Şifâ adam, şifâ dost, şifâ başkan: Tacettin Özkaraman

Türkiye’de, hem de üç dönem iktidar partisinden belediye başkanlığı yaptığı hâlde -kuvvetle muhtemel- tek iflâs eden, özel hayatında sıkıntı çeken belediye başkanı odur. Oturduğu evini yeğenine satıp borçlarını ödeyen, sonra da her ay okkalı taksit ödemeleriyle evini geri almaya çalışan belediye başkanıdır o.

BAZILARI vardır ki, onlar bulundukları kasabaya, ilçeye ve ile şifâ adamlardır. Çevrelerine huzurdurlar, mutlulukturlar, neşedirler. Bulundukları ortamları ne yapar eder, cennete çevirirler. Bu insanlardan tanıdıklarım var benim, çok şükür! Bunlardan biri de, üç dönem ilçesine anlı şanlı hizmetler getiren, ilçesini Türkiye’deki 967 ilçe arasında -neredeyse- tanınırlık, sevilirlik ve merak edilirlikte ilk üçe sokan bir “belediye başkanı” sıfatıyla Tacettin Özkaraman’dır. Taraklı “Büyükşehir” Belediye Başkanı Tacettin Özkaraman…

80 ilde bir araştırma yapılıp kamuoyu yoklamasıyla tespit edilse görülecektir ki, “Sakarya” denilince iki belediye gelir akla: Bir, Sakarya Büyükşehir; iki, Taraklı Belediyesi… Üstelik de birinin nüfusu 1 milyon, diğerinin “3 bin”! Tam rakam vereyim: İki bin dokuz yüz yetmiş altı… Köyler de dâhil edilince altı bin küsur filan… Demek ki büyükşehir olmanın yolu, büyük nüfustan daha çok, başka iki şeyden gerekiyormuş: Zengin bir kültür ve başarılı bir belediye başkanı…

Gelin, size -çeyrek asırlık yakın arkadaşım- sadra şifâ adam, şehre şifâ Başkan, bizim Keşkapan Tacettin’i anlatayım!

Sene 2007… Bir kış akşamı, randevu vermişim bir ilçe belediye başkanına. Kültür İşleri Daire Başkanlığı görevini yürüttüğüm Sakarya Büyükşehir Belediyesi’nin tarihî binasında, makam odamda onu bekliyorum. Görevli kardeşimi de uyardım. Randevu saati geldiğinde, Kadir Özkahyaoğlu kardeşim kapıyı çaldı, girdi içeriye, “Başkanım, biri sizinle görüşmek istiyor” dedi. “Taraklı Belediye Başkanı Tacettin Özkaraman olmalı, hemen al içeriye Kadir!” dedim. “Yok yok Başkanım, belediye başkanı değil. Kravatlı, sessiz, devlet memuru kılıklı biri… Belediye başkanı olsaydı hemen anlardım, koruması, zabıtası, şoförü önden gelirdi” demez mi? “Anladım, tam da işte o Tacettin Başkan! Hemen al içeriye!” diye karşılık verdim.

Evet, işte size sâde bir devlet memurundan farkı olmayan bir belediye başkanı! Mütevazı, gösterişten uzak, işine ve görevine odaklı, edepli bir başkan profili…

Sessiz kahraman

Sakarya’nın en tarihî, Türkmen Manav kültürünü en iyi ve en zengin yaşatan ilçesi Taraklı’ya çeyrek asırdır gider gelirim. İlk yıllarda birisi dikkatimi çekmeye başladı; zayıf, uzunca boylu, gösterişsiz, espritüel, samimi, enerjisinin tümünü Taraklı’ya adamış, kırklı yaşlarında İlçe Halk Eğitimi Merkezi Müdürü biriydi bu kişi. Dost, ahbap, arkadaş olduk onunla. İçimden “Eoroka!” diye çığlıklar atıyordum; bulmuştum belediye başkan adayımı. Arkadaşlarımla paylaştım fikrimi. Onlar da tanıştılar, görüştüler, beğendiler, onayladılar. Nihâyet, 2014 Yerel Seçimleri’nde aday da yapıldı.

Adapazarı’nda, bir Ramazan akşamında, Orhan Hakalmaz’ı konser bitiminde uğurladıktan sonra benim evde sahura kadar seçim stratejisi üzerine çalıştık. O, ben, Mimar Çetin Öztürk, Öğretmen Mustafa Erdoğan… Beşincimiz de o günkü AK Parti İl Başkanı Yusuf Alemdar… Ve o gece alınan kararlar tek tek uygulandı. Seçim sonucu mu? Taraklı halkı da bizim seçtiğimiz adaya büyük, çok büyük bir teveccüh gösteriyor ve Tacettin Özkaraman, Sakarya genelindeki 41 belediye başkanı arasından en yüksek oy oranı (yüzde 62) ile seçilen başkan oluyordu. 2009 ve 2014 seçimlerinde de tekrarlıyor başarılarını Tacettin Başkan, üç defa üst üste AK Parti’den Taraklı Belediye Başkanı seçiliyordu. “‘Hanedanı yıkıyoruz’ diye yola çıkan başkan, yeni bir hanedan mı kuruyor?” dediğinizi duyar gibiyim. Müsterih olun efendim, son seçimde çocuklarını toplayıp da “Babanızı son kez aday yaptık, son kez babanız için sizden oy istiyorum” diyen de bendim Abdullah ve Oğuzhan’a. Öyle de oldu. Üç dönem, on beş sene gösterişsiz, sessiz, ama çok başarılı hizmetlerin ardından köşesine çekildi Tacettin Başkanımız.

Peki, kim bu sessiz kahraman?

Taraklı’da aileler lakaplarıyla bilinir, tanınır ve sevilirler; bizimkinin aile lakabı, “Keşkapan”. Rivâyete göre keşler (peynirin kurutulmuşu) güneşe serilmiş; bizimkinin uzun kollu dedesi daha çocuk, diğerlerinden önce koşup keşi kapmış. O gün bugün, lakabı da üzerine yapışmış kalmış: “Keşkapan Abdullah”...

Keşkapanlar, karşı mahallede yani Yusufbey Mahallesi’nde mukimler asırlardır; üç amca çocukları, üç ayrı haneden oluşuyorlar bugün: Akkaramanlar, Özkaramanlar ve Karamanlar… Bizim kahramanımız Tacettin Bey, üçüncü kuşaktan Keşkapan Abdullah’ın (çünkü daha öncesinde de iki Abdullah var) ikisi kız, ikisi erkek, dört çocuğunun en küçüğü… Dokuz yaşında babasız kalmış bir yetim aynı zamanda. Ama şanslı da bir yetim; kendi çocuklarından onu ayırmayan bir babalık elinde büyümüş. Attan düşüp vefat ettiğinde de öz babasıymışçasına üzülen bir delikanlı o.

Çanakkale Gökçeada Öğretmen Lisesi’nde dört parasız yatılılık yılı… Ardından Diyarbakır Çüngüş’te üç yıl sınıf öğretmenliği, bir yıllık Geyve Argat-Çamlık köyü öğretmenliği, sonra da kendi ilçesinin Çamtepe köyü güzeli Necmiye Hanım’la kırk yıla yakın süredir devam eden evlilik… Ve tabiî ardından Taraklı Esenyurt köyünde yedi yıl daha çocuklara okuma yazmayı ve hayatı öğretme mücadelesi…

Benim tanıdığımda o -âdetâ- kendisini, enerjisini, birikimini ve mal varlığını -ki bir eğitimcinin mal varlığı ne kadarsa o kadarının tümünü- ilçesindeki halkın eğitimine adamış, hasretmiş, vakfetmiş bir cengâverdi. Taraklı Hıdırlık Pilav Şenliği de onun üzerindeydi, ilçeye gelen gidenin karşılanması, ağırlanması, hattâ yedirip içirilmesi de. Bize göre, diğer il ve ilçelere kıyasla büyük oranda yaşasa da, ona göre kaybolmaya yüz tutmuş gelenek görenekleri, yemekleri, giysileri, hattâ ahşap kaşıkçılığı, artık üretilmeyen don ve örtme bezini yaşatmak ve sürdürmek onun için millî ve dinî görevdi sanki.

Bunlar, onun görünen tarafıydı. Esas kahramanlığı, bu anlattıklarım kadar, hattâ bu anlattıklarımdan ziyâde onun gönül adamlığından geliyordu.

Medeniyet ruhunun son temsilcisi

1292’de Dablis’in Ertuğrul Gazi alpleriyle fethedilmesi üzerine başlayan, önce Âhî Evran Velî, sonra da Hacı Bayram Velî’nin talebelerince gönül eğitimine tâbi tutulan Taraklı ahalisi, yüzyılların zengin ve zarif rûh ikliminde evrilmesinin sonucu, tüm fakirliğin, yokluğun ve yoksunluğun aksine, kapısını, sofrasını ve gönlünü her gelene sonuna dek açan bir medeniyetin yaşayıcısı, yaşatıcısıdır. Bir yönüyle Özbekistan ve Türkmenistan’dan sanki geçen sene bölgemize göç etmişe benzeyen bu insanlar, diğer yönüyle 1399’da Yıldırım Bâyezid’le beraber İstanbul’u kuşatmaya gitmiş, dönüşte ise Eminönü’nde ikâmete başlayıp İstanbullulaşmış bir kültürün, bir rûhun, bir medeniyetin çocuklarıydılar. İşte Tacettin Özkaraman, o rûhun temsilcisi, canlı numunesi ve sevdâlısıydı! Görmüş, bilmiş, şâhit olmuştum buna bihakkın.

Tevazuu, çalışkanlığı, vefâsı ve saygısı kadar, lâtifeleri, nükteleri, takılmaları ve yalazaları ile de gönüllerimizi okşuyor, ışıtıyor, aydınlatıyordu. Hüzün medeniyetinin çocuklarıydık biz, evet, ama o, Âhîlik ölçü ve gelenekleri çerçevesinde günümüzün Nasreddin Hoca’sı olup çıkıveriyordu karşımıza.

Onun bu ince mizah anlayışından çoğu kez kendisi de nasibini alıveriyordu: Telefonla çok sık ve uzun konuşmasına halkın eleştirisi karşısında, bir gün üç telefonla birlikte fotoğraf vererek kendisiyle dalga geçiyordu. Bir başka günse, bir yalaza hatırına ilçe müftüsü olmaya râzı olmuştu…

Bir Ramazan akşamında, geç kaldığı bir Kadir Gecesi kutlaması için, “Meclis üyelerimizle namaz çıkışı tarihî Yunuspaşa Camii’nde halkımızla kucaklaşmayı plânlamıştık. İstanbul trafiğine takılınca, ancak namaz çıkışına yetişebildim ben. Sanki namaz kılmışçasına sıraya girip her çıkanla tek tek musâfaha edip kandilleştim. Allah’ın huzuruna yetişemedim ama cemaatin huzuruna yetiştim. Zaten biz siyasetçiler için de önemli olan bu değil mi?” diyerek siyasetle ve kendisiyle dalga geçiyordu.

Duyduğu hemen her hastalığın kendisinde de olduğu vehmine kapıldığını düşündüğü eşine ithafen söylediği “Necmiye, bizim kollarımız uyuşuyor da kafamız neden uyuşmuyor?” sözüyle evlilik tarihine geçiyordu. Amma Allah’ın tokadı yok, en büyük eleştiriyi de büyük oğlu Abdullah’tan alıyordu: “Babam bizim önümüzü kesiyor Fahri Amca, umutsuzluğa düşürüyor!”

Bu sözü izah etmesini istediğimde Abdullah şöyle demişti: “Babamın babası beş kez evlenmiş, babamın dedesi de beş kez evlenmiş. Babam kırk yıldır tek evli, kötü örnek olarak Oğuzhan ile benim istikbâlimizle oynuyor maalesef!”

Şairliği de vardır, bestelenmiş şiirleri de; kimsecikler bilmez. Bilinsin de istemez zaten hiçbir şeyi bilinsin istemediği gibi… Bu fakirle birlikte iki de tanıtım kitabı vardır. Ama asıl onun hayatı yazılmalı, kitaplaşmalı, kitaplaştırılmalıdır.

Âhî Naci İşsever’den yalaza üstatlığı kavuğunu alan Hâfız Hasan Çolak’tan, törenle Yalaza Ustası icâzetini almıştır Tacettin Başkan. “Ben öldüğümde yalaza üstadı kavuğumun sahibi Tacettin Özkaraman’dır, ona veriniz” vasiyeti ile birlikte…

Taraklı ve Tacettin Başkan

On beş yıllık başkanlığı döneminde Taraklı, bugün Türkiye’de en çok tanınan, en çok bilinen ve en çok turist çeken ilçelerin başında geliyorsa, Mustafa İsen ile birlikte en büyük pay onundur. Bugün Taraklı turistik altyapıyı büyük oranda çözmüşse, Mustafa İsen ile birlikte en büyük pay onundur. Bugün Taraklı, Ahmet Genç-Süleyman Tunç ortaklığında on bin yatak kapasiteli turistik termal yatırımla Türkiye’de bir rekora doğru koşuyorsa, Taraklı doludizgin 2023’e yöneliyorsa, bugün bunda en büyük pay, Tacettin Özkaraman’ındır.

Haftanın yarısını İstanbul’da, Ankara’da, Tarihî Kentler Birliği ve Çitta Slow (Sakin Şehirler Birliği) toplantılarında geçirdiğinden, birçok ulusal ve uluslararası toplantılara katıldığından iki şeyi unutmuştur: Çoğu kez evini, ailesini ve bir de kendi bütçesini…

Türkiye’de, hem de üç dönem iktidar partisinden belediye başkanlığı yaptığı hâlde -kuvvetle muhtemel- tek iflâs eden, özel hayatında sıkıntı çeken belediye başkanı odur. Oturduğu evini yeğenine satıp borçlarını ödeyen, sonra da her ay okkalı taksit ödemeleriyle evini geri almaya çalışan belediye başkanıdır o.

İflâs nedeni mi? Çok basit: İlçeye/belediyeye gelip gidene ikram ve konaklamaları, gittiği her görev veya organizasyonda masrafları cebinden ödediği için…

Keşkapan Tacettin, nesli tükenmeye yüz tutmuş güzel adamlar silsilesinin son temsilcilerindendir. Millî kahramandır, eğitimcidir. Siyasî kahramandır, belediye başkanıdır. Dinî kahramandır, müftüdür -sanal da olsa-. Birçok müftüye oranla daha geçerli ve doğru fetvâlar verir, birçoğunun yüzünden temiz bir yüze sahiptir.

Yol, hâl ve dil ehlidir o. O bizim gönül kahramanımızdır. Dürüstlükle hizmeti, edeple mizahı, vefâ ile vatanperverliği, merhametle çalışkanlığı “bir”leştirmiş adamdır. Nasreddin Hoca’nın belediye başkanı olmuş hâlidir.

Tacettin Özkaraman; şifâ adam… Şifâ adam, şifâ başkan, şifâ dost…