İNSAN her şeye alışır
da konfora daha hızlı alışır. Hayat standartlarımızı genelde hep bir üst düzeye
çıkarma eğilimindeyiz. “Fazla ileri gittik, şu beklentilerimizi azıcık düşürelim”
dediğimiz pek olmaz. Bu standartlar daha çok maddî kıstaslar üzerinden
şekillenir. Hayat standartlarımız arttıkça huzurumuz artıyor mu, bu net değil. Tam
tersine, şimdiki kadar yüksek olmayan standardı düşük eski günleri aradığımız
oluyor.
“İnsan
konfora daha hızlı alışır” demiştik, ancak sahip olduklarından duyduğu tatmin
aynı hızla düşer, kısa zamanda alıştığı konforu normalleştirir, hatta onları
sıradan görür ve zaten olması gereken şeyler olarak düşünür. Artık tatmin
olabilmek adına daha üst standartlara gözünü diker. Ne var ki, hayatın seyri
hep böyle yükselerek gitmez. Hem maddî, hem manevî düşüşün olduğu zamanlar da
olur.
Hayatımızdaki
ilginçliklerden biri de şudur ki, nelere sahip olduğumuzun farkına, ancak o
sahip olduklarımızı kaybettikten sonra varıyoruz. Kaybettikten sonra kıymetini
bildiklerimiz, kaybetmeden önce bizim için ne anlam ifade ettiğinin farkına
varamadıklarımız oluyor.
Sıfıra
dönmeyi, her şeyimizi kaybetmek olarak anlayabiliriz. Fakat tam sıfıra inmesek
de bulunduğumuz noktadan geriye gitmeyi de sıfıra doğru bir eğilim olarak
düşünmek mümkün. Bu dünyada yaşarken kazandığımız ne varsa çoğunu yitirdiğimiz
bir duruma düşünelim. Bunların hepsinin anlamı tam mânâsıyla ölümle kayboluyor.
Yani ölüm tam anlamıyla sıfıra döndüğümüz durumu ifade ediyor.
Bazen
yaşarken de sıfıra doğru yol alabiliriz. Herkes kendi hayatında bunu zaman
zaman hissetmiştir. Bir zenginin iflas etmesi ve tüm varlığını kaybetmesi bir
sıfıra dönüştür. Bazen de sahip olduklarımızın anlamını kaybettiği kısa süreli
anların içinde buluruz kendimizi.
Uç
bir örnek olacak ama tek başınıza yürürken bir vahşi hayvan sürüsünün size
saldırdığını düşünün. Eviniz, arabanız, unvanınız, bankalardaki paranız,
dostlarınız, aileniz gibi sahip olduğunuz ne varsa hepsinin bu durum karşısında
geçersiz olduğunu fark ederiz. Hayvanlara, “Sen benim kim olduğumu biliyor
musun?” diyecek hâlimiz de yok. Ölüm kalım mücadelesi vermek durumundayız.
Belki de o sırada bizim için en kıymetli şey, kendimizi hayvanlardan koruyacak araç
gereç olacaktır.
Hatırlarsanız,
salgının ilk zamanlarında dışarı çıkmak, hava almak, gezip dolaşmak,
dostlarımızla yüz yüze görüşmek zorlaşmıştı. O zaman birçok şeyin kıymetini
fark ettik. Evden dışarı çıkamamak, bir nevi sıfıra doğru yol alma pratiğiydi.
Dışarıda bir felâket olduğunda insanın evinde yaşayabilme pratiği… Alışkın
olmadığımız için bir müddet sonra sıkılmaya başladık. Bir yolunu bularak dağa,
tarlaya, kıra bayıra gitmeye çalıştık, sıfırdan kurtulmanın çarelerini aradık.
Geçen
ay, bulunduğum şehirde pek alışık olmadığımız bir kış yaşadık; kar fırtınası
çıktı ve birkaç gün etkisini sürdürdü. Yollar kapandı, dışarı çıkış zorlaştı.
Enerji nakil hatlarında meydana gelen arızalar sebebiyle elektrik kesintileri
oldu. Elektrik olmayınca ısıtma için kullandığımız kombiler çalışmadı ve sadece
aydınlatma değil, aynı zamanda kış günü ısınma problemi ortaya çıktı. Şimdiki
hayat standartlarından önceki zamanlarda kullanılan mum, gazyağı, gaz lâmbası,
odun sobası ve odun gibi ısınma ve aydınlatma araçları bir çözüm olarak
aklımıza geldi. Ancak evde ne mum vardı, ne de gaz lâmbası! Isınma için soba
yoktu, soba olsa da kurmak için baca yoktu. Yani sıfıra doğru döndüğümüzde
afallayıp kalıyorduk. Herkes hayatta kalabilmek için nelere ihtiyacı olduğuna
dair iyi bir düşünce düzeyinde tatbikat yapmış oldu.
Yanı
başımızda çıkan Rusya-Ukrayna arasındaki savaş da her an her şey olabileceğine ve
sıfıra doğru yol alabileceğimize bir canlı örnek daha. İnsanlar bir anda hayat
konforlarından olabiliyorlar. Bu noktada, olağanüstü bir durum olduğunda hayatî
öneme haiz kaynakların ne olduğunu daha iyi görebiliyoruz. Bir ev için
aydınlatma (elektrik ve ilkel aydınlatma araçları), ısınma (doğalgaz, sıvı
yakıtlar, kömür, odun ve benzeri), temel gıda malzemeleri (un, yağ, şeker,
bakliyat ve benzeri), iletişim (internet, telefon ve benzeri), ulaşım ve sağlık
gibi ihtiyaçlar ilk elden akla gelen konular. Bir de bunları karşılayabilmek
için malî imkânların olması lâzım. Bunu bir ülke için düşündüğümüzde, dışarıdan
her türlü girişin kesildiği durumda ayakta kalabilme becerisi göstereceği her
şey aklımıza geliyor.
Savaşlar,
aynı zamanda ne kadar dışa bağımlı olduğumuzu sorguladığımız zamanlar oluyor.
Çünkü daha önce alıştığımız imkânlar kesiliveriyor. Ekonomik bağımlılık bütün
bağımsızlığımızı tehdit eder hâle gelebiliyor.
Hem
birey, hem aile, hem de toplum düzeyinde sıfıra dönüş pratikleri yapmak
faydalıdır. Hem zihinsel hazırlık için, hem de tedbir olarak… Tabiî ki buradan
spekülatörlerin tuzağına düşerek marketlerdeki ayçiçeği yağlarına saldırmayı ya
da pandeminin ilk zamanlarında yaşadığımız gibi marketlerdeki un, makarna ve
kolonya gibi ürünlere yüklenmeyi kastetmiyoruz.
Daha
uzun vadeli düşünelim ve zihinsel olarak da hazırlıklı olalım: Elektrikler
giderse, doğalgaz kesilirse, şehirler tehlike saçarsa, akaryakıt kıtlığı
olursa, temel gıda maddelerine ulaşım zorlaşırsa ne yapacağız? Ülkemize ciddî
bir ambargo uygulanırsa 85 milyon ne yapacak? Böyle bir durumu temenni etmeyiz
elbette ama bunları düşünür ve bunlara dair bir alternatif plânımız olursa,
bunun varlığı bile şimdiki durumumuza müspet anlamda etki edecektir.
Hayat standartlarını bir üst düzeye yükseltirken, önceki düzeye geri dönmeyeceğimizi zannettiğimizden olacak, o düzeydeki yeteneklerimizi de “Bir daha ihtiyacımız olmaz” diyerek yok edip gidiyoruz. Ve ufak bir sinyal, bizi ayçiçeği yağlarına saldırmaya götürüyor.