Şifre 13

Normal bir ülkede yaşıyor olsaydık, bunca hizmetin karşılığının yüzde altmış yetmiş bandında olması gerekirdi. Erdoğan da bunun sebeplerini sorguluyor işte. Peki, Yedili Masa ve Kılıçdaroğlu ne yapıyor? On üçüncü kez vatandaşı aşağılıyor, cehaletle suçluyor, beş yüz lira alıp iradesini satmakla itham ediyor…

14 ve 28 Mayıs tarihlerinde gerçekleşen Genel Seçimlerde Türkiye, hür iradesiyle hakemliğini yerine getirdi, seçimini yaptı ve emanetini beş yıllığına Erdoğan’a ve Cumhur İttifakı ağırlığındaki Gazi Meclis’e tevdi etti.

Bu seçimler sonucunda Erdoğan (Millet İttifakı’nın söylemiyle) 13’üncü Cumhurbaşkanı seçilirken, Kılıçdaroğlu CHP’nin başında 13’üncü seçim mağlûbiyetini “de” almış oldu (buradaki “de” sadece ayrı yazılmamalı bence, tırnak içine de alınmalı).

Kılıçdaroğlu’na ve radikal CHP’lilere kulak verecek olsanız, 13 seçim kaybetmesine rağmen koltuğuna yapışmış olan Kılıçdaroğlu “Demokrat Amcamız” lâkin yirmi bir yıldır -sanırım- yirmi seçimi hem de açık ara önde bitirerek halkımızın teveccühünü kazanan ve bu teveccühe lâyık olmaya devam eden Erdoğan “tek adam” ve “diktatör”. Yerseniz artık!

CHP ve İP ekseninde bir araya gelen amorf yapı bir kez daha gösterdi ki, siyasette iki kere iki her zaman dört etmiyor. Siyasetteki çarpma yahut toplama işlemlerinde her zaman bir de gizli değişken mevcuttur ki ona biz “seçmen iradesi” ve “vatandaşın irfanı” diyoruz.

Seçmen iradesi ve Anadolu insanının feraseti, kendisini hesaba katmayanlara bir seçim yenilgisi daha tattırdı. Bu irade ve ferasetin reddettiği ve tehdit olarak gördüğü dayatmaları sakin kafayla ve 13 başlık altında sıralayalım istedim.

Muradımız odur ki, muhalefet de vatandaşın tercihini sorgulamak ve aşağılamak yerine şapkasını önüne koyar ve özeleştiri yapma lüzumu hisseder. Zira bu ülkenin güçlü bir iktidara olduğu kadar yerli, millî, vatandaşın hassasiyetlerine duyarlı, onların sevincini, üzüntüsünü, gururunu ve heyecanını paylaşan ve normalde olması gerektiği gibi siyasetin denetleme-denge unsuru olarak çalışacak bir muhalefete de ihtiyacı var. Bunu da iktidardan bekleyecek hâlimiz yok herhâlde.


1  

Vatandaş, Yedili Masa’yı başından itibaren yerli ve millî olarak görüp benimsememiştir. ABD Başkanı Biden’in “Türkiye’deki muhalefeti destekleme” konusundaki beyanından başlayıp süregelen serencamda Yedili Masa, Türkiye seçmeninden ziyade kendisini destekleyen yabancı unsurların hassasiyetlerine ayarlı bir propaganda dönemi geçirmiştir.

Kılıçdaroğlu’nun ABD ziyareti ve Pensilvanya’da geçirdiği ve bir türlü açıklayamadığı kayıp sekiz saati, ardından İngiltere seyahati ve burada bankerlerle yapmış olduğu görüşmeler, seçmen üzerinde umdukları ve beklediklerinin tersine bir etki göstermiştir.

Yedili Masa ortaklarından Ali Babacan’ın elindeki mutabakat metnini sallayarak “Avrupa bize ‘aferin’ diyecek” şeklindeki talihsiz açıklaması, seçmenin üzerindeki bu algıyı daha da güçlendirmiştir. Anadolu insanı, Türkiye’yi emanet edeceği bir yönetimden Avrupa’nın yahut ABD’nin değil, emanetin gerçek sahibi olarak bizzat kendisinin “aferin” diyeceği, alkışlayacağı icraat ister ve bekler. Ve Anadolu insanı, on yılların verdiği tecrübe ile iyi bilir ki, Avrupa’nın yahut ABD’nin “aferin” dediği/diyeceği konular bu ülkeye her zaman kârdan çok zarar getirmiştir.

Seçime bir hafta kala düğmeye basılmış gibi Avrupa ve ABD dergilerinde, gazetelerinde çıkan Erdoğan karşıtı ve Kılıçdaroğlu’na destek veren kapakların, yazıların ve yorumların, Yedili Masaya ve Kılıçdaroğlu’na puan kaybettirdiği de vakıadır.

2

Vatandaş, -her ne kadar mütemadiyen inkâr edilmiş olsa da- terör örgütü PKK’nın ve onun siyâsî kanadı HDP’nin (YSP) Kılıçdaroğlu’na verdiği açık destekten işkillenmiştir.

Kapalı kapılar ardında yapılan pazarlıklar, Kılıçdaroğlu’na destek karşılığında HDP’ye verilen sözler, bu sözlerin HDP kanadından kısmen faş edilmesi ve bu konuda CHP’nin ve Yedili Masa’nın sessizliği kamuoyu nezdinde haklı şüphelerin oluşmasına sebep olmuştur.

HDP yöneticilerinin Kılıçdaroğlu’nun verdiği sözleri kamuoyuna açıklaması yönündeki baskılarına rağmen Kılıçdaroğlu’ndan tatmin edici bir cevap gelmemesi mevcut şüpheleri haklı bir zemine oturtmuştur. Vatandaş HDP ve PKK ile yaşanan bu gizli ama aşikâr flörtü bir bekâ meselesi görmüştür ki bunda da son derece haklıdır. Bu ülke insanı için bekâ meselesi, pazarlık masasına meze edilecek bir konu asla olmamıştır, olmayacaktır.

3

Vatandaş, Yedili Masa’nın “Erdoğan düşmanlığı” dışında herhangi bir ideolojisinin, fikrî altyapısının ve vizyonunun olmadığını net bir biçimde görmüştür.

Zaten bu kadar farklı dünya görüşlerine sahip partilerin ve bu partilerin tabanlarının ortak bir ideoloji, ortak bir hedef ve ortak bir vizyon üretebilmesi de mümkün değildi. “Güçlendirilmiş parlamenter sistem” ortak paydası ise bu zoraki evliliğin kamuflajı için bir illüzyondu sadece. Bu illüzyonun ömrü de 14 Mayıs gecesi parlamentodaki dağılım netleşince yerle yeksan olmuştu zaten.

Yaşanan seçim sürecinde her şeyden biraz olmaya çalışan, yeri geldiğinde muhafazakâr, yeri geldiğinde sosyal demokrat, ihtiyaç duyulunca milliyetçi, icabında LGBT’li olan bu yapı, günün sonunda “bir şey” olabilmeyi becerememiştir.

Van’da zafer işareti yapıp Demirtaş’a özgürlük sözleri veren, Trabzon’da milliyetçi nutuklar atan, İzmir’de Kemalist, Konya’da mütedeyyin olan bu “amfibik canlının” ömrü de 28 Mayıs günü nihayet bulmuştur.

Kandil’den paylaşılan onlarca videoda çulsuz-çapsız terörist elebaşlarının PKK’nın ayakta kalabilmesi için “faşist AKP-MHP iktidarının” yıkılması ve Kılıçdaroğlu’nun desteklenmesi gerektiği yönündeki mesajlarını izledik, dinledik.

4

Bu ülke, şöyle böyle kırk yıldır terör örgütü PKK ve onun türevleri ile sınır içinde ve dışında mücadele ediyor, bu uğurda şehitler veriyor. Öyle ki, artık Türkiye’nin her ilçesinde ve hatta her köyündeki kabristanlarda mutlaka bir terör şehidi yatıyor.

Bu ülkenin kahir ekserisi (HDP ile iş birliği yapan CHP’nin seçmeni bile) PKK’dan nefret ediyor. CHP’nin HDP ile ittifakına sıcak bakmıyor ve bu durumu zül olarak görüyor. CHP’li seçmenin bu birlikteliği kerhen kabulü bile “köprüyü geçene kadardı”, daha fazlası değil.

Oysa seçim sürecinde gördük ki, Kandil, Kılıçdaroğlu’nun propaganda aygıtı olarak çalıştı. Dağdan Kılıçdaroğlu’na destek videosu yayınlamayan bir tek terörist elebaşısı kalmadı. Kandil’den paylaşılan onlarca videoda çulsuz-çapsız terörist elebaşlarının PKK’nın ayakta kalabilmesi için “faşist AKP-MHP iktidarının” yıkılması ve Kılıçdaroğlu’nun desteklenmesi gerektiği yönündeki mesajlarını izledik, dinledik. Yedili Masa’dan bir Allah’ın kulu da bu densizlikler için “Hop, yavaş ol!” demedi, diyemedi. Terör elebaşlarının Türk siyasetine müdâhil olma gayretlerine karşı esaslı bir çıkış gösteremedi. Bu “Kuzuların Sessizliği” korosuna, milliyetçi geçinen İP kanadı da dâhil oldu maalesef.

Terör örgütlerinden ve bunların siyâsî tabanlarından medet umacak kadar alçalınca, ortada ne siyâsî omurga kalıyor, ne siyâsî etik, ne de milliyetçilik. Vatandaş da, sandık önüne konunca hesabı kesiyor böyle işte!

5

Yedili Masa, bu savrulmanın vatandaştaki karşılığını 14 Mayıs gecesi gördüğünde iş işten çoktan geçmişti. Bu saatten sonra sergilenen “part-time milliyetçilik” vatandaş nezdinde bir karşılık görmedi; göremezdi de zaten. Demek ki iki seçim arasında gömlek değiştirmemek gerekiyormuş.

Yedili Masa öyle bir çıkmazın içine girmişti ki HDP’ye yakın dursa milliyetçi oylar dökülüyordu, milliyetçilik oynasa bu sefer de HDP oyları eriyordu. Zaten ikinci turda Erdoğan tüm illerde oy oranlarını ve sayılarını artırırken, Kılıçdaroğlu HDP seçmeninin yoğun bulunduğu Güneydoğu Anadolu’daki tüm illerde oy kaybı yaşadı.

Söylediğimiz gibi, her şeyden biraz biraz olmaya çalışınca aslında hiçbir şey olamıyorsunuz.

İlk tur öncesi ve sonrasında oynanan iki perdelik bu komedi o denli sırıttı ki izleyenler ne ilk perdeden bir şey anlayabildi, ne de ikincisinden. Oyun sona erdiğinde akıllarda kalan tek şey, “kurucu parti” CHP’nin, ülkeyi yıkmaya çalışan bir terör örgütü ve onun siyâsî kanadı ile iş tuttuğu ve yol yürüdüğü oldu. CHP’nin bu imajı nasıl düzeltebileceğini, daha da önemlisi bu imajı düzeltme iradesinde olup olmayacağını -acizane- çok merak ediyorum.

6

Yedili Masa için seçim öncesi şartlar son derece müsaitti aslında. Tüm dünya ile birlikte Türkiye de iki yıllık büyük bir pandemi yaşamış, küresel çapta üretim ve tedarik zincirleri aksamış, hemen sınırımızda Rusya-Ukrayna Savaşı patlak vermiş ve yetmemiş, üzerine dünya tarihinde görülmemiş büyüklükte deprem felâketi yaşanmıştı… Bütün bunlar tabiî olarak vatandaşın cebine ve mutfağına yansımıştı. Enflasyon fırlamış, ev kiraları almış başını gitmiş; her şey ateş pahası… Buna bir de iktidarın yirmi bir yıllık yıpranmışlığını ve metal yorgunluğunu da ekleyiniz.

Bu şartlar altında bile topu bir araya gelmiş yirmi bir yıllık muhalefet, vatandaşa umut ve güven vermemiş, verememiş. Bu krizi kendi adına fırsata çevirememiş.

Muhalefet için bundan daha müsait bir vasat bir daha oluşur mu, bilmiyorum. Vatandaş cebindeki paranın eridiğini biliyor, ekonomik sıkıntıları mutfağında sonuna kadar hissediyor. Lâkin yine de çözümü, bayramda 15 bin lira ikramiye vaadinde bulunan Kılıçdaroğlu ve ne olduğunu anlayamadığı Yedili Masa’da değil, ülkeyi birçok badireden çıkarmasını bilmiş Reis’te görüyor.

Bu şerait içerisinde bile vatandaşa güven veremeyen muhalefetin kesinlikle bir özeleştiri yapması gerekmiyor mu sizce de?

7

Yedili Masa’nın ve bu masanın destekçilerinin tehdit dilini, vatandaş sonuna kadar reddetmiştir. Sadece Erdoğan’ı değil, Erdoğan’ı destekleyen yazarlar, çizerler, sanatçılar, gazeteciler başta olmak üzere tüm “AKP’lileri”, hatta bunların yedi sülâlesini yargılayacaklarını, asla merhamet etmeyeceklerini, mal varlıklarına el koyacaklarını, sürüm sürüm süründüreceklerini vaat ederken neredeyse salyaları akan zevata Anadolu irfanı sandıkta hak ettiği cevabı vermiştir.

Anadolu irfanı, bir taraftan kendisini tehdit edip aba altından sopa gösteren mezkûr kesimin özgürlüklerden dem vurmasına, ağzını açtığında helâlleşmeden bahsetmesine, elleriyle kalp işaretleri yapmaya çalışmasına, bu sevgi pıtırcığı hâline kanmamıştır. Muhalefet, bu ikircikli hâlleri ile iktidar olabilmek için teveccühüne ve oyuna ihtiyaç duyduğu “karşı mahallede” güven tesis edememiştir. Bilakis Cumhur İttifakı tabanı daha da kenetlenmiş ve konsolide olmuştur.

Dolayısıyla muhalefetin iktidarı ve iktidar “yandaşlarını” yargılama ve mahkûm etme hayâlleri en azından beş yıl sonraki bahara kalmıştır.


8

Kılıçdaroğlu’nun her fırsatta KHK’lıları görevlerine iade edeceği yönündeki aleni vaatleri, Demirtaş ve Kavala’yı serbest bırakacağı konusundaki açıklamaları, özerklik ve kayyum atamaları hakkındaki irade beyanları vatandaşın vicdanında karşılık bulmamıştır.

Bütün bu söylemler FETÖ artıklarının ve HDP tabanının ruhunu okşamaktan öte Millet İttifakı’na ve Kılıçdaroğlu’na bir şey kazandırmamış, aksine kaybettirmiştir bile. Kılıçdaroğlu’nun ağzından bu cümleleri duyan kararsız seçmenin aklına 15 Temmuz için söylenen “kontrollü darbe” ve “tiyatro” lakırdıları ile tankların arasından sıvışıp Bakırköy Belediye Başkanının evinde kahve içerek gelişmeleri izleyen Kılıçdaroğlu fotoğrafları geldiğine ve güvenli liman olarak gördüğü Cumhur İttifakı’na yöneldiğine eminim.

Ülkemiz, yakın tarihimizde çoğu FETÖ mahreçli çok ciddî sınamaları, hasar almış olsa da başarıyla savuşturmasını bilmiştir. Bu tarihî sınamaların travmalarını ülke yeni yeni üzerinden ancak atıyor. Tam da Devlet’in kılcal damarlarından FETÖ safraları kazınırken ve bu durumdan abartısız Türkiye’nin yüzde 90-95’i memnun ve razı iken bu vaatlerden Kılıçdaroğlu’nun ne murat ettiği anlaşılabilir değildir.

Kılıçdaroğlu her konuşmasında bu vaatlerini açık açık sıralarken vatandaştan karşılık görmesini mi beklemişti, yoksa Yedili Masa’yı kuran ve her şeye rağmen bir arada tutan iradeye mi mesaj vermekteydi, emin değilim. Ama vatandaşın bu vaatlere yönelik sandıkta verdiği mesajı gayet net olmuştur. Anlayan için elbette!

9

Bu ülke son on yılda bir teknoloji alanında önemli bir eşiği atladı, ciddî yatırımlar ve atılımlar gerçekleştirdi. Altmış yıllık ertelenmiş yerli otomobil hayâlini gerçeğe çevirdi. Kendi İHA’sını, SİHA’sını, tankını, topunu, füzesini, roketini, uydusunu, uçağını, helikopterini üretir hâle geldi. Sadece üretmekle de kalmadı, bunları ihraç eden ve global ölçekte parmakla gösterilen bir ülke olarak teknolojide şampiyonlar ligine yükseldi. Ülkedeki teknokentlerin sayısı -sadece- ikiden yüze çıktı.

Her Türk vatandaşını mutlu etmesi ve gurur vermesi gereken bu gelişmeler, yıllardır muhalefet tarafından eleştirildi, aşağılandı, dalga konusu yapıldı. En azından seçim zamanı muhalefetin bu hatadan dönmesi beklenirdi. Yahut en azından bu çıtanın kendileri tarafından daha da yukarıya taşınacağı yönünde birkaç kelâm edilmesi yerinde olurdu. Ancak muhalefet bu konularda pozisyonunu zerre miktar değiştirmeden korumayı tercih etti. Hatta Türkiye’nin göz bebeği İHA’lara, SİHA’lara “dokunacaklarını” açık açık söyleyebildiler.

Daha da ötesi, Kılıçdaroğlu seçim arefesinde Atatürk Havaalanını ABD’li bir teknoloji firmasına vereceğini bile ifade etti. Hem de devletin Aselsan, Roketsan, Havelsan, TUSAŞ gibi bu alanda faaliyet gösteren teknoloji şirketleri varken!

Ayrıca muhalefet kanadının en tepeden tabana kadar TOGG hakkındaki düşüncelerini de hepimiz biliyoruz. Vatandaş, bu seçimle birlikte altmış (hatta seksen) yıllık hayâline sıkı sıkıya sarılmış, sahip çıkmıştır. Bu konuda geleceği Cumhur İttifakı’nda görmüştür. Net!

10

Vatandaş, yaşadığı ekonomik sıkıntılara rağmen Kılıçdaroğlu’nun ve Millet İttifakı’nın 15 bin liralık bayram ikramiyesi, herkese dağıtılacak altın, bedava maç yayını gibi ayakları yere basmayan vaatleri yerine, yirmi bir yıllık iktidarı boyunca verdiği her sözü yerine getiren Erdoğan’ın “yaşanan bütün zorlukları birlikte omuz omuza aşma” teklifini daha sahici ve güvenilir bulmuştur.

Elbette bunda CHP’li belediyelerde yaşanan başarısızlıklar, havada kalan vaatler, yerine getirilmeyen namus sözleri de etkili olmuştur. En basitinden bedava traktör, bedava ulaşım, bedava su, bedava ekmek gibi sadece seçim afişlerinde kalmış onlarca vaat, vatandaş tarafından not edilmiştir.

Bir önceki yerel seçimde İstanbul ve Ankara belediyelerinin CHP tarafından kazanılmış olması, seçmen için birer hatırlama ve gözlemleme vesilesi olmuştur. Her iki belediye de ellerindeki çok büyük maddî imkânlara rağmen dört yıl boyunca dişe dokunur bir hizmet, kendilerinin bile sayabilecekleri birkaç proje üretemedikleri gibi, seçim beyannamelerinde yazdıkları vaatlerden yüzde beşini dahi yerine getirememiştir.

Vatandaş, bu son seçimde tüm tuşlara aynı anda basan Yedili Masa bileşenlerine “boş vaatlere karnının tok” olduğunu söylemiştir.

Vatandaş, yaşadığı ekonomik sıkıntılara rağmen Kılıçdaroğlu’nun ve Millet İttifakı’nın 15 bin liralık bayram ikramiyesi, herkese dağıtılacak altın, bedava maç yayını gibi ayakları yere basmayan vaatleri yerine, yirmi bir yıllık iktidarı boyunca verdiği her sözü yerine getiren Erdoğan’ın “yaşanan bütün zorlukları birlikte omuz omuza aşma” teklifini daha sahici ve güvenilir bulmuştur.

11

Türkiye, birkaç asırdan sonra yeniden dünya sahnesine çıktı, senaryosu başkaları tarafından yazılan bir oyunun figüranı olmak yerine kendi oyununu kurmaya, oyunun kurallarını yazmaya, içinde bulunmadığı masaları devirmeye, tarihin ve coğrafyanın iradesi dışında ve kendisine rağmen değiştirilmesine karşı sesini yükseltmeye başladı.

Bunda başarı da sağladı. Türkiye ekonomik, siyâsî, sınaî ve askerî bağımsızlığını kazandıkça, özellikle kendi hinterlandında masa kuran, oyun bozan, nizam veren bir pozisyona geldi. Akdeniz ve Ege’de, Suriye ve Irak’ta, Afrika’da ve Orta Doğu’da, Balkanlar ve Kafkasya’da, hatta Orta Asya’da tezlerini oluşturdu, bütün meydan okumalara rağmen geri adım atmadı. Sınırında kurulacak terör devletine izin vermedi. Azerbaycan, Türkiye’den aldığı güç ve destekle otuz yıldır işgal altındaki Karabağ’ı Ermenistan’dan alabildi. Türkiye olmasaydı şimdi dünya haritasında Libya diye bir devlet olmayacaktı meselâ. Türk Devletler Teşkilatı (TDT), Turgut Özal’dan bugüne otuz yıllık bir Kızılelma mefkûresiydi, adım adım gerçek oldu. Daha neler neler…

Oysa CHP’ye göre Türkiye, Mavi Vatan’da “yayılmacı ve agresif”, Türk askeri Libya’da “lejyoner”, Azerbaycan’da “cihatçı”, Irak ve Suriye’de “işgalci”… Kılıçdaroğlu’nun hayâlindeki İpek Yolu da Azerbaycan yerine İran’dan geçiyor. Oysa TDT ekseninde ve Azerbaycan’dan geçen “Demir İpek Yolu” iki üç yıldır vızır vızır çalışıyor. Rusya-Ukrayna Savaşı’nda Türkiye iki taraf ile görüşebilen tek NATO ülkesi. Bir gün barış antlaşması imzalanacaksa, bu Türkiye’de gerçekleşecek.

Lâkin Millet İttifakı, NATO’nun aparatı olarak Türkiye’nin Ukrayna yanında ve Rusya’nın karşısında olması gerektiğini savunuyor. Daha neler neler…

Vatandaş, Türkiye’nin Türkiye’den çok daha fazlası olduğunu biliyor, görüyor. Anadolu insanı, dış politikada tercihini Yedili Masa’nın NATO, ABD ve AB’ye angaje olan tezleri yerine Erdoğan’ın omurgalı ve kararlı tutumundan yana kullanmıştır.

12

Anadolu insanı, kendisine yutturulmak istenen “Her kesimi bir araya getirdik”, “Birleşe birleşe kazanacağız” ya da “Halil İbrahim sofrası” afyonlarını yutmayı reddetmiştir. Bu zoraki birliktelikten doğan kakofoniye bir yıldan uzunca bir süre tahammül etmiştir.

Vatandaş, kendi aralarında bile anlaşamayan, her kafadan bir ses çıkan, ortak tek bir ideali bulunmayan, sadra şifa tek bir proje sunamayan, çözümden ziyade kriz üreten masayı seçim gecesi ters çevirmiştir. Önüne gelene cumhurbaşkanı yardımcılığı, bakanlık ve milletvekilliği dağıtan menfaat eksenli bu amorf yapının ilk ciddî krizde darmaduman olacağını görmüştür. Böyle bir yapıya -hem de dünyanın ciddî krizlerle test edildiği böylesine kritik bir dönemde- emanetini teslim etmemiştir. İradesini sunacağı cumhurbaşkanının dokuz yardımcısı tarafından tahakküm altına alınacağı bu ucube sisteme “Olur” dememiştir. Böyle bir yapıya ne Meclis çoğunluğunu lâyık görmüştür, ne de Cumhurbaşkanlığı makamını.

Şu aralar masadaki kavgaları, mal ve koltuk kapma savaşlarını, kaptı-kaçtıları, yapılan açıklamaları gördükten sonra Millet İttifakı’na oy verenlerin önemli bir kısmı bile “İyi ki kaybetmişiz, verilmiş sadakamız varmış” diyorlar, derinden bir “Ohhh!” çekiyorlar.

“Açık açık itiraf edemeseler bile o küçümsedikleri, hakir gördükleri, cahil buldukları Anadolu insanı sadece ülkeyi değil, Yedili Masa’ya oy verenleri bile ipten aldı” desek yalan söylemiş olmayız.

Yaşanan seçim sürecinde her şeyden biraz olmaya çalışan, yeri geldiğinde muhafazakâr, yeri geldiğinde sosyal demokrat, ihtiyaç duyulunca milliyetçi, icabında LGBT’li olan bu yapı, günün sonunda “bir şey” olabilmeyi becerememiştir.

13

Seçimin ilk turundan sonra deprem bölgesinde oy kullanan insanlar hakkında yazılıp çizilenler, söylenenler, aslında Yedili Masa’nın ve bu masanın tabanının “karşı mahalle” için düşündüklerinin, hissettiklerinin dışavurumundan ibaretti.

Her fırsatta demokrasiden, barıştan, sevgiden, kardeşlikten dem vuranların, kendisi gibi düşünmeyen, farklı dünya görüşüne ve siyâsî tercihe sahip insanlara yönelik muamelelerine hep birlikte şahit olduk. Şaşırdık mı peki? Hayır! Üzüldük sadece. İnsanlık adına üzüldük.

Yedili Masa’nın etrafında yani “Halil İbrahim sofrasında” oturanların bu husustaki suskunlukları da ikrardan gelen bir sükût idi aslında. İçinizde bu kadar nefreti hangi ara biriktirdiniz arkadaş? İçinizdeki son insanlık kırıntısı ile ne oldu da vedalaştınız?

Deprem sonrasında Van’ı bir sene içerisinde yeniden kuran, buna rağmen şehirden umduğu teveccühü bulamayan Erdoğan’dan yahut AK Parti seçmeninden Van hakkında bir tek küfür, hakaret, haydi bunları geçtim, bir tek sitem işittiniz mi siz?

Üç kuruşluk yardımınızı alın, başınıza çalın siz! Bu halkın sizden gelecek tek damla suya ihtiyacı yok çok şükür.

Sonuçta ikinci turda Hatay’ın rengi kırmızıdan turuncuya döndü. Buğday ekerseniz arpa biçemezsiniz hâliyle. İlâhî kanundur bu.

Vatandaş cebindeki paranın eridiğini biliyor, ekonomik sıkıntıları mutfağında sonuna kadar hissediyor. Lâkin yine de çözümü, bayramda 15 bin lira ikramiye vaadinde bulunan Kılıçdaroğlu ve ne olduğunu anlayamadığı Yedili Masa’da değil, ülkeyi birçok badireden çıkarmasını bilmiş Reis’te görüyor.

Hülâsa

Evet Muhterem Dostlar,

Bu listeye rahatlıkla bir on üç madde daha ekleyebilirim lâkin Kılıçdaroğlu gibi on üçte kalalım -şimdilik-. Şundan eminim ki, şayet muhalefet kanadı seçime kadar hiç konuşmamış, bir tek açıklama bile yapmamış olsa daha fazla oy alabilirdi ve belki de seçimi kazanabilirdi.

Seçimler sona erdi, vatandaş hür iradesiyle emanetlerini ehline teslim etti. Şimdi bu iradeye saygı duyup herkes için özeleştiri yapma vaktidir. Kazanmış olduğu hâlde Cumhur İttifakı’nda bu süreç başladı bile. Şimdiden oy kaybı yaşanan illerde bu kayıpların nedenleri araştırılıyor. Vatandaşa hakaret yahut sitem etmeden, “Vatandaş hata yapmaz, biz hata yapmışızdır” deniyor, “Nerede hata yaptık?” diye soruluyor. Bu hataları telâfi etmek, yeniden seçmenin gönlünü kazanmak için neler yapılacağı masaya yatırılıyor. Hem de seçimin hemen ertesi gününden itibaren!

Mevcut iktidarın onca hizmeti, gayreti ve emeği ortada dururken, muhalefet kanadından gelen devletin ve milletin bütünlüğüne ve bekâsına mugayir saçma sapan vaatlerin yüzde kırk sekiz gibi bir karşılık bulmuş olması, kesinlikle araştırılması ve cevabı bulunması gereken bir meseledir.

Normal bir ülkede yaşıyor olsaydık, bunca hizmetin karşılığının yüzde altmış yetmiş bandında olması gerekirdi. Erdoğan da bunun sebeplerini sorguluyor işte. Peki, Yedili Masa ve Kılıçdaroğlu ne yapıyor? On üçüncü kez vatandaşı aşağılıyor, cehaletle suçluyor, beş yüz lira alıp iradesini satmakla itham ediyor… Ve maalesef bu siyâsî körlükle bir sonraki seçimde ve seksen yaşına geldiğinde bile yine seçilemeyeceğini fark etmekten bile aciz “hesap uzmanı”.

“Bunda da vardır bir hayır” diyelim. En azından Biden gibi boşlukla tokalaşıp, burnu üstüne yere kapaklanıp, görünmeyen kişilere el sallayıp rezil olmaz ve bizi de rezil etmez böylelikle.

Kalınız sağlıcakla efendim…