Şiddet: Aile içi mi, aile dışı mı?

Peki, nereye gidiyoruz? Saygı, sevgi ve güven hissinin artık duyulmadığının, salih ve iyi niyet duygularının karşılık bulmadığının, bazı toplumsal değerlerimizi yavaş yavaş kaybettiğimizin, ağır bir kültür ve sağlık travması geçirdiğimizin resmi çıkıyor ortaya.

AİLE, sosyolojik anlamda toplumun en küçük birimi olarak kabul edilir ve sosyal bir yapı olarak tanımlanır. Dinimize göre aile, kutsal bir müessese. Ve haramdan sakınmanın en etkili ve önemli yolu da aile olmaktan yani evlilikten geçer. Sağlıklı neslin devamı da ancak aile birlikteliği ile olur.

**

Sürdürülebilir, mutlu ve huzurlu bir evliliğin en önemli faktörlerinden ikisi, şüphesiz eşlerin birbirlerine karşılıklı güven ve saygı duymalarıdır. Güven, saygı, sevgi, hoşgörü gibi olumlu ve güzel duygular tüketildikçe aile olmak, evliliği ömür boyu sürdürülebilir beraberliğe dönüştürmek de zorlaşıyor.

**

İnsanın bazı hasletlerini yitirmesi, tolerans, hoşgörü ve teveccühün yerini öfke ve tahammülsüzlüğe bırakması, toplumun evliliğe bakışını, evlenmede sayısal bir azalmaya ve dolayısıyla boşanmalarda da ciddi bir sayısal artışa neden oluyor. Ve devamında evlenecek olgunluğa gelen insanların evliliğe bakışının değişmesini ve evlilik yaşının yükselmesini de ayrı bir sosyal sorun olarak karşımıza çıkarıyor.

Maddî ve manevî değerlerinden uzaklaşan, aile olmada rol çatışması yaşayan eşler, birlikte aynı çatı altında barınma, aynı yatakta uyuma, aynı yastığa baş koyma isteğinden, beraber yaşlanma arzusundan vazgeçiyor, süreç içerisinde önce yastıkları, sonra yatakları, daha sonra da odaları ayırıyorlar. Ve en sonunda da aldıkları kararla evlilik kurumuna en ağır darbeyi vurarak “evleri” ayırıyorlar.

**

Evlilik, medenî anlamda kadın ve erkeğin hayatlarını ömür boyu birleştirme niyetiyle gerçekleştirdikleri hukukî birlik veya anlaşmadır. İlmî anlamda ise, bir erkekle bir kadın arasında Allah’ın koyduğu prensipler çerçevesinde akdedilen muamele, İslâm nazarında kabul edilen bir ibadettir.

**

Evliliğin insan hayatında sosyal, ahlâkî, psikolojik, biyolojik ve toplumsal yararları vardır.

**

Evlilik yalnızca cinsel tatmin ve çocuk yapma müessesesi değildir.

Evlilik aynı zamanda eşlerin hayatlarına dair bütün meseleleri, üzüntü ve sıkıntılarını paylaşmalarıdır.

Eşlerin birbirine vakit ayırması, duygu ve düşünceleri ile ilgilenmeleridir.

Yaşanan ilk anlaşmazlıkta, çıkan ilk tartışmada meseleyi uzatmadan çözebilmek için birbirini aktif dinlemektir.

Çocuklarla vakit geçirmek, gün sonu değerlendirmesi yapmak, bedenlerinde ve iç dünyalarında yaşadıkları biyolojik ve psikolojik değişimi fark edip onların da fark etmelerini sağlamak, özgüvenlerini geliştirecek sorumluluk verebilmektir.

Evlilik aynı zamanda neslin devamını sağlamakla birlikte ailesine hayırlı bir evlât, çevresine iyi bir insan, vatanına, devletine, milletine ve manevî değerlerine bağlı hayırlı birer fert yetiştirmektir.

**

Evlilik nasıl ki medenî ve sosyal bir olaysa, boşanma da o kadar medenî ve sosyal bir olaydır.

Evlilik nasıl ki resmî ve dinî olarak kayıt altına alınmış hayat ortaklığı ise, boşanma da -bazen sehven kurulduğu düşünülen- bu ortaklığın mahkeme kararıyla kayıtların düzeltilmesi ve medenî olarak karşılıklı feshedilmesidir.

**

Ancak şunu özellikle ifade etmek isterim ki, aile kaybedildikten sonra yerine koyabileceğiniz hiçbir şey yoktur. Kadın için erkeğin, erkek için kadının elbette meşru zeminde taliplileri ve seçenekleri olacaktır. Ama hiçbir şey aslolanın, orijinal olanın yerini asla tutmaz.

Eğer bir evlilikte taraflar birlikte yürümekte zorlanıyorsa, diyalog kuramıyorsa, içlerindeki sevgi tükenmişse, birbirini anlamakta, anlaşmakta ve taşımakta zorlanıyorsa, hayat çekilmez bir hâl almış ve mantık-mantalite olarak “evliliği” kafalarında bitirmişlerse, ne kadar çaba gösterilse de, ne kadar dil dökülse de, ne kadar vaatte bulunulsa da, ne kadar araya girilse de geçmiş olsun!

Bir ailede, kocası hanımının, hanımı kocasının, gelin kayınvalidenin, kayınvalide gelininin, damat kaynatasının, kaynata damadının başının belâsı olmuşsa, o evlilik de, o aile de bitmiştir.

**

Kadınlar ya dinî veya resmî nikâhlı eşleri, ya eski eşleri ya da sevgililerinin uyguladığı fiziksel, cinsel ya da psikolojik şiddete maruz kalıyorlar.

Geçtiğimiz gün, eski eşi tarafından sokak ortasında darp edilen, yüzünde, kafasında ve vücudunun bazı azâlarında ezikler oluşan bir kadının henüz 5 yaşındaki çocuğunun yanında uğradığı şiddet, medyanın son dakika kayıtları olarak haber bültenlerine düştü.

Fizikî güç yönünden bir erkeğe nazaran katbekat zayıf olan kadınlara yapılan bu şiddet olayları biter mi?

Yaratılışlarında ve doğasında kendini savunmak ve korumak için kasları erkeklere nazaran yeterince gelişmemiş olan kadınlara kalleşçe, haince, sinsice yapılan saldırıların ardından “Hukuk gereğini yapacak” derken, bu “gereğini” kelimesinden ne anlamalıyız?

**

Cumhuriyet savcısı, ihbar, şikâyet veya başka bir suretle bir suçun işlendiği izlenimini veren bir hâli öğrenmesinden, yaptığı soruşturmadan, topladığı delillerden suç işlendiği kanaatine varırsa şüpheli hakkında iddianame düzenler; iddianamenin kabulü ile açılan dâvâ ve sonrasında o fiilin kanundaki karşılığı oranında hâkim sanığa yaptırım uygular. Bir kanunda yer alan cezaların dışında, hangi kanunun hangi madde ve fıkralarına göre failin en ağır cezayı alması sağlanacak? Veya uygulanan bu cezalar, bu geri kalmışlığı durdurmaya yetecek mi?

**

Yine haberin detaylarından, failin, eski eşine daha önce de darp uyguladığını, yapılan şikâyetin ardından uzaklaştırma aldığını ve uzaklaştırma kararının bitmesiyle tekrar aynı fiili işlediğini öğreniyoruz.

Kanunların yetersiz kalmasından dolayı, kanunlardaki boşluktan yararlanan patolojik failler elini kolunu sallayarak halkın arasında hiçbir şey olmamış gibi dolaşıyor, aynı fiili, aynı şiddeti, aynı darbı başka öznelere uygulamaya devam ediyorlar.

Ve maalesef aile içi ve aile dışı şiddet büyük oranda kadınlar tarafından gizleniyor. Onlarca kadın cinayete kurban gidiyor. Yüzlerce kadın tecavüz ve taciz mağduru oluyor. Binlerce kadın ise ya sokak ortasında ya da aile konutunda çocuklarının gözü önünde ağır şiddete maruz kalıyor.

**

Önemli bir “ruh sağlığı” meselesi olan, kamuoyunu büyük ölçüde meşgul eden bu şiddet olayları; geçimsizlik, karakter uyuşmazlığı, sürekli tartışma ve hakaret, şiddet, güven sarsıcı davranışlar, evlilik yükümlülüklerini yerine getirmeme, aldatma, hayata kast, kötü ve onur kırıcı davranış, suç işleme, haysiyetsiz hayat sürme, madde ve alkol kullanımı, terk edilme sebepleri ile boşanmak isteyen yahut da nikâhsız yaşamak istemeyen kadınların ya ağır darp edilmesine ya sakat kalmasına ya da hayatına mâl oluyor.

İster arkadaşı, ister sevgilisi, ister flörtü, ister eşi, ister eski eşi, isterse bir başka aile yakını tarafından yapılsın, fiziksel ve ruhsal bütünlüğüne yönelik yapılan saldırıları, ekonomik ve gayr-i ahlâkî tehditleri, tahammül sınırlarını zorlayan olumsuzlukları çekemeyen, mutlu olamayan kadınlar susmuyor, tepki veriyor, karşı koyuyor, seslerini yükseltiyor.

**

“Karı-koca arasına girilmez!”, “Bu aile meselesi!”, “Babası değil mi?”, “Annesi değil mi?”, “Bana ne!”, “Sana ne!”, “Ona ne!” tarzı yaklaşımlar maalesef şiddeti olağan bir eylem, sıradan bir davranış hâline getiriyor.

İnsanın yaşadığı sosyal çevre ve sosyal statüsü ne olursa olsun, ünlü de olsa, ünsüz de olsa; varlıklı da olsa, varlıksız da olsa; eğitimli de olsa, eğitimsiz de olsa; okumuş da olsa, cahil de olsa, her geçen gün artan kadına şiddet olayları insanımızın, vatandaşımızın, psiko-sosyal ve sosyo-kültürel röntgenini çekiyor.

**

Nasıl bu hâle geldik?

Duygularımızı nasıl yitirdik?

Şiddet kullanma ve kan dökme hissi, insanın omuzlarına nasıl basıyor, ruhunu nasıl çepeçevre sarıyor?

En basit bir tartışmada bile ansızın parlıyor, gözbebeklerimiz yerinden fırlarcasına öfkeyle patlıyor, aklıselim düşünmüyoruz.

Yumruklar sıkılmış, beysbol sopaları avuçlarımızın arasında…

En ufak bir tatsızlığı şiddete başvurarak çözeceğimizi düşünüyoruz.

Çünkü empati yapmıyoruz. Çünkü karşımızdakini dinlemiyoruz. Çünkü kendimizi hep haklı görüyoruz…

**

Kelimeler anlamını yitiriyor.

Okuldan tutun üniversiteye, mahalleden tutun komşuya, trafikten tutun spor müsabakalarına, iş yerinden tutun ticârete, siyâsete ve ibadete varıncaya kadar aramızdaki iletişimde yaşanan kopukluğu onaracak, yanlış anlamayı düzeltecek, konuşacak fırsatı tanımıyor, en küçük bir itirazı husumete çeviriyoruz. Bağıran, öfke kusan, şiddet uygulayan, sadist, ruhsuz bir sosyo-profil çiziyoruz.

**

Peki, nereye gidiyoruz?

Saygı, sevgi ve güven hissinin artık duyulmadığının, salih ve iyi niyet duygularının karşılık bulmadığının, bazı toplumsal değerlerimizi yavaş yavaş kaybettiğimizin, ağır bir kültür ve sağlık travması geçirdiğimizin resmi çıkıyor ortaya.

***

Kadına uygulanan şiddetin istatistik verileri her geçen gün arttıkça siyâset, kültür, ekonomi, eğitim ve gelişmişlik harcadığınız bütün çaba ve yatırımlar boşa gidiyor.

Bizi diğer toplumlardan farklı kılan ve manevî değerlerle beslediğimiz, o “Güçlü, sarsılmaz, yıkılmaz” dediğimiz aile çemberi yarıldıkça, şiddetin dozu kaçtıkça, dinden yoksun, imandan züğürt, Allah’tan korkmayan, kuldan utanmayan, hamd ve şükretmeyi unutan, duygusuz, robotik bir insan profili çıkıyor ortaya.

**

Çalışma, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı, aile içi veya aile dışı şiddete maruz kalan kadınların daha huzurlu ve güvenli bir yaşam sürebilmeleri için çok büyük çaba harcıyor. Avrupa Birliği ülkelerinin çoğunda uygulanmakta olan şüpheli ve sanıkları kontrol altında tutacak teknik ve uzaktan takip sistemi kuruyor.

Adı ister elektronik kelepçe olsun, ister elektronik yer tespit kelepçesi olsun, ister panik butonu ve isterse acil çağrı düğmesi olsun; şiddet, kadınının acı kaderi olmaya devam ettikçe, çocuklara ve kadınlara iş ve meslek desteği sağlanmadıkça, erken ve küçük yaşta zorla evlendirmeler önlenmedikçe, kadın-erkek hakları doğru anlatılmadıkça ve şiddetin kendisi bir “aile meselesi” olarak görüldükçe, aile olmanın kutsî önemi iyi anlaşılmadıkça; kadınlara ne tek taraflı psikolojik destek sağlayarak, ne tek taraflı danışmanlık hizmetleri vererek, ne sığınma evlerinin sayılarını arttırarak, ne elektronik kelepçeli teknik izleme sistemi kurarak, ne de yanlarına bir koruma vererek bu sorun çözülebilir.

İnsan neden şiddet uygular veya şiddete neden karşılık veremez? Şüphesiz bu sorunun tek bir cevabı yok. Belki de cevabını hiçbir zaman bulamayacağız. Belki madde ve alkol kullanımı… Belki psikolojik sorunlar… Belki sosyoekonomik kaygılar… Belki de mahkeme kayıtlarına girdiği şekliyle “şiddetli geçimsizlik”…

Şiddetin nedeni ne olursa olsun, ister aile içinden, ister aile yakınlarından ve isterse aile dışından gelsin, şiddet nesilden nesle öğrenilebilir bir davranıştır. Ve bu kötü davranışı düzeltmenin tek bir yolu vardır: Toplumun bilinç seviyesini yükseltmek ve millî eğitim, ahlâkî eğitim, vicdanî eğitim!