CEVDET Said, uzun yıllardır vahyi perspektiften yaptığı çalışmalarında
“şiddet karşıtı” düşüncelerini oldukça net biçimde sunan ve söylemlerinde “fikri
mücadeleye” dikkat çeken, ülkemizde dilimize çevrilerek basılan kitaplarından tanıdığımız
Suriyeli bir mütefekkir.
Bundan 10 yıl kadar önce, bir arkadaşımın tavsiyesi ile İslam
düşünürü Cevdet Said’in “Güç irada eylem” isimli kitabını okumuş ve hayli
istifade etmiştim. Okuduğum bu kitap 4. Baskı olup Ekim 2004 tarihini
taşıyordu. O dönemde diğer çalışmalarını etüt etme fırsatım olamamıştı.
26 Aralık 2013 tarihinde Cevdet Said’i konuk olarak
ağırladıkları programı (Resul Tosun ve Sibel Eraslan) izlemiş ve program
sonrası Said hakkında yazılanları takip etmiştim. Programında yaptığı
açıklamalarla dikkatleri çekmiş ve hakkında pek çok eleştiri yazısı yazılmıştı.
Cevdet Said ismi ikinci kere dikkatimi çekmişti.
Yaşayan bir mütefekkir
2013 yılının ilk aylarıydı. Bir arkadaşım, Kafkas
Vakfı’nda Cevdet Said’in seminerine davet etmişti. O seminere katılamadım,
ancak Kur’an-ı Kerim’i anlama ve anlatmayı gaye haline getirmiş, yaşayan bir
mütefekkiri ziyaret etmeyi kendime vazife addetmiş ve 2013 yılının ilk
aylarında babacığımla kendisini evinde ziyaret etmiştik.
O gün, dünya Müslümanlarının ahvaline, çözüm önerilerine,
ülkemizde ki siyasi gelişmelere ve özellikle kendisi hakkında yapılan
eleştirilere kısa kısa değinmiştik. Evet yaklaşık bir saatlik bu sohbet kısaydı
ancak, Cevdet Said, anlattığı her şeyi zaten kitaplarında, seminerlerinde,
dünyanın pek çok yerinde yıllardır söylüyordu. Çünkü onun kaynağı Kur’an-ı
Kerimdi ve onun için ondan başka hakikat kaynağı yoktu.
Cevdet Said ismi üçüncü keredir ilgi alanıma girmişti.
Bizatihi kendisiyle de tanışmak nasip olmuştu. Bu gelişmeden sonra ülkemizde
tercüme edilerek basılmış diğer kitaplarını etüt etmiş, okumalarımı yaptıktan
sonra kısa bir söyleşiyi aktarmak yerine, Said’in çalışmalarından,
kitaplarından, ülkemizde hakkında yazılanlardan derlenmiş, daha faydalı
olabileceğini düşündüğüm bu çalışmayı kaleme almıştım.
Geçtiğimiz günlerde, “Online Yazarlık Atölyesi”nde
düşünce üzerine yaptığımız mülâhazalar sırasında Cevdet Said’den okuduğum
“Şiddet Erdemi Öldürür” (2019) adlı kitap aklıma düşünce, 2013 yılında
hazırlanmış bu metni güncelleyerek yeniden gün yüzüne çıkarmak diledim…
Cevdet Said kimdir?
1931 yılında Suriye'nin Golan
bölgesindeki Bi'ri Acem köyünde doğdu. Adigelerin Abzeh kabilesinin Tsey
sülalesine mensup bir ailenin çocuğudur. Ezher Üniversitesi'nin orta bölümünü
okudu. Ardından aynı üniversitenin Arap Dili ve Edebiyatı Fakültesi'nden mezun
oldu. Sürekli fikrî meselelerle meşgul olmakta, 50'li yılların sonlarından
itibaren başlattığı yazma, araştırma, inceleme ve konferans verme
faaliyetlerini sürdürmektedir.
Düşüncelerinde özellikle İslâmâ şuurun
yeniden tashîh edilmesi/düzeltilmesi, şiddetin reddi, “değişim” kavramı, âfâkî
ve enfüsî âyetlerin araştırılması, diyalog, anlaşma, uzmanlaşma, birlikte yaşam
gibi konular üzerinde yoğunlaşmasının yanı sıra çağdaş Arap ve İslâm âleminin
yaşadığı düşünsel sorunlar üzerinde çalışmakta. İslam dünyasının felsefi ve
kültürel değerlerini yeniden dirilterek öze dönmeyi amaçlamaktadır. Çağdaş
düşünce özgürlüğünün en başta gelen savunucularındandır. Suriyeli düşünür
Cevdet Said, şiddet karşıtlığı ve Kur'an ayetlerine getirdiği farklı yorumlarla
dikkat çeken bir isim. Said'in şiddet karşıtı fikirleri "ılımlı
İslam" fikrini savunan çevreler tarafından da son zamanlarda sık sık
referans olarak gösteriliyor.
Dağ eteğinde bir köy ve iki inek
Said, İkinci Dünya Savaşı sonrası İslam
dünyasının genç kuşağından sayılıyor. Cezayirli büyük düşünür Malik Binnebi'nin
seçkin öğrencisi ve izleyicisi olarak tanınmıştır. Suriye’de Esed rejimi
tarafından bir kaç kez sorgulanmış, 14 yıl hapis yatmış, mesleğinden men
edilmiş, her mütefekkir gibi hakikat yolculuğunun çilesini çekmiş bir düşünür.
Büyük kentleri, bozulmaların en büyük batağı olarak kabul eden Said, ülkemize
göç etmeden önce, ailesi ile birlikte İsrail sınırına çok yakın, dağ eteğindeki
köyünde, beslediği iki ineği ve arıcılık ile geçimini sağladığı rivayet
olunuyor.
Cevdet Said, 2012 yılının Kasım ayında,
kardeşi Muhammed Said’in Suriye Rejimine ait tankların açtığı ateş ile şehit
olmasından sonra, yeğenleri ve eşi ile birlikte ülkemize göç ediyor. Türkiye’ye
gelişi, hicret mi, göç mü yoksa bir kaçış mı olduğu da o dönemde tartışma
konusu oluyor.
Bu özgeçmişe şahidi olduğum son durumu
eklemeliyim. Said şimdi, Beykoz’un şehir merkezinden yaklaşık 20 km uzaklıkta, Akbaba
köyünde mazbut bir evde eşi ve şehit olan kardeşinin çocuklarıyla birlikte
yaşıyor. Evin girişi bir cami kursunu andırıyor. Gayet sade döşenmiş. İki
kanepe ve bir sehpadan ibaret olan odaya kabul ediliyoruz. Çay ve hurma
eşliğinde sohbet ediyoruz. Yüzünde sıcak bir tebessüm, sesinde heyecan var. 83
yaşına rağmen hayli dinç. “Bu enerjisi, vahiyle hemhal olmanın bir armağanı
mıdır?” diye düşünmekten kendimi alamadım doğrusu.
O, 1984’te satırlarıyla Türkiye’deydi
Cevdet Said’in, “Bireysel ve toplumsal değişmenin yasaları” isimli kitabı ilk olarak İnsan Yayınları tarafından dilimize çevrilerek 1984 yılında düşünce dünyamıza kazandırılmıştır. Bu çalışma, o yıllarda Türkiye’nin içinde bulunduğu 80 ihtilali sonrası sorgulamalar açısından önemli fikirler barındırmaktadır. Ancak sessiz soluksuz, sadece ilgilisinin dikkatini çekebildiği kadar okunabildiğini düşünüyorum. Daha sonra Pınar Yayınları, Said’in pek çok eserinden bazılarını 2000’li yıllarda Yayın ve fikir dünyasına kazandırmıştır. Bu dönemde basılan kitaplarının eskiye oranla kısmen bilinirliliğinin arttığını fakat yine de belli bir kesim tarafından etüt edildiğini söyleyebilirim.
Said, İkinci
Dünya Savaşı sonrası İslam dünyasının genç kuşağından sayılıyor. Cezayirli
büyük düşünür Malik Binnebi'nin seçkin öğrencisi ve izleyicisi olarak
tanınmıştır.
İki yıl önce yeniden fark ettik
50 yılı aşkın bir süredir, dünyanın pek çok ülkesinde
seminerler veren, Kur’an-ı Kerim’i anlama ve uygulama hassasiyeti ile sohbetler
düzenleyen, bu minvalde pek çok araştırma çalışmasına imza atan Cevdet Said’i
ülkemiz, medyanın mahir spekülatif sunumu ile tanıdı...
İsminden düne kadar pek haberdar olmadığımız bir kişiyi,
medyanın pek hızlı bir biçimde yaftalayıp polemik vesilesi olarak sunumunu
yapmakta cesurca taktiklere sahip olduğuna kimsenin bir itirazı olmaz sanırım.
İşte 26 Aralık 2012’de ekranlarda, Resul Tosun ve Sibel
Erarslan’nın konuğu olarak Cevdet Said’i gördük görmesine de, bu programdan
sonra oluşan eleştiri ve değerlendirmelerin ayakları ne kadar yere basıyordu
pek emin olamadık. Said’i ağırlayan Tosun ve Eraslan’ın samimi bir girişim içinde
olduklarından hiç şüphem yok. Özellikle Sibel Eraslan’ın programı gayet olumlu
ve objektif kapattığı gözlerden kaçmamıştır. Ancak ne olduysa program
sonrasında oldu. Kalem sahibi olan (etkin yahut değil), pek çok yazar Cevdet
Said hakkında yazdı ve çizdi... Öte
yandan, bu program, Cevdet Said’i anlama konusunda bize ipuçları sunuyordu
fakat izleyenlerin polemik oluşturması adına da çok fazla sebep
barındırıyordu.
Suriye Rejiminin zulmüne maruz kalarak 14 yıl kadar hapis
yatmış, mesleği elinden alınmış, bir ay kadar önce ülkesinden, Türkiye’ye göç
etmiş, farklı bir ülkenin diline, üslubuna, niyet okumasına henüz aşinalık
kesbedememiş, çeviri zafiyetine yenik düşmenin muhtemel olduğu ve sınırlı bir
zaman dilimi içinde gerçekleşen bu görüşme, bana göre sadece bir keşif programı
olarak yorumlanmalıydı.
O güne kadar hakkında yeterli araştırma yapılmamış, o gün
itibariyle “Şiddet karşıtı” söylemlerinden hareketle gerekçeleri ve çıkış
noktası doğru biçimde analiz edilmeden, bir özel kanal Cevdet Said’i “Sözde
alim” ifadeleri ile sundu. Yaslandıkları nokta Cevdet Said’e atfedilen şu iki
ifade idi: “Türkler silah meraklısıdır!” ve “Osmanlı hilafet ile yönetiliyor,
hilafet rejimi demokratik değildir!” (Cevdet Said’in, bu ifadelerin yanlış
anlaşıldığına dair cevapları ve izahları “Düşüncede Yenilenme” isimli kitapta
verilmiştir.)
Acaba neden?
Bütün bu olanlardan sonra, Cevdet Said, verdiği
röportajlarla yanlış anlaşıldığını izah ettiyse de, basında çala kalem yapılan
eleştiriler öylece kaldı ve Said hakkında elle tutulur bir açıklama yapılmadı.
Bunda şaşılacak bir şey yok elbette fakat dikkati celp edecek saklı bir nokta
var. Mütefekkir Said gündeme “Şiddet karşıtı” olarak getirilip, Türk ve Osmanlı
tarihine dil uzatan “sözde alim” olarak lanse edilmişse de, onun hakkında
yaptığım okumalar, araştırmalar ve 1980 yılından bu yana yaptığı çalışmalarda
Said’in asıl derdinin ve gayretinin insanlığı ısrarla Kur’an-ı Kerim’i anlamaya
davet ediyor olmasıdır! Bir kaç siyasi gündem maddesi üzerinden “çamur at,
tutmazsa izi kalır” mantalitesi ile böyle bir manipülasyon gerçekleşmişse ve
sonra tekzip edilmemişse, komplo teorisi üretme pratiğimizin arttığı şu
günlerde zihnim “acaba neden?” sorusunu soruyor.
Münferit mesuliyet
Eleştirmek çok kolay, eleştirdiğimiz her ne ise onun
yerine yeni bir şey ikame edebilmek zordur. Hakikat malumunuzdur ki tektir! Ve
her mü’min için ilim farzdır. Vahiy ve Peygamber Efendimizin sünneti seniyyesi bize
geçmişimizden, anımıza ve dahi geleceğimize ait muhteşem reçeteler sunan iki
temel rehberdir. Ancak, bu rehberlere özel zaman ayıran, ihtisas alanı içinde
değerlendirerek anlaşılmasını sağlayan mütefekkirlerden beslenmek bizler için
geniş ufuklar açacak, hayatta varoluş misyonumuza vizyon katacaktır.
Cevdet Said yaşayan bir düşünür ve kapıları hemen hemen
herkese açık. Gayet nazik ve sorulan soruları 83 yaşına rağmen delikanlıca
cevap veriyor, müzakere ve mütalaa ediyor. Said’in çalışmaları hakkında fikir
sahibi olmak düşünce dünyamız için bir zenginlik olacaktır diye düşünüyorum.
Mütefekkirler bana göre, taraf tutmak, şehy bellemek,
cemaat mensubu olmak ve oluşturmak için değildir. Bilakis, hayatlarımızı doğru
değerlendirmek, kulluk vazifemizi idrak ederken ilmi ve fikri teatide bulunmak,
bilgilerine danışmak için kıymetlidirler. İslam toplumsal bir dindir ancak
münferit mesuliyet yükler. Her birimiz aklımızı kullanmakla mükellefiz ve dahi
doğruyu tayin için düşünürlerin fikirlerinden belenmekte beis yoktur. İş bu ki
beslendiğimiz fikirler, hakikat kaynağı Kur’an-ı Kerimi ve Peygamberimizin
sünnetini esas alıyor olsun!
Cevdet Said’in çalışmalarının tamamında, kaynak şartsız
kuralsız Kur’an-ı Kerim olan düşüncelerine, tespit ve analizlerine bu bilgi
dairesinde bakıldığında istifade edileceğini, ve yeni ufuklar açacağını
düşünüyorum. Kitap ve sohbetlerinde isimlerini zikrettiği Doğulu ve Batılı
düşünürlerin çalışmalarını etüt etmiş olması da önemlidir. Muhammed Esed,
Muhammed İkbal, Malik Bin Nebi, Bediüzzaman Said Nursi ve Batı düşünürlerinden,
Arthur Herbert Wilde, Martin Heidegger, Michel Foucault bu isimlerden sadece
bir kaçıdır.
“Okuma Haritası”
2012 yılında yaptığı açıklamalar sonrasında, kendisine
yapılan eleştirilere verdiği cevaplar, farklı ülkelerin haber kurumlarına
verdiği röportajlar, yine Pınar Yayınları tarafından derlenmiş ve 2013 yılı
eylül ayında basılmıştır. Pek çok soru işaretini zihinlerden kaldıracak izah ve
cevapların bulunduğu bu kitap önemlidir.
Şimdi, Cevdet Said’in kitaplarının içeriğine dair küçük alıntılarla bir okuma haritası oluşturalım. Bu bölümü hazırlarken, kitap isimlerinin yanında, kaleme alındığı tarihe ulaşabilmişsem o tarihi, ulaşamadıysam ülkemizde ilk basılan tarihi not etme ihtiyacı hissettim. Çünkü Cevdet Said’in istikrarlı biçimde ve yıllar öncesinden beri Vahye dikkat çektiği gerçeği böylece belirtilmiş olacaktır.
Cevdet Said yaşayan bir düşünür
ve kapıları hemen hemen herkese açık. Gayet nazik ve sorulan soruları 83 yaşına
rağmen delikanlıca cevap veriyor, müzakere ve mütalaa ediyor.
“Düşüncede Yenilenme”
Said ile gerçekleştirilen söyleşiler onun fikri
incelikleri başlangıçları ve tartışmaya açık yönleriyle entelektüel bir
bileşendir. Bu haliyle söyleşiler önce onun entelektüel yolculuğunu anlamayı
mümkün kılan birer işaret taşıdır. Bu kitap, çeşitli kaynaklardan toplanarak
bir araya getirilen söyleşilerden oluşmaktadır. Bu söyleşileri dört temek izlek
çerçevelendirmektedir. Düşünce dünyasıyla tanışma, kavramlar, Müslüman dünyanın
kronik sorunları ve aktüel siyasi gelişmeler...
Söyleşiler boyunca bütün bu izlekler birbirlerine
karışmakta ve anlamlı bir bütün oluşmaktadır. Yine de her söyleşi, söyleşiyi
yapanın öncelik verdiği konularla bağlantılı olarak benzersiz, kendine özgü
havasını oluşturmakta; okur burada bakış açılarına ve kişisel kabullere ilişkin
son derece büyük bir eleştirelliğin dile geldiğini gözlemleyebilecektir. Bu
arada herkesin paylaştığı belli bir anlayışı ortaya koyan görüşler de dikkatini
çekecektir. Bu derleme aynı zamanda bir bütün olarak, günümüz Müslümanlarının
düşünce dünyasının belli başlı tartışma konularına da ışık tutacaktır.
“Din ve Hukuk”
Aydın kavramını modern bir kavram olmanın ötesinde
toplumları irşat eden önderler anlamında kullanan Cevdet Said, var olan içler
acısı durumda aydınların sorumluluklarının siyasilerden daha fazla olduğuna
değinirken aydınlara sorumluluklarını da hatırlatır.
Cevdet Said, evrensel siyasetin en üst kurumu makamında
bulun Birleşmiş Milletlerde hukukun hükümsüz kılınarak güce ve altın buzağıya
yani kapitale tapınıldığını gündeme getirirken aydınların suskunluğunu
eleştirir.
Doksanlı yıllarda kaleme almış olduğu yazılardan oluşan
Din ve Hukuk kitabında veto hakkı üzerinde yoğun olarak durmuş olması onun
güncel siyasal meseleleri kendi kavramlarıyla nasıl yorumladığını göstermektedir.
Hakka tanıklık eden aydınların bulunmadığı fetret zamanında peygamberlerin
davetini bir defa daha ihya ederek insanlığın karşılaştığı sorunların çözülmesi
gerekliliği vardır. Demokrasiyi şiddet dışı siyasal değişimi önermesinden
dolayı yücelten Cevdet Said, doksanlı yıllarda Cezayir’de yaşanan olayları
eleştirirken, Müslüman dünyada sadece Türkiye’nin demokratik siyasal sitemi
kabul etmekle önemli bir rol üstlendiğini söyler. Doksanlı yıllarda ifade
edilen bu görüşler temelde demokrasi yüceltisi şeklinde okunmaya müsait olmanın
yanında Cevdet Said’in öteden beri savuna geldiği ve ısrarla üzerinde durduğu
kavramları yeniden hatırlatması çerçevesinde de anlaşılabilir.
“Âdem’in oğlu Habil gibi ol”
Cevdet Said, Hz. Âdem’in iki oğlu arasında meydana gelen
İnsanlık tarihinin ilk mücadelesinden hareketle Yüce Allah’ın tasvip ettiği
metodu değişik açılardan değerlendirerek, Âlemlerin Rabbi tarafından onaylanan
bu metodun insanlık için bir meşale olması gerektiğini ısrarla vurguluyor. “Yüce
Allah Hz. Âdem`in iki çocuğu (Habil ve Kabil) ile ilgili olayı, onlardan her
birinin takındığı tavırları, sergiledikleri tutumları, sorunları çözme
konusunda kullandıkları yöntemlerinin bize anlatmıştır: Sözgelimi onlardan
birisi karşılaştığı sorunu, yakalandığı hastalığı halletme konusunda “öldürme
yöntemini” benimserken öteki sorunların çözümlenmesi, hastalıkların tedavisi
konusunda bu üsluplardan hiçbirisini kabul etmemiş, problemlerin çözümlenmesi
hususunda bu tür yöntemlerin içine girmekten uzak durmuştu.
Kuşkusuz bugün beşeriyet/insanlık, artık Hz. Âdem`in
oğlunun (Habil) sergilediği bu tutumu anlama ve algılama imkanına yaklaşmıştır.
Oysa insanlık asırlar boyu, bu büyük haberden yüz çevirdi, onu kabule
yanaşmadı. Bununla da kalmadı. Mesela problemleri çözme konusunda şiddet
kullanmaya yanaşmayan, böyle bir oyunun içine girmeyen tutumu delilik ve
gericilik/geri kafalılık olarak tanımladılar.”
Kurtulmak isteyenlere, hazır reçeteler yetiştiren bir
kalem değil Cevdet Said. Öncelikle kurtarıcılardan kurtulmayı gerektiren bir
yola çağırıyor muhatabını. Dünyanın en problemli coğrafyalarından birinde
yaşayan bu düşünür, okurlarını zorbalık yerine rüşt yoluna çağırıyor. Üst üste
kim bilir kaç kuşağın tutkuları peşinde paramparça olduğu bu coğrafyaya farklı
bir teklif, değişik bir bakış açısı getiriyor. İlk fırsatta zalime dönüşen bir
mazlum olmak yerine akleden, bilgiden korkmayan, ikrahtan ve fesattan uzak
durmayı seçen Habil’in bir portresini örnek gösteriyor. Şiddet ve baskı
yöntemleri kullanan kurtarıcıların teklif ettiği parlak reçeteler yerine barış,
diyalog, birlikte yaşamak gibi değerleri öne çıkaran bir yazar Cevdet Said.
“Güç, İrade, Eylem”
Daha çok fikri mücadele üzerinde duran Cevdet Said’in
eylem teorisini ortaya koyduğu ve konuyu bütün boyutlarıyla ele almaya
çalıştığı “Güç irade eylem” adlı eseri onun düşünce dünyasının temellerini
anlamak bakımından son derece önemlidir. 1980’de kaleme alınan kitapta Müslüman
gençliğin fikri önderlik yerine siyasi önderliği öne çıkaran bir eylem
stratejisini benimsiyor oluşu eleştirilirken Malik Bin Nebi’nin meseleyi tahlil
edişine yer verilmekte, gençlerin hissi davranışlardan uzak durmaları önerilmektedir.
Said’in eylem anlayışında kudret ve iradenin bileşimi
esastır. Eğer bu ikisinin değeri yüksekse eylemin değeri de yüksek olur.
Bunlardan birinin değeri düşük olursa eylemin değeri de düşük olur. Eylem
meselesindeki kapalı noktaları çözerek, Müslümanların meselelere bakış açısını
değiştirmeye çalışmasının altında yatan temel düşünce İslâmi hareketliliklerin
başarısızlıkları karşısında gayet rahat bir tavır takınılmasını sağlayan
değerlendirmelerin yanlışlığını ortaya koymaktadır.
Öte yandan Müslümanların, yanlışlarını sorgulamak bir yana sürekli kendilerini savunmaya çalışmalarını; yanlışların kendiliğinden meydana geldiğini dolayısıyla onların oluşumunda hiçbir rollerinin olmadığı şeklindeki kanaatlerini çocukça bulan Cevdet Said, temel olarak Müslüman zihninin arkasına gizlediği karanlık noktalara ışık tutarak yerleşik eylem telakkisini değiştirmenin gerekli olduğunu ifade etmektedir.
“Bireysel ve Toplumsal Değişmenin Yasaları”
İnsanın ve toplumun sorunları nelerdir?
Bu soruya Batı bilimleri açısından bakıldığında, insana
“kendi dışından” tespit edilen ve adına “gelişme” denen hedeflere varabilmek
için öncelikle insanın ve toplumun tanınması gerekir. Tanıma ve bilme, kontrol
etme ve denetleme vazgeçilmez bir başlangıç aşamasıdır. Batı’da psikoloji insanı,
sosyoloji de toplumu denetlemek ve belli hedeflere yönlendirmek amacıyla
geliştirilmiş ve fakat bu günü insana acı vermekten başka pratik bir değeri
kalmamış bilimler olarak faaliyetlerini sürdürmektedir.
Cevdet Said ise bu kitabında, farklı kalkış noktalarından hareket ederek ve başka amaçlar güderek insanın ve toplumun değişme sorunlarını araştırmaktadır. Vardığı sonuç çarpıcıdır: İnsan ve toplum gelişme denen sonu belirsiz tarihsel maceranın aracı değil, aksine kendi tarihini kendisi yapabilecek gücün ve imkanın kaynağıdır.
“Âdemoğlunun İlk Mezhebi”
Cevdet Said, Müslüman dünyanın karşılaştığı sorunları
öncelikle teorik olarak ele alıp irdelemenin gerekli olduğunu düşünmektedir.
İslâmî ve insani sorunların çözümü konusunda örnek bir model olması düşüncesi
ile altmışlı yılların sonundan bu yana Hz. Adem’in oğlu Habil’in mezhebini
kendine araştırma konusu olarak seçen Cevdet Said, onların öykülerinde
kendisini çekenin ne olduğunu açıklarken insanlar arası ilişkilerde gözetilmesi
gereken sınırların burada olmasını anar öncelikle.
Said’in, 1966’da kaleme aldığı Ademoğlunun İlk Mezhebi
kitabı şiddeti anlamaya dönük olarak biri minimalist diğeri de daha geniş ve
kapsamlı ihlal ve ihmal olarak şiddet olmak üzere iki anlayışı bir arada
sunmaktadır. Bu olguyu gündelik varyantlarıyla birlikte salt toplumsal kökenli
ve/veya kişilerarası şiddet biçiminde kavramayıp savaş, silahlı mücadele, terör
eylemleri gibi şiddetin siyasî gerekçelerini de tahlillerine dâhil eder.
Şiddeti geniş kapsamlı bir tahlile tabi tutan bu yaklaşım tarzı şiddetin bir
sarmal gibi yapılandığını görmemizi sağlar. Şiddetin bu iki hâli arasındaki
geçişliliğin her zaman Ademoğulları örneği üzerinden ele alınmış olması onun
meseleyi kökten kavrama isteğinin göstergesidir.
“Değişim Rüzgârları”
Cevdet Said, düşünce düzleminde Müslüman dünyanın büyük
bir kriz içinde bulunduğu kanaatini taşımaktadır. Ona göre, var olan sorunların
tahlil edilmek bir yana tetkike tabi tutulmasının gerekliliği konusunda tam
anlamıyla vurdumduymazlık yaşanmaktadır.
Değişim Rüzgarları, büyük sorunların, geri kalmışlığın
sınırlarının, kambur edici geleneklerin etkisinin yoğun olduğu bir zaman
diliminden değişim rüzgârlarının Müslüman dünyada esmeye başladığı bir zaman
dilimine geçildiğini ve ümmetin uzun zamandır yitirdiği kimliğini yeniden
kazanacağına ilişkin umudun dile getirildiği bir kitap olması bakımından kayda
değerdir.
Altı dersten oluşan kitap, Cevdet Said’in Bir’-i Acem
köyünde yapmış olduğu sohbetleri içermektedir. İlk sohbeti 17 Mayıs 1993
tarihli olan kitap genel olarak doksanlı yılların genel iyimserliğini yansıtır.
O yıllardaki diyalog, hoşgörü, kanun hâkimiyeti, çoğulculuk, silahlı
mücadelenin tenkidi, Batının üstünlüğünün kabulü vb. konular öne çıkar.
Kitap aynı zamanda dünyanın değişmesiyle mücadele araçlarının
da değiştiğini fakat Müslüman dünyanın bunun idrakinde olmadığını dile
getirmesiyle de farklı bir bakış açısı sunar.
İyi okumalar diliyor, hayra vesile olmasını temenni ediyorum.