Şıh Osman Meğreli: Namı diğer “Şekerci Baba”

Osman abinin en sık kullandığı kelime, “Tamam mı?”. Üç cümlesinden birisi “Tamam mı?” ile biter onun. Benim tespitime göre, onun dünyasında bir anlamı var bu “Tamam mı?” ifadesinin. Zira Osman abi, çevresindeki insanların eksiğini tamamlamaya gelmiş birisi. Kimin ne eksiği varsa o tamamlıyor zira. Şahidiz. Onu tanıyan herkes şahit buna.

HEP veren adam. Hep dağıtan adam. Vermeyi, dağıtmayı meslek edinen adam. Dağıtmayı hayat, dağıtmayı sanat, dağıtmayı ilke edinen adam. Düşenleri kaldıran… Hem de bir ömür!

“Şekerci Osman Baba”… Böyle diyor onu uzaktan tanıyanlar. Zira yirmi seneyi aşkın, otobüste durakta, yolda izde, düğünde bayramda, kim ona selâm verse veya o kime “Selamünaleyküm” dese, hemen meşhur şekerini uzatıyor. Hayatı, çevresini, dünyayı şeker lezzetine çeviren adam.

Yakından tanıyanların Şıh Osman’ı o. “Şıh Osman” aşağı, “Şıh Osman” yukarı… Elini öpen öpene... Sıraya giriyor dostları, kardeşleri. Kıskanmıyor o da elini, her öpene bir de şeker veriyor elbette. Şekersiz el öptürmek yok onun kitabında. Özetlersek, “Şekerci Şıh Osman Baba”... O ise iki sıfatından da hoşlanmıyor. “İkisini de söyleyen var da, ben dervişim daha, tamam mı?” diyor.

Adı “Osman”, soyadı “Meğreli”… Adapazarı Ozanlarlı… Yirmi beş sene Ziraî Donatım Kurumu’nda çalıştıktan sonra emekli oldu. Sekiz sene de Büyükşehir Belediyesinde cenaze taşımışlığı var özel aracıyla. Çocukluğu Ozanlar’da geçmiş. Evlendikten Deprem’e kadar da Şeker Mahallesinde… 1999 Depremi’nde evi yıkılınca, yirmi yılı aşkın süredir Devlet’in verdiği evinde, Adapazarı Karaman’da oturuyor eşi Hatice yengemiz ile birlikte. 

İlginç bir aile hikâyesi var Osman abinin. Soyadından başlayalım: Meğreli… “Meğreli ne demek Osman abi?” diye soruyorum. Cevap veriyor: “Biz Muğla Fethiyeliyiz. Fethiye’nin eski ismi Meğre. Osmanlı’nın ilk helikopter şehidinin adı Fethi Bey’miş. Ona hürmeten 1915’te Sultan Reşad, Meğre’nin adını Fethiye yapmış…” 

Elinden pek eksik etmediği sigarasından derin bir nefes alıyor Osman abi, anlatmaya devam ediyor gözleri ta uzaklara bakarak: “Rodos adasında da akrabalarımız varmış. Çocukları olmamış. Dedemler üç erkek kardeşmiş. Dedemin babasından, üç oğlundan birini istemiş Rodoslu akrabası. O da dedemi vermiş. Dedem olmuş o tarihten sonra Rodoslu. Evlenmiş dedem. Babam Rodos’ta doğmuş büyümüş. 1939’da dedem ve babam İstanbul’a yerleşmiş. Bir sene sonra da Adapazarı’na. Soyadı olarak da aslen Fethiyeli olduklarından Meğreli’yi almışlar. Babamın adı Hasan. Berber Hasan… On numara adamdı benim babam. Ne on numarası, yüz numaralı adam! Ben onun yanında adam sayılmam!”

Bu sırada seksen yaşındaki kayınvalidem Resmiye Altay söze giriyor: “Berber Hasan abi çok iyi bir insandı. Ozanlar’da bizim evimiz caminin karşısındaydı, oradan biliyorum. Beş vakit camiye gelirdi Osman’ın babası Hasan abi. Altı çocuğu da çok iyidir Hasan abinin. Hepsi birbirinden farksız, terbiyeli, merhametli, yardımseverdirler.” 

Osman abi anlatmayı sürdürüyor: “Adapazarı’nda annemle evlenmişler. Biz altı kardeşiz. Mustafa abim, Fatma ablam, ben, küçüklerimiz Şaban, İhsan, Ekrem. Ben 1951, Adapazarı doğumluyum. Annem de mükemmel bir insandı. Ayaklarının altını öper, yüzüme sürerdim. Ben onun dualarıyla ayaktayım, tamam mı? Annemin duaları sayesinde seviliyorum ben.” 

Kulağıma gelenleri soruyorum Osman abiye: “Güya sen evlenene kadar iyi içici ve kumarcıymışsın. Mahallenden Kamyoncu Edip amcanın kızı Hatice ablayla evlenmişsin. Sene 1976… Gelin öğleden sonra alınmış. Davul, zurna, çalgı… Gelsin rakılar, çalsın davullar… Yakın arkadaşların beş yüz metrelik yolu yarım günde almışlar. Oyna babam oyna! Tıpkı senin onların düğünlerinde, gelin almalarında yaptığın gibi… O gece içkiye kumara illallah etmişsin diye bir şehir efsanesi var. Doğru mu bunlar?”

İşte cevabı: “Hepsi doğru anlatılanların! İçtiğimde, oynadığımda her akşam dua ettim Allah’ıma ‘Kurtar beni bu iki illetten!’ diye. Rabbim dualarımı kabul etti, çok şükür. Evlendiğim gece bir tövbe ettim. Bir daha da ne kumar oynadım, ne ağzıma içki koydum, tamam mı? Bin şükür!”     

Benim Osman abiyle tanışmam, 1980’li yılların başı… Kabukçu Burhan abi ile birlikte Ozanlar Mahallesinin en yiğit, en yardımsever, en fakir fukara ve gariban dostu ağabeyleriydi ikisi. Bana da çok sahip çıktılar. Ben, ailemin tek erkek çocuğuyum. Eğer bir erkek kardeşim olsaydı, Osman abi ile Burhan abi kadar sahip çıkamazdı herhâlde bana. Kırk yılı aşkın süredir tanırım Osman abiyi. Nerede bir yetim, öksüz, dul, bir fakir fukara, düşkün, bir gariban varsa Osman abi yanındadır. Yakınında bitiverir. Önceleri işçi maaşı, sonraları emekli maaşıyla, bazen dostlarından borç alarak yardım eder. Düşeni kaldırır daima.

Hep söylerim, Adapazarı’nda bir “iyilik çetesi” vardı Terzi Ali amcanın (Taşçeken) yönettiği. 1970’ler, 80’ler, 90’larda… Osman abi ile Nuri abi (Kurukahveci) o merhamet çetesinin başkan yardımcılarıydı. Onun tabiriyle hizmetkârları… O güzellik çetesinin, Adapazarı’nın neresinde evlenemeyen biri varsa eşya bulup evlendirdiği, neresinde yeni evlenip de eşyası olmayan varsa tabak çanak, halı kilim, koltuk temin ettiğine şahidim. (1982’de evlendiğimizde bana da İskandinav modeli bir koltuk takımı temin etmişti Osman abi, sağ olsun. 1999 Depremi’nden üç gün önce garibanlara verilmek üzere, ben de ona bir koltuk takımı sağlayıp teslim etmiştim.)


Buydu Osman abi. Tam olarak buydu! Böyleydi. Buncaydı. Geçen kırk yılda da neler yaşamıştı neler! Kaç borcu olanı kurtarmak üzere borç vermiş, geri alamamıştı. Kaç yoksulu ayağa kaldırmıştı. Kaç evine icra geleni kurtarmıştı. Sayısını sorarsanız hatırlamaz, bilmez, cevap vermez. Tabiî ki borç alanlar geriye vermediği için kaç kere battığını da… 

Sordum: “Abi, senin hakkında, borç verdiğin kişiler geri getirmediği için ‘En az beş kere battı’ diyorlar, doğru mu?” 

Cevap verdi: “Ne beşi, ne onu… Çok! Saymadım, tamam mı? Çok iflas ettim ama. Paraya önem vermediğim için saymadım. Batmanın da, çıkmanın da bi’ önemi yok, tamam mı?”

Sohbetimizi işiten eşi Hatice yenge söze giriyor: “Ben Osman’ın ne kadar maaş aldığını bilmedim senelerce, şimdi de ne kadar emekli maaşı aldığını bilmiyorum.” 

Osman abi, o her zamanki hızlı konuşması ile cevap veriyor 46 yıllık eşine: “Bilme, bilme, bilme, bilme, tamam mı? Ben de bilmiyorum zaten. Bilsek ne olacak? Para beş para eden bir şey mi ki?”

Şıh Osman’ı beş tanıyanından dinleyelim birer cümleyle… 

1955, Ozanlar doğumlu Kabukçu Burhan’a göre, önceleri yaramaz bir çocuk, büyüdüğünde herkese faydalı bir insan, örnek bir derviş. Dünyayı, parayı dert etmez. Verir, alamaz, alamadığını da dert etmez. Dünya çıkarlarından vazgeçmiş güzel bir dost… 

1961, Reji Sokak doğumlu iktisat profesörü Arto Mustafa’ya (Mustafa Kemal Aydın’a) göre, sevilen, yardımsever, merhametli, cömert… Parayla pulla işi olmayan, olanı da dağıtan biri…

1962, Ozanlar doğumlu eşim Gülseren Tuna’ya göre, çaresizlerin babası… 

1965, Adapazarı doğumlu, Almanya’da işçi Ertan Gökmen’e göre, şeker tadında insan pırlantası… 

1966, Sinanoğlu doğumlu emekli askerî memur Bayram Akyüz’e göre, mütevazı, alçakgönüllü, cömert, tam bir gönül insanı…

Niçin şeker dağıttığını soruyorum, cevabı kısa ve net: “Dua almak için!”

Osman abinin en sık kullandığı kelime, “Tamam mı?”. Üç cümlesinden birisi “Tamam mı?”ile biter onun. Benim tespitime göre, onun dünyasında bir anlamı var bu “Tamam mı?”ifadesinin. Zira Osman abi, çevresindeki insanların eksiğini tamamlamaya gelmiş birisi. Kimin ne eksiği varsa o tamamlıyor zira. Şahidiz. Onu tanıyan herkes şahit buna.

Osman Meğreli… Namı diğer “Şekerci Baba”... Şeker tadında bir dost, kardeş, abi… Hayatımızın şekeri o. Dünyamızı tatlandıran Şekerci Baba.