Sıla-i rahimden beş yıldızlı israf günlerine

Öğle vaktine kadar uyuyup şezlongların üzerinde -çok af edersiniz- sere serpe yatılan, israfın, görgüsüzlüğün zirve yaptığı “her şey dâhil” sofralarda tonlarca yemeğin israf edildiği, kavurucu sıcaklarda buz gibi su ya da soda ile ayran içmek dururken, elin Alman’ı, Rus’u ile aynı masalarda alkol komasına girilen günümüz beş yıldızlı otel formatının neye hizmet ettiğini siz değerli okuyucularımıza bırakıyorum. Kendini bilen bir insanın böyle ortamda ne işi var, söyler misiniz?

PEK çoğumuza şaşırtıcı gelebilir ancak günümüzdeki turizm ve tatil anlayışının temellerinin salgın hastalıklar nedeniyle Orta Çağ döneminde atıldığı söylenir. Mikropların yayılma hızının arttığı kavurucu yaz sıcaklarında, aristokrat olarak adlandırılan ayrıcalıklı kesimin, ölümcül veba salgınlarından kaçarcasına terk ettiği şehirlerden sıhhî anlamda daha güvenli gördükleri kırsal yerlere yaptıkları mevsimlik ziyaretler, bilinen ilk turizm faaliyetleri olarak adlandırılmaktadır.

Tabiî kendilerini “soylu sınıf” olarak adlandıran bu kesimin kırsal alanlardaki mevsimlik ziyaretlerinin bir diğer amacı da şehre uzak kalan arazilerini denetlemektir. Zaman geçtikçe aristokrat kesim kendilerine saraylar yaptırarak, mevsimine bağlı olarak geçici ikâmet değişiklikleri de yapmışlardır. Şehirli sınıfın temel dinamiğini oluşturan burjuva kesiminin zamanla güçlenmesi ile birlikte, yazlık-kışlık ev konsepti ortaya çıkmış, iki ev birden almaya maddî gücü yetmeyenler, geçici konaklama saikiyle çoğunlukla yaz aylarını o dönemlerde yeni yeni kurulan otel ya da pansiyonlarda geçirmeye başlamışlardır.

Girizgâhtan da anlaşılacağı üzere, tatil mefhumu Batı orijinlidir. İslâmiyet, insanın zamanını boş geçirmesine cevaz vermediği için, ne yüce kitabımız Kur’ân-ı Kerim’de, ne de Sevgili Peygamberimizin Sünnetinde Batılı tipte tatil anlayışına rastlayabiliriz. Neml Sûresi 86’ncı âyette şöyle demektedir: “Görmediler mi ki, sükûn bulup dinlensinler diye geceyi yarattık ve (çalışsınlar diye) gündüzü apaydınlık yaptık.”

Görüldüğü üzere Kur’ân-ı Kerim’de insanın gece vakti makul sürelerde dinlenmesinden bahsedilir. Rahmet Peygamberi de, “İki günü aynı olan ziyandadır” diyerek hem ahiret için, hem de zarurî dünyevî ihtiyaçlar için ibadetin ve çalışmanın önemini belirtmiştir. Yani sözün özü, hoşumuza gitse de, gitmese de dinimizde günümüzdeki tatil anlayışı yoktur.

Her ne kadar yüce dinimiz İslâmiyet tatilden bahsetmese de açık veya zımnî olarak haram da kılmamıştır. Bendeniz, İslâmî esasların göz ardı edilmeyerek kadim dinimizin rûhuna uygun bir şekilde istirahat etmenin mümkün olduğunu düşünenlerdenim. “Neden?” derseniz, Kur’ân’da seyahat ile ilgili pek çok âyet nüzûl edilmiştir.

Haber Ajanda ve Kültür Ajanda Ailesinin beğenilen yazarı, kıymetli büyüğüm Mehmet Şeker ile geçtiğimiz günlerde yaptığımız bir sohbet esnasında, kendisi sıkça seyahat ettiği için Kur’ân’da seyahat konulu âyetleri merak edip araştırdığından bahsetti. Sohbet, kendi açımdan çok faydalı oldu. Kur’ân’ın nâzil olduğu dönemde kervan yolculuklarının olmasından dolayı seyahat ile ilgili âyetlerin birçoğunun yolculuk sırasındaki ibadetlerde kolaylık ve yolculara yardım konularında olduğunu öğrenmiş oldum. Bizzat seyahati teşvik eden âyetlere odaklandığımızda, seyahat yapılmasına, ancak yeryüzündeki insanlara bahşedilmiş nimetlerden ve helâk olmuş kavimlerin kalıntılarından ders çıkarmamız gerektiğine vurgu yapılmış. Yani tatilden bahsedilmese dahi seyahatin teşvik edildiğini söyleyebiliriz.

Kur’ân’da seyahate dair âyetlerle bize ne söyleniyor?

İsterseniz, yüce kitabımız Kur’ân-ı Kerîm’de seyahat ile ilgili bazı âyetlere hep birlikte göz atalım…

Ankebut, 20: “De ki, ‘Yeryüzünü dolaşın ve Allah’ın (insanı) nasıl (harikulâde bir şekilde) yoktan var ettiğini görün! Allah, işte bu şekilde ikinci hayatınızı da var edecektir; çünkü Allah her şeye kâdirdir!”

Sebe, 18: “Biz, (o toplumun çöküşünden önce) kutsadığımız şehirler ile onlar arasına birbirlerinin görüş mesafesinde bulunan (birçok) kasaba yerleştirdik ve böylece (onlar için) seyahati kolaylaştırdık, (âdeta,) ‘Bu (topraklarda) hem geceleri, hem de gündüzleri güven içinde seyahat edin’ (dedik)”.

Mülk, 15: “O, yeryüzünü yaşanması kolay bir yer yapmıştır. Öyleyse onun her tarafını dolaşın ve Allah’ın verdiği rızıktan pay almaya çalışın. Ama (hiçbir an aklınızdan çıkarmayın ki) yine O’na döneceksiniz.”

Âl-i İmrân, 137: “Sizden önce (nice) hayat tarzları gelip geçti. Öyleyse yeryüzünde dolaşın ve hakikati yalanlayanların sonunun ne olduğunu görün.”

Neml, 69: “De ki, ‘Yeryüzünde dolaşın da (böyle diyerek) günaha gömülüp gitmiş olanların sonunu görün!’.”

En’âm, 11: “De ki, ‘Yeryüzünde dolaşın ve hakikati yalanlayanların sonlarının ne olduğunu görün!’.”

Rûm, 42: “De ki, ‘Yeryüzünü dolaşın ve (sizden) önce yaşamış olan(günahkâr)ların sonlarının ne olduğunu görün. Onların çoğu Allah’tan başka varlıklara veya güçlere ilâhî sıfatlar yakıştırmışlardı’.”

Hac, 48: “Ve zulüm ve haksızlıklara dalıp gitmiş nice toplumlara bir süre için fırsat vermiştim. Ama günü gelince onları kıskıvrak yakalayıverdim. Çünkü bütün yolculukların sonu Banadır!”


Kültürümüzden tatile bakış

Seyahat, elbette tatil ile eş anlamlı değil. Lâkin yakın akraba sayılırlar. Çünkü evde geçirilen tatil zamanlarını saymazsak, genellikle seyahat netîcesinde ortaya çıkan bir mefhumdur tatil. Ancak bu topraklar üzerinde Batılı tipte tatil anlayışı ilk başlarda pek kabul görmemiştir. Tatillerin yozlaşması, maalesef zamana yayılarak gerçekleşmiştir. 

Osmanlı’dan günümüze bu güzel medeniyetin çocukları, tatil ve istirahatlerini olabildiğince İslâmî ölçülerde geçirmeye gayret sarf ettiler. Tebaanın yaz mevsimlerinde yaylaya çıkması Osmanlı döneminde oldukça eski bir gelenek olsa da sarayın ve devlet büyüklerinin civar yalı ve köşklerden mütevellit mevsimlik ikâmetlerine geçmeleri, yayla kültüründen daha sonraki bir zamana isabet eder.

Anadolu insanı, bunaltıcı yaz sıcağında kendini yüksek rakımlı yaylaların serinliğine bırakırken, İstanbul halkı daha çok “sayfiye” diyebileceğimiz, şehrin yakınlarındaki alternatif yaşam alanlarına yönelmiştir. Tarih kitaplarında Osmanlı dönemindeki ilk yerli şirket olan Şirket-i Hayriye’nin 1851’de kurulması ile birlikte vapurların düzenli seferleri üzerine yeni yerler keşfeden İstanbullular, o dönem için bâkir kalan yerlerin çoğunlukta olduğu Boğaziçi sırtlarını ve adaları gözlerine kestirmişlerdir. Bu akım, Suriçi olarak tâbir edilen İstanbul’un genişleme hızını arttırmış ve şehrin demografik yapısını tamamı ile değiştirmiştir.

Osmanlı demişken sıla-i rahimden bahsetmemek olmaz. Sıla-i rahimin kelime anlamı her ne kadar dar çerçevede akraba ziyareti olsa da geniş anlamda hısım akrabaya ilgi ve alâkayı devam ettirmektir. Sıla-i rahimde kusur olmaz. Herkes birbirini olduğu gibi kabul eder, başının üzerine koyar. Eski zamanlarda, ihmâl edildiğinde hoş karşılanmayan akraba ziyaretlerinden geçtim, bayramlarda anne babanın dahi eli öpülmeye gidilmiyor artık. Günümüzde akraba ziyaretlerinin, akrabanın derdi ile dertlenmenin tamamen yok olduğunu söylesek, yanlış bir lâf etmiş oluruz. Ancak eskisi kadar kuvvetli olmadığı da aşikâr.

Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’nın yapmış olduğu bir saha çalışmasında, 18 bin 626 kişiye, bir haftadan uzun süreli tatillerini genellikle nasıl geçirdiklerinin sorulduğu araştırıldı. Sonuçlara göre, katılımcıların yüzde 36,1’i tatilini bulunduğu yerde dinlenerek geçirdiğini söylemiş. Katılımcıların yüzde 32,5’i tatil için zamanı olmadığını ifade ederken, yüzde 25,4’ü ise tatilini memleketine/köye giderek geçirdiğini belirtmiş.

Verilere göre tatillerde, katılımcıların yüzde 10,8’i otel, pansiyon ya da tatil köyüne, yüzde 4,7’si yazlığa; yüzde 2,7’si yaylaya; yüzde 1,1’i yurtdışına ve yüzde 0,9’u da bağ evine gidiyor.

Kırda yaşayanların yüzde 47,9’u “tatil yapmaya zaman bulamazken”, kentte yaşayanların sadece yüzde 26,5’i tatile zaman ayıramıyor. Ankara ve İstanbul’da yaşayanların yüzde 41’i tatilde memleketine/köye gitmeyi tercih ederken, İzmirliler ise yüzde 37,6 oranla bulunduğu yerde dinlenmeyi istiyor.

Bölgeler arasındaki farklılaşmaya bakıldığında, tatile zaman bulamayan katılımcıların oranının en yüksek olduğu bölgeler Kuzeydoğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgeleri. Tatilini bulunduğu yerde geçirenlerin oranının en yüksek olduğu bölgeler ise Batı Marmara ile Batı Karadeniz. Akdeniz Bölgesi ise yaylaya gitme tercihinde ilk sırada bulunuyor.

Bu araştırma bize şunu gösteriyor ki, “hayat gailesi” dediğimiz koşuşturmanın içerisinde tatile çıkmak büyük bir lüks. Şahsen tatil niyetiyle köylerine veya yaylalara gidenleri kendime daha yakın hissediyorum. Çünkü tatil dediğimiz şey, fizikî dinlemenin ötesinde zihinsel bir anlam taşıyor. İnsan, doğup büyüdüğü köye veya yaz mevsiminde çocukluğunu geçirdiği yaylaya gittiğinde, düşünceleri de berraklaşıyor. Her şeyin fâniliğini bir kez daha anlıyor. Oysa Batı tipi “her şey dâhil” konseptli tatillerde sadece fiziksel değil, zihinsel israf da yapılıyor.

Seyahate, yolculuğa kıymet vermekle birlikte, “tatil” kavramının bize ait olmadığını düşünüyorum. Bunu bizim medeniyetimiz bulmadı. Birtakım dinî hassasiyete özen gösteren muhafazakâr otellerde hiç israf olmuyor mu?

Öğle vaktine kadar uyuyup şezlongların üzerinde -çok af edersiniz- sere serpe yatılan, israfın, görgüsüzlüğün zirve yaptığı “her şey dâhil” sofralarda tonlarca yemeğin israf edildiği, kavurucu sıcaklarda buz gibi su ya da soda ile ayran içmek dururken, elin Alman’ı, Rus’u ile aynı masalarda alkol komasına girilen günümüz beş yıldızlı otel formatının neye hizmet ettiğini siz değerli okuyucularımıza bırakıyorum. Kendini bilen bir insanın böyle ortamda ne işi var, söyler misiniz?

İşin inanç kısmını bir tarafa bırakalım, hangi dine mensup olursanız olun, bugün Afrika’da insanlar açlıktan ölürken, Filistin’de hasta çocuklar ilâç bulamazken, memleketimin güzel insanları sofrada helâl ekmeğini bölüşürken, kendini bilen bir insanın o israf sofrasında ne işi var?

Köylerin, yaylaların güzelliğini vurgularken kastettiğim şeylerden biri de buydu aslında. Batılı tipteki tatil, insanı günaha sevk eden bir dayatma. Bu kadar günahın bir arada olduğu yeri zor bulursunuz. Hele bir de yurtdışı tatillerinde işin içine kumar da giriyor ki şeytan herhâlde bu mekânlarda zil takıp oynuyordur. Görüyorsunuz ya, “Tatil!” deyip geçmeyin, dikkat etmezseniz insanın şirâzesi kayıyor!

Peki, takvâ sahibi samîmi bir Müslümanın tatil yapmaya hakkı yok mu? Elbette var! İşin içinde samîmiyet ve takvâ olursa akan sular durur ne de olsa. “Müslümanlar tatil yapmaz kardeşim, İslâmiyet’te tatil diye bir şey yoktur!” deyip işin içinden çıkmak, ilk anda çözüm gibi görünebilir. Ancak bu, önemli bir gerçeği göz ardı ettiğimiz anlamına gelir. Kim ne derse desin, “tatil”, şehir hayatının kalabalığı, keşmekeşi ve stresi içinde kaçınılmaz olarak yorulan ruh ve bedenin dinlendirilmesi için iyi bir fırsattır. Bence burada tek yapılması gereken, tatilin gerekliliğini sorgulamak yerine, olması gereken tatilin sınırlarını çizmektir.

Tatil kavramı bize ne kadar ait?

Üzerinde bulunduğumuz iyilik ve ihsan medeniyetinin gelenek ve göreneklerine uygun sûrette yapılan meşrû bir tatile kim karşı çıkar ki? Hısım akrabayı mümkün olduğunca ziyaret etmek, hasbihâl etmek, kısa süreliğine de olsa yaylasına, köyüne, memleketine gitmek insanı mutlu etmez mi? Bayramlarda -hâlen hayattalarsa- büyüklerimizin elini öpmek, vefât etmişlerse kabir ziyaretinde bulunmak, bize görevimizi lâyıkıyla yapmış olma hissini vermez mi?

Ama neden ve nasıl oldu bilinmez, bayramlar artık tatil mevsimine dönüştü. Tamamı olmasa da insanımızın önemli bir kısmı, zahmet edip anne-babanın elini öpmeye gitmiyor. Biraz da teknolojinin nimetlerinden faydalanmak sûretiyle, telefonla arayarak ya da mesaj göndererek durumu idare etmeye çalışıyor.

Farkında mısınız bilmem, lâkin Batı’dan kültür alanında ithâl edilen ne varsa, toplum genelinde eğreti duruyor. Bizim ihsan medeniyetimizin kalıplarına sığmıyor. Nasıl sığsın ki? Bireyci, çıkarcı, kendisinden başkasını düşünmeyen hoyrat bir kalıp bu. Bizim bunun içine sığmamız mümkün değil. Peki, hangi kalıba sığar bizim tatilimiz?

İlk olarak sıla-i rahimin mutlak sûrette yapılması gerek. Her Cuma hutbesinde Nahl Sûresi’nin 90’ıncı âyetinin boş yere okunmadığı kanaatindeyim. O âyette, Allah’ın (cc) akraba ve yakınlara bakmayı emrettiğinden bahsedilir. Akraba ve yakınlarımızla bağlarımızı koparmayacağız. Dertleri ile dertleneceğiz. İçlerinden birisi hasta olduğunda ziyaretine koşarak gideceğiz. Sırtımızı dönüp kaçmayacağız.  

Tatilleri eğlenceli bir aktivite yerine dinlenme amaçlı bir aktivite olarak görmek ve mekân seçimini ve faaliyetleri buna göre tespit etmek harika bir seçim olur.

Eskiden kamplar vardı, bilmem, hatırlar mısınız? Mâliye kampı, basın mensupları kampı, polis kampı, işçi kampı gibi kamplar… O tip yerlerde hem meslekî dayanışma ve aidiyet duygusu pekişirdi, hem israf edilmezdi, hem de kampçılar edepli ve ölçülü tavırları ile kimsecikleri rahatsız etmezlerdi. Belki bu kamplar yeniden canlandırılabilir. Mahremiyet kuralları gözetilerek yenilenebilir. Ne dersiniz?

Sağlık amacıyla yapılan tatiller ne kadar güzel ve faydalıdır? Kaplıcalar binbir derde devâdır. “Termal turizmi” denilen ve bereketli topraklarımızın üzerinde bol miktarda bulunan bu yerleri yurtdışında yeterince tanıtabiliyor muyuz meselâ? Her şey dâhil konseptinde günlerini hebâ eden turistler, kaplıcalarımıza gelip şifâ bulsalar fenâ mı olur?

Yazının başında vurguladığım hususu bir kez daha yinelemekte fayda var. Seyahate, yolculuğa kıymet vermekle birlikte, “tatil” kavramının bize ait olmadığını düşünüyorum. Bunu bizim medeniyetimiz bulmadı. Diskoda çalan yabancı müziği bize ait şarkılara, türkülere çevirdiğimizde iş bitmiş mi oluyor? Birtakım dinî hassasiyetlere özen gösteren, mahremiyet kurallarına uyan beş yıldızlı muhafazakâr otellerde hiç israf olmuyor mu? İçini İslâmî motiflerle süsleyerek kısmen değiştirilen bir beş yıldızlı otel konsepti, Allah’ın (cc) rızâsına ulaşır mı? Yoksa ne yaparsa yapsın, yine de hâddi aşar mı? Bunu iyi ölçüp tartmak gerekir.

Düşündüm de, galiba işi sağlama alıp sıla-i rahimden şaşmamak gerek. Siz ne dersiniz?

 

Kaynakça

https://www.aa.com.tr/tr/yasam/turklerin-tatil-anlayisi-oldugun-yerde-dinlen/230959

Tatil Kültürü (köşe yazısı) - 12 Nisan 2009 tarihli Milli Gazete - Dr. Ebubekir Sifil

Modern Hayat, Değişen Zihniyet Algısı ve Tatil (makale) - Sema Betül Şenteürk, Özlenen Rehber Dergisi 88. Sayı

http://www.tuik.gov.tr/PreTablo.do?alt_id=1072

https://www.yoldakiizler.com/kultur-sanat/kuranda-seyahat-ayetleri/

http://www.tarihhaber.net/osmanlida-sayfiye-ve-tatil/