
KOVİD-19 pandemisi
öncesi kayıp evler vardı sadece uyumak için kullanılan. Yasaklardan mütevellit yaşadığımız
şehirleri kaybetmiş hissi ile geçirdik son iki seneyi. Salgının etkisiyle
memleket hasreti çekip özlemlerin daha fazla dile getirildiğine şahit olduk.
2021’in Haziran ayına dair bir arkadaşımın anlattığı hatıra zihnimde etkisini
koruyor hâlâ. Fakat dinlediğim bu hatırayı fıkra tadında da
değerlendirebilirsiniz, trajikomik bir atmosferin yansıması olarak da. (Üzerinden
bir yıl geçmiş olmasına rağmen aklıma geldikçe hem üzülür, hem gülerim.)
***
Zeynep,
uzun yılların ardından pandemi vesilesiyle, sıla hasreti çeken annesi, eşi ve
çocuklarıyla birlikte burnunda tüten memleketi Erzurum’a gitmeye karar verdi.
Kurban Bayramı ile aynı tarihe denk gelmesi de çifte bayram gibi olacaktı.
“Sıla bayramı ve Kurban Bayramı, talihin katmerlisi oldu” diyordu anneciği.
Zeynep içinse çocukluğunun geçtiği yere gidiş, yeşilin her tonuna doğru
yolculuğa çıkıştı. Kır çiçeklerinin renkleriyle dantel gibi işlenmiş yaylalar,
kuş sesleriyle mest olan fundalıklar, meltem rüzgârıyla raks eden yoncalıklar...
Düşündükçe o huzur ve sükûtu hissediyordu Zeynep. Nasıl hissetmesin ki?
Çocukken arkadaşlarıyla saklambaç, körebe, köşe kapmaca oynadığı, çocukluğunun
geçtiği sokakları yâd edecekti.
Onun
için bayram, bir nevi çocukluğunun izlerinin kaldığı kaldırım taşlarına, küçük
adımlarıyla koşturduğu sokakların kenarındaki papatyalara, evlerin sarmaşıkla
bezenmiş duvarlarına dokunabilmekti yeniden. İçi içine sığmıyordu.
İçinde
giderek büyüyen bayram ve sılaya kavuşma heyecanını yaşamaktayken yolculuk günü
geldi. Geldi ama işler o gün ters gitmeye ant içmişti adeta. Sabahın seher
vaktinde bütün ailenin havalimanına doğru yolculuğu başladı. Aile üyeleri
içlerinde memlekete varmak umuduyla adımını attıkları esnada bilet kontrol
gişesine geldiklerinde ilk şoku yaşadılar. Uçağa, görevlinin söyleyişiyle 3
dakika geç kalmışlardı. Oysa kontrol görevlisinin önünde 20 dakikadan fazla
beklemelerine, hatta görevlinin durumunun müsait olmasına rağmen işlemi
yavaştan almasından ötürü ne deseler de meramlarını kimseye anlatamadılar.
Sonuçta
3 dakikadan ötürü uçak kaçırmış olmanın üzüntüsüyle ertesi güne kaydırılan
biletler ile evlerine geri döndüler. Bavul bile şaşırmış, gitmek istemiyordu.
Oynar tekerlekleri bir ileri bir geri, bir sağa bir sola gidiyordu. Teselli babında
Zeynep ve ailesindekiler birbirlerine, “Ne yapalım, sağlık olsun! Belki böylesi
daha hayırlıdır. Hem geç olsun, güç olmasın” telkinleriyle üzüntülerini
hafifletmeye çalışıyordu. Fakat nereden bileceklerdi ki ertesi günkü aksilikler
belki de bugünü aratacaktı…
Yorgun
argın, sıkıntılı bir hâlde o günü de gece ettiler ve hane halkı yataklarına
çekildi bir parça dinlenmek ve yarına bir nebze enerji depolayabilmek için. Yarı
uykulu, yarı uyanık ettikleri sabahın ilk vaktinde, kahvaltı dahi yapmadan
tekrar yola koyuldular. Birbirlerine, “Bak, gece uyuduk, şimdi güneş doğdu; dün
talihimiz karaydı, bugün apak olacak” dediler. Ama işi sıkı tutmanın, tedbirli
davranmanın da bilincindeydiler. Bu teselli gayreti ve bu tedbir hassasiyetiyle
vardılar havalimanına ve erkenden girdiler bilet ve bagaj sırasına.
Sıra
Zeyneplere gelince, bu defa, “Uçak dolu ve size tercihli olarak rezerve edilen
koltuklar acente tarafından başkasına satılmış. Siz de uçağın kalkmasına kadar
beklemelisiniz ki gelmeyen yolcu olursa, ancak o zaman onların yerine sizi
alabilelim” denmesin mi yüzlerine? Bütün ailenin başından aşağı kaynar sular
dökülmüş gibi herkes bir koltuğa yığılıverir. Kâh bu kapıya, kâh bu birime hâl anlatmanın
hiçbir faydası olmaz. El mecbur, saatlerce beklediler uçağın kalkmasına yakın
vakti ki gelmeyen olursa yerlerine Zeynep ve ailesinin biletleri onaylanmış
olsun. Ara ara gidip “Uçakta boş yer açıldı mı?” diye sordukları görevli
memurun, “Güvenlik kontrol turnikesine koşun, bagajlarınızı da yanınızda
taşıyın ve yetişin, uçak kalkmak üzere” sözleriyle sevinçle koştururlar kontrol
noktasına. O vakit de kalabalık ve uzun süren bagaj kontrol prosedüründen ötürü
bu uçak da kalkmış olur ve maalesef yine yetişemezler. Adeta bir kudümsüz talih,
her umut ettiklerinde bir çelme takıyordur işlerinin oluverip de
neticelenmesine.
Son
uçağın da kaçmasıyla birlikte iki günün ruhlarında ve bedenlerinde biriktirdiği
yorgunluğu dağ gibi çöker bütün ailenin omuzlarına. Bir yanda bagajlar, bir
yanda da kendileri yığılıverirler oldukları yere. Ne bir ağzı bıçak açar, ne de
kimsenin bir yerden bir umudu kalmıştır. Bayram ve sılaya varmanın sevinci,
yerini derin bir umutsuzluk ve bitkinliğe bırakmıştır.
Susar,
eve kesin dönüş için kalkarlar yerlerinden. Ancak aile büyüğünün devreye
girmesi ve havayolu şirketi yetkililerini durumdan haberdar etmesiyle işler
tersine dönüvermiştir yeniden. Bir görevlinin gelip yaşatılan bu mağduriyetten
ötürü üzüntülerini beyan eden ve diğer uçaktaki yerlerinin hazırlanacağını
bildirmesinden sonra herkeste bir sevinç, bir umut doğmuştur. Bir nebze
dinlendikten sonra bu defa kesin bir şekilde uçağa adım atarlar. Ve evet, şimdi
sılaya varışın, bayramı bayram edişin ilk adımıdır bu adım, hissetmektedirler.
Memlekete
direkt giden uçak kaçtığı için komşu şehir Bingöl uçağına rezerve edilmiştir
yolculuk. Olsun, hem şunun şurasında 2 gün uzamış yolculuk, birkaç saat daha
uzasa çok mu?
İnilmiş
uçaktan, gün yarılanmıştı ki İstanbul’un keşmekeşinden bir anda Anadolu’nun
duru topraklarından bir parça olan Bingöl’e adımını atmıştı makûs yolculuğun
kahramanı kafile. Pırıl pırıl, dupduru bir güneş, uykusuz gözlerini alıyordu
hepsinin. Ama bu meşum çile burada da bitmemişti. Şimdi de son bir telaş ve
çaba ile Erzurum’a yetişmelilerdi ki oradan köye kalkan son otobüsü de
kaçırmasınlar.
Koşar
adım çıkıldı havalimanından ve yine yola revan oldu mezkûr ailemiz. Az gittiler,
uz gittiler. Derken hesaplar yapıldı, saatler kontrol edildi, “Evet,
yetişebiliyoruz” cümlesinde ittifak kılındı topluca. Fakat her ihtimâle karşı
yine son bir girişim ile otobüs firması telefonla aranıp bilgilendirildi ki
belli mi olur, 5-10 dakika bir tehir söz konusu olabilirdi. “Siz bize bir o
kadar opsiyon tanıyın” diye ricada bulundu aile. Fakat buna hacet kalmadan
yetiştiler bu defa son otobüse.
Bu
zahmetlerden zahmetlere duçar eden yolculuğun nihaî etabının da tamamlanması
için binildi otobüse. Epeyce yol alınınca aile bireylerinin üstüne günlerce süren
zahmetli yolculuğun yorgunluğu çökmeye başladı. Önce kelimeler ağırlaştı
dillerde, sonra otobüsün penceresinden seyredilen Erzurum, yüce dağlarına bakan
gözlerde belirdi. Yorgunluğun tesiri ile sustular, seyre daldılar; ardında
bırakmaya hazırlandıkları yolculuk macerasının hengâmesine daldı zihinleri. “Çok
şükür!” diye kıpırdadı dudaklar. “Evet, bu bayram da memleketimizde olacağız”
diye şükretti kalpleri.
Velhâsılıkelâm,
yol bitti, yolculuk nihayete erdi. Yoğun, yorucu ve tüketen bir günün ardından
hava kararmaya döndü. Zeynepler vardılar memleketlerine…
***
Yıllardır
kilitli kalmış, çocukluğunun içine sığdığı demir kapıya anahtarı sürdü elleri
annenin. Açıldı kapı besmeleyle. Çocukluğundaki bayramları, oyun oynadığı
sokakları düşünüp memleketinin havasını içine çekerek geceleyin vardılar
yataklarına derin bir dinlenme için. Biliyorlardı ki, ertesi gün küçüklüğünde
bütün aile birlikte geçirdikleri o bayramların sabahına açılacaktı gözleri.
Zeynep, bayram çocuğu neşesi ile gülümserken, sıla duvarına tırmanan sarmaşıklara benzetti kendini…