“Şiir”: Sihirli kelime

“Şiir nasıl yazılır?” diye sorular sorulsa da, nasıl yazıldığı konusunda net olarak “Budur” diye herhangi bir cevap vermek zordur. Şiir, kelimelerle veya cümlelerle ifade edilecek tanımlı bilgi veya herkes tarafından kullanılan bir beceri değildir. “Haydi öğreneyim” diye yola çıkılsa da istidat ve yetenek yoksa öğrenilemez.

“ŞİİR”... Efsunlu dil... Sihirli kelimelerin barınağı... Şair; her dem duyarlı, duygu yüklü, yüreği sızlarken rûhu harmanlanan, sihirli kelimelerin işçisidir. Şiir ve şair, farklı form ve şekillerde olmanın yanı sıra bu etkiyle hayatın bir parçası olarak tarihin gündeminde olmuştur.

Başlangıç ve bitiş yeri belirlenemeyen şiir için her şairin bakışı ve yorumu farklıdır. Şair farklı bakar, içinde bulunduğu ortamı ve olayları sıra dışı bir gözle görür, duygu, düşünce ve estetikle bütünleştirerek yetiştiği toplumun kelimeleri ile -ama özgün bir dille- söze dökerek tarihe şerh düşer. Şairin duygu ve düşüncelerini yorumlaması nasıl olur? Bu durum çok sorgulansa da nasıl olduğu bilinmez.

Şiir; farklı formlardaki duyguları tetikleyen, dinginleştiren, bazen de coşturan ilâhî nefestir. Rûhumuza sükûn veren ifadeler, sahile vuran dalga sesleri misâli gönül kıyımızda yankı bulur. Rûhu ateşleyen ritimlerin, ezgilerin, türkü, şarkı ve benzeri her tür müziğin de özü şiirdir. Şiir ilhamla gelir, yürekte ritmini bulur, ifadesini zihinde tamamlar, kelimelerle yazılır. Karşılığını zihinlerde, ruhta ve duygularda bulur.

Şiir her yerde

Şiir, beklenmedik bir anda Olimpos’tan ders veren çok tanrılı bir efsanenin tiradı, Nil’de karşılığını bulamayan hüzünlü bir aşkın sesidir. Bazen Züleyha’nın yerine ulaşamayan çığlığı, Amazon'da saklı bir hüzündür. Mezopotamya’da yakılan ateş, Sahra’da yanan bir yürek, vahada ıslanan dudak, denizde enginliğini yakalamış düşüncedir. Nehrin akışında yol alan yaprak, denizden karaya esintiyle sükûnunu arayan kalp, çağlayanda kaybolmak istemeyen yapraktır. Her esin/ti/de denge kurmaya çalışan fidan, yürek kazanında kaynayan katran, şelâlede arınan beden, yelden medet uman polendir. Lâmbanın alevinde titreyen yürek, selde akan çığlık, zelzelede kaybolan sestir. Bilinçaltında saklanan kıvılcım, zihni kemiren düşüncelerin norm bulmasıdır. Sorgulu sorgusuz, dilden dökülen, kafiyeli kafiyesiz, ölçülü ölçüsüz veya tanımlı tanımsız ama bir şekilde gönüllerimizde karşılık bulan sözdür. Bu yüzdendir ki şiir, öyle veya böyle, bir şekilde herkese hitap eder.

Çünkü şiir, aşktır. Şiir, aşkın bin bir hâlidir. Şiir, aşkın kendisidir. Bu yüzdendir ki en güzel şiirler, aşk şiirleridir. Aşk olmadan şiir yazılmaz, aşk yoksa şiir de olmaz.

Şiir; duyguyla harmanlanma, yoğrulma, hemhâl olmadır. Duyguların düşünceyle harmanlanması, yürekteki titreşimin aşkla demlenmesi rûhun derinlerinde karşılığını bulan bilinçaltında imgelerle bütünleşerek çoğu zaman nasıl ve niçini sorgulanamayan esinlerin kelimelerle satırlara dönüşmesidir.

“Şiir nasıl yazılır?” diye sorular sorulsa da, nasıl yazıldığı konusunda net olarak “Budur” diye herhangi bir cevap vermek zordur. Şiir, kelimelerle veya cümlelerle ifade edilecek tanımlı bilgi veya herkes tarafından kullanılan bir beceri değildir. “Haydi öğreneyim” diye yola çıkılsa da istidat ve yetenek yoksa öğrenilemez.

Usta şair Cahit Sıtkı Tarancı, şiir yazmakla ilgili olarak aşağıdaki tespitleri yapmış:

“Şiir yalnız duymakla, parlak imgeler bulmakla değil, dil ve sözcükler konusundaki bu bilgilerle, bu sevgilerle, bu dikkatlerle yazılabilir. Şairden beklediğimiz, işte bu davranıştır. Bundan sonrası yani yapıtının çapını belirleyecek şey, şiir yaratma gücüdür. Şair ister sevgilinin servi boyundan, ister bir savaştan, ister mahallesinin yoksulluğundan, ister haksızlıktan söz etsin, kendi bileceği iştir, yeter ki her şeyden önce şiir yazdığını bir saniye hatırından çıkarmasın.”

Şiirin en az şair sayısı kadar tanımı vardır. Bir o kadar da tanım bekliyordur. Söz imgelerle, ahenkle, uyumlu dizelerle çoğalır. Belli bir form aldıktan sonra şiir olarak tanımlanır. Bu çoğalma duyguyla harmanlandığı için şiirin doğuşu, söylenişi, yankısı ve yayılması engellenemez. Tıpkı suların dağlardan, eşmelerden süzülerek toplanması, derelerden, çağlayanlardan, pınarlardan akarak nehirleri oluşturması gibidir şairin şiire hazırlığı. Şiir, nehirlerin denizlere doğru önünde ne varsa alıp götürmesi, bin bir kıvrımla akması gibidir. Suların nehirden denize akması gibi, şairin gönlünden akan kelimeler de mısralarla şiir denizini oluşturur. Çağlayan nehirler gibi coşkun, delicesine akan kelimeler, denize kavuştuğunda tıpkı nehirlerin denizle kavuştuğu yer (alüvyon) misâli, önce kelimelerin anlamı bulanık gelir, ancak denizle hemhâl olunca, okyanus derinliğince anlamları ortaya çıkar.

Şair subjektiftir

Şiir; dayatmaya, zulme, baskıya, faşizme karşı çağlara taşan yürek duruşudur. Şair her zaman objektif olamaz. Mısralar şairin gönül süzgecinden yoğun duygulanımlarla geçtiği için, şair de ister istemez subjektiftir. Şiir yaşananlara ayna tutar ve döneminin görüntülerini çağlara yansıtır. Duygu yükünü her sâlise yüreğinde ve omzunda taşıdığı ve söze dökerek yansıttığı için bunun objektif olması da beklenemez. 

Şair her türlü istismara, üzüntüye, sömürüye, zulme, baskıya, darbeye, dayatmaya ve ihanete direnir. Resmî veya gayr-ı resmî ideolojisini dikte eden, zorla kabullendirmeye çalışan Jakobenizme karşıdır ve her zaman insanın ve insanî olanın yanındadır. Şair her şeye dayanır ve karşı koyar da aşksızlığa, sevgisizliğe dayanamaz.

Bazı şairler farklı nedenlerle dönem dönem resmî ideolojinin yanında dursalar da şiir, ihanet, sevgisizlik ve yapaylığın karşısında, insan onuru ve insanî değerlerin yanındadır.

Onlarca şiir çeşidi, türü, yazım ve ifade biçimleri vardır. Ama yine de şiir, fizik kuralları ile boyutlandırılarak tanımlanamaz. Tanımlı bir düşünce de değildir. Şiir evrenseldir. Yeryüzündeki bütün düşünce ve yaşantıları kucaklayarak yansıttığı için evrenseldir. “Şairin kullandığı dil de evrenseldir” diyebiliriz. Bu evrensellik, herkesin aynı şeyi anlayacağı anlamına da gelmemelidir.

Şiir özgürlüğe uzanır; ufku sonsuzdur, sınırsızdır. Şiir sanatı uçsuz bucaksızdır. Engin zenginlikleri ve güzellikleri barındırır. Bu zenginlik ve enginlik, her şairin şiir anlayışına (poetikasına) göre farklılıklar gösterir. Şiirler, şairlerin hazırladığı çiçek bahçeleridir. Şair mısralarla hazırladığı bahçeye bin bir renkli ve türlü sayısız çiçek eker. Bu çiçeklerin her biri ayrı duygu ve zevklere hitap eder. Okur, okuduğu şiirde şairin yazma ânında yaşadığı duygudan ziyâde, kendisinde uyandırdığı duyguları hisseder. Şiir bu yönüyle de özneldir.