CUMHURİYET
dönemi şiirimizin kilometre taşlarından biri sayılan ve içinde yer aldığı “İslamî
Edebiyat” akımının en önde gelen şairlerinden olan Cahit Zarifoğlu, yalnızca
şiirle yetinmemiş, edebiyatın birçok alanında güzel eserler vermiştir. Şair
kimliği kadar denemeci, denemeci kimliği kadar hikâyeci, hikâyeci kimliği kadar
romancı kimliği de önemli olan Zarifoğlu’nun vefatından uzun bir süre sonra bir
araya toplanan gazete ve dergilerdeki yazıları, onun sanat ve edebiyat
alanındaki bilgi ve birikimini göstermesi anlamında önemlidir.
Ölümü üzerinden 24 yıl
geçmesine rağmen, gerek şiirleri, gerekse nesirleri olsun, üzerinde ciddiyetle
durulan Zarifoğlu’nun yıllar sonra yayınlanan “Zengin Hayaller Peşinde” adlı kitabında dahi onun bu zengin hayal
dünyasının izlerini görmek mümkündür. Daha çok şair vasfıyla öne çıkan
Zarifoğlu’nun, aslında şiirleri kadar nesirleri de önemlidir. Gerek çocuklar
için yazdığı hikâyeler, gerekse 80’li yıllarda kaleme aldığı romanı, bu anlamda
üzerinde durulmaya değerdir. Zira ideolojik yaklaşımların sanatı kuşattığı,
romanın tebliğe, şiirin slogana indirgendiği 80’li yıllarda dahi Zarifoğlu’nun
sanat ve estetik kaygısıyla yazılar kaleme aldığı görülür. Hatta “Bu bağlamda
kendine bir kulvar oluşturmuştur” diyebiliriz.
Zarifoğlu’nun sanatçı olarak
büyüklüğü de sanırım bu kendine has tavırlarında ve ortaya koyduğu edebiyat
ürünlerinde saklıdır. Yalnız yaşadığı dönemde değil, ölümünden sonra dahi
herkesin yakından takip ettiği bir şair ve yazardır o. Genç yaşta ölümü onu
unutturmamış, bilakis kişiliğine ve eserlerine olan ilgiyi daha da arttırmıştır.
Hatta diyebiliriz ki, genç yaşta ölümü, onun şiirleri ve nesirleri üzerine daha
da yoğunlaşmayı mecburî kılmıştır.
Zarifoğlu’nun şiirleri hep “kapalılıkla” tanımlanıp zor şiirler yazdığı söylenmiştir. Aslında Zarifoğlu’nun şiirlerinin kapalılığı, onun çözülemez oluşundan değil, Zarifoğlu’nun kültürel dünyasına girememekten kaynaklanmaktadır. Onun hayal dünyasını oluşturan yaşam serüveni ve kültür dünyası, hiç kuşkusuz şiirinin ipuçlarını yakalamamızda önemli bir araçtır. Şair Cemal Süreyya’nın, “Şairin hayatı şiire dâhildir” dediği gibi, Zarifoğlu’nun hayatı da her şairinki gibi şiirine dâhildir. Onun hayatını şiirinden, şiirini de hayatından ayıramayız.
Zarifoğlu’nu yaşamak
Onun sanatının derinliği, hiç
kuşkusuz şiir yazmasında değil, şiiri yaşamasında saklıdır. Zira şiirleri, ilk okuduğunda insana
anlaşılamaz gibi gelir ama onun şiir damarını yakaladığınızda şiirinin bütün
kapıları açılır. Zarifoğlu’nun şiirinin
anlamanın bir diğer yönü de onun “Yaşamak”
adlı kitabını okumaktan geçer. Zarifoğlu’nun şiirinin anlaşılmadığını yazan
Yusuf Kaplan, bir yazısında onun için “varlığın, vicdanın ve vecdin” şiiri
diye tanımlar ve ardından da “Zarifoğlu
şiiri, Türk şiirinin doruklarından biridir. Ama şiir medeniyetinin çocukları
olmamıza rağmen, bu zirve şiiri henüz anlayabilmiş değiliz. Gerçekten
trajikomik bir durum bu. Cahit Ağabey, şiiri ile hayatı arasında birbirini
besleyen derûnî bir köprü kurabilmiş ender sanatçılardan biridir. Hayatında
bütün inceliğiyle fışkırıveren derûnî vecd, şiirinin de omurgasını, çatısını ve
ruhunu oluşturmuştur”[i]
diye yazmaktadır.
Zarifoğlu’nun üzerine
söylenenler, yaratılıştan şair olduğu ama okumadığı ve daha çok şiiri yaşayarak
yazdığı yönündedir. Hatta bir konuşmasında Rasim Özdenören, “Biz felsefe okurken Cahit pek ilgilenmezdi”
diyerek bu noktanın altını çizmiştir.
Aslında Zarifoğlu’nun
nesirlerine baktığımızda onun hiç okumadığını söyleyemeyiz. Zira o, okunması
gerekeni okuyan biridir. Çünkü denemelerinde gönderme yaptığı bir isim vardır
ve bunların sanatı ve fikirleri üzerinde ileri sürdüğü görüşler oldukça
önemlidir. Zira üzerinde durduğu şahsiyet ve fikirler hakkında ciddi tespitler
yaptığını kaleme aldığı denemelerinde görebilirisiniz bunu.
“Yaşamak” kitabı ise zaten başlı başına bir sanat eseridir. Okumayan bir insanın bunları yazması bence mümkün değildir. Onun -az okumuş olabilir ama- yaşam olarak çok zengin bir hayatı vardır ve her şair gibi iç dünyası çok az şaire nasip olacak derecede zengindir. Yine onun yaşantısında biraz bohemlik ve maceracılık vardır. İşsiz kaldığı bir dönemde otostop yaparak Avrupa’yı dolaşmasını başka nasıl açıklayabiliriz?
Tasavvuf ile Zarifoğlu
Cahit Zarifoğlu, böyle
olmasına rağmen birçok yerde de mistik veya dervişane biri olarak karşımıza
çıkıyor. Gerçekten de Zarifoğlu mistik biri miydi? Yusuf Kaplan’ın tespitlerine
bakarsak, onda deruni bir boyut, metafizik bir ürperti ve İslam tasavvufundan
izler görmek mümkündür. Buna rağmen onun şiirlerinde kendini kolay ele vermeyen
bir erotizmin saklı olduğunu söyleyebiliriz. Ve bu erotik şiirlerinin onun ruh
serseriliğinden -şairlerin birçoğunda bu
mevcuttur- kaynaklandığını unutmamak gerekir. Zarifoğlu’nun şiirinin
anahtarlarından biri de sanırım burada gizlidir.
Zarifoğlu’nun “Zengin Hayaller Peşinde” denemelerini
okuduğumda, onun tasavvuf ehli olduğunu gösteren birçok işaretle karşılaştığımı
söyleyebilirim. Onun bu özelliği, Yusuf Kaplan’ın da işaret ettiği gibi hem
şiirlerinde, hem de nesirlerinde bariz şekilde görülmektedir. Zira aynı zamanda
belli bir tarikata mensup olduğunu, birinci dereceden kaynak tasavvuf kitapları
okuduğunu ve bunlar üzerinde tahliller yaptığını unutmamak gerekir. Özellikle “Zengin Hayaller Peşinde”ki denemelerinin
birçoğu tasavvufla ilgili kitap ve metinler üzerinedir.
“Şeyh-i Ekber İbn Arabî, Fütuhat’ta muhteşem bir
müşahedede bulunur ve ‘İyilik varlıkta, kötülük yokluktadır’ der. Varlık vücuda
gelmedikçe vicdan tesis edilemez. Vicdan tesis edilemezse vecd'e ulaşılamaz.
Batı'da da, Doğu'da da varlık vücûda gelemediği için vicdan tesis edilemiyor,
vecd'e ulaşılamıyor. Batılılar haplarla, hazlarla bu hayattan kaçarak vecdin
karikatürünü üretirlerken, Doğulular dünyadan el etek çekerek vecdi bencil bir
tecrübeye dönüştürüyorlar. Dolayısıyla Batı'da da, Doğu'da da vücut mevcut
olamıyor: Batı'da varlığın, dolayısıyla hakikatin üstü örtülüyor, dış
gerçeklik, görünen, yani kabuk hakikat olarak algılanıyor; Doğu'da ise mevcut
da, vücut da yok oluyor, sırra kadem basıyor.”[ii]
Zarifoğlu’nun “Zengin Hayeller
Peşinde”ki denemelerinde eleştiri ve tanıtım yaptığı kitapları öyle
derinlemesine tahlil ettiği söylenemez ama bir şair olarak, şiir ve sanat
üzerine yazdıkları oldukça derinlikli ve doyurucudur. Bu da gösteriyor ki,
Zarifoğlu’nun şiire olan hâkimiyeti oldukça güçlü ve derinliklidir. Örneğin
şiir üzerine düşüncelerinde, “Şairler,
modern insanın sıkıntılarını belki psikolojik açıklamalarla ortaya koymuyorlar”[iii], “Kişi
şiirde, şairin eşyalarını görmek istemiyor. Böyle şiirlerde şair, üstelik
şiirin içinden el kol işaretleri yapan biri durumundadır”[iv] ve “Şair,
ilham anlarında heyecana kapılmamalıdır. Teslimiyet içinde olmalıdır. Şiir
konuşmaya başlayınca onu sadakatle not almalıdır”[v]
notları yer alır.
Zarifoğlu’nun şiirlerini
anlamak, biraz Yaşamak’tan geçiyorsa,
biraz da Zengin Hayaller Peşinde adlı
kitabında yazdığı sanat görüşlerini
anlamaktan geçiyor.
Zarifoğlu’nca sanatçı
Onun bir de sanatçılara
yaklaşımı var. Örneğin Necip Fazıl’ın ölümü üzerine yazdığı yazıda orijinal bir
tespitte bulunuyor: “Necip Fazıl, Batılılardan
Wagner’e benziyor. O da çelik gibi sinirleri olan bir dehadır.”[vi]
Geothe, Rilke, Yunus Emre,
Sezai Karakoç, Rasim Özdenören gibi şair ve yazarların eserlerine farklı
yaklaşımlar sunan Zarifoğlu, Türk romanında klasik diyebileceğimiz “Devlet Ana”
romanı için de ilginç şeyler söylüyor: “Yazar,
topladıklarını eserine yedirememiştir. Atmaya kıyamamıştır. Yani soğukkanlı ve
sabırlı olamamıştır. O zaman bakıyorsunuz, romanın küçük adamları bile
tarihçiler gibi uzun uzun ders anlatmaktadır”[vii]
Zarifoğlu’nun yazıları da en
az şiiri kadar önem arz ediyor. Neden mi? Aynı zamanda okuyucuya İslamî düşünüşün
ipuçlarını veriyor, onu bilinçlendiriyor. Nobel Edebiyat ödülü, Filistin davası,
gazetecilik ve evlilik gibi konuların üzerinde yoğunlaşıyor.
Zarifoğlu, Rasim Özdenören’in
söylediği gibi, belki felsefe okumamış ama felsefî derinliği karşılayacak,
hatta onu aşacak derecede tasavvuf okumuştur. Şiirinin kapalılığı, onun
tasavvufu içselleştirmesinden, Yusuf Kaplan’ın deyişiyle vecd haline dönüştürmesinden
kaynaklanmaktadır. Çünkü vecd hali, insanın aşkın halidir. Zarifoğlu şiirini
aşkın bir hali ile yazarken, nesirlerini tasavvufî derinlikle kaleme almış bir
şairdir. Onu çözmenin yolu, eserinden yaşamına, yaşamından eserine gitmektir.
Zira o, kendini tasavvufta bulduğundan dolayı felsefeye ihtiyaç duymamış,
inancı aşkınlığa dönüştürmüş ve şiiri yaşamış bir şairdir.