorundayız! Çünkü füzesavar S-400’lerimiz olmazsa, Allah korusun, bir füze saldırısına maruz kalabiliriz. Tehdit bu kadar ciddî yani…

Peki, bizi kim, niçin yok etmek ister? Yok edip ne yapacak? Bunlar tehlikeli sorular elbette, fazla karıştırmamak gerekir ama son bir sorum var: Şimdiye kadar aldığımız silahların yüzde kaçını kullandık? Diyebilirsiniz ki, “O silahlarımız olduğu için silah kullanmaya gerek kalmadı ve caydırıcılık gücümüzle önledik nice savaşı”. Çok da emin değilim buna. Silahlar savaşı önler mi, tetikler mi?

“Bir filmin bir sahnesinde bir silah görürseniz, film bitmeden o silah patlar” denir. Ne ilginç tevafuktur, bu yazıyı bitirmek için bilgisayarı açmaya çalıştığım sırada oluşan boşlukta can sıkıntısından televizyonu açtım ekranda bir zamanların Amerikan Başkanı Nixon vardı ve Vietnam Savaşı ile boğuşuyordu. Savaş Amerika’yı altüst etmişti ve sokakta, üniversitede gösteriler oluyor, cephede ve gösterilerde insanlar ölüyordu. Savaş başlamıştı bir kere ve Amerikan halkı ile başkanının bitirmek istediği savaşı yine de kimse bitiremiyordu.

Silahlanırken iyi düşünmek gerekir. Silahlar yaşam değil, ölüm aracıdır. Silahların yaşamı koruduğu söylemi, silah sanayiinin bir propagandasıdır; en azından gerçek olup olmadığı tartışmalı ve bilimsel olarak ispatlanmış değildir. Ancak silahların insanları öldürdüğü yönündeki çıplak gerçeği ispata hacet yoktur. Çünkü insanlık tarihi, aynı zamanda silahların çıkardığı savaşlar ve ölümlerin tarihidir.

“Silahlara vedâ!” diyebileceğimiz bir dünya yok, biliyorum. Ama silahsız ve savaşsız bir dünya hayâlini kurmak mümkün! Başka bir dünya mümkün!