AİLE, sosyolojik anlamda
toplumun en küçük birimi olarak kabul edilir ve sosyal bir yapı olarak
tanımlanır. Dinimize göre aile, kutsal bir müessese. Ve haramdan sakınmanın en
etkili ve önemli yolu da aile olmaktan yani evlilikten geçer. Sağlıklı neslin
devamı da ancak aile birlikteliği ile olur.
**
Sürdürülebilir, mutlu ve huzurlu bir evliliğin
en önemli faktörlerinden ikisi, şüphesiz eşlerin birbirlerine karşılıklı güven
ve saygı duymalarıdır. Güven, saygı, sevgi, hoşgörü gibi olumlu ve güzel
duygular tüketildikçe aile olmak, evliliği ömür boyu sürdürülebilir beraberliğe
dönüştürmek de zorlaşıyor.
**
İnsanın bazı hasletlerini yitirmesi, tolerans,
hoşgörü ve teveccühün yerini öfke ve tahammülsüzlüğe bırakması, toplumun
evliliğe bakışını, evlenmede sayısal bir azalmaya ve dolayısıyla boşanmalarda da
ciddi bir sayısal artışa neden oluyor. Ve devamında evlenecek olgunluğa gelen
insanların evliliğe bakışının değişmesini ve evlilik yaşının yükselmesini de
ayrı bir sosyal sorun olarak karşımıza çıkarıyor.
Maddî ve manevî değerlerinden uzaklaşan, aile
olmada rol çatışması yaşayan eşler, birlikte aynı çatı altında barınma, aynı
yatakta uyuma, aynı yastığa baş koyma isteğinden, beraber yaşlanma arzusundan
vazgeçiyor, süreç içerisinde önce yastıkları, sonra yatakları, daha sonra da
odaları ayırıyorlar. Ve en sonunda da aldıkları kararla evlilik kurumuna en
ağır darbeyi vurarak “evleri” ayırıyorlar.
**
Evlilik, medenî anlamda kadın ve erkeğin hayatlarını ömür boyu
birleştirme niyetiyle gerçekleştirdikleri hukukî birlik veya anlaşmadır. İlmî anlamda ise, bir
erkekle bir kadın arasında Allah’ın koyduğu prensipler çerçevesinde akdedilen
muamele, İslâm nazarında kabul edilen bir ibadettir.
**
Evliliğin insan hayatında sosyal, ahlâkî,
psikolojik, biyolojik ve toplumsal yararları vardır.
**
Evlilik yalnızca cinsel tatmin ve çocuk yapma
müessesesi değildir.
Evlilik aynı zamanda eşlerin hayatlarına dair
bütün meseleleri, üzüntü ve sıkıntılarını paylaşmalarıdır.
Eşlerin birbirine vakit ayırması, duygu ve
düşünceleri ile ilgilenmeleridir.
Yaşanan ilk anlaşmazlıkta, çıkan ilk tartışmada
meseleyi uzatmadan çözebilmek için birbirini aktif dinlemektir.
Çocuklarla vakit geçirmek, gün sonu
değerlendirmesi yapmak, bedenlerinde ve iç dünyalarında yaşadıkları biyolojik
ve psikolojik değişimi fark edip onların da fark etmelerini sağlamak, özgüvenlerini
geliştirecek sorumluluk verebilmektir.
Evlilik aynı zamanda neslin devamını sağlamakla
birlikte ailesine hayırlı bir evlât, çevresine iyi bir insan, vatanına, devletine,
milletine ve manevî değerlerine bağlı hayırlı birer fert yetiştirmektir.
**
Evlilik
nasıl ki medenî ve sosyal bir olaysa, boşanma da o kadar medenî ve sosyal bir
olaydır.
Evlilik
nasıl ki resmî ve dinî olarak kayıt altına alınmış hayat ortaklığı ise, boşanma
da -bazen sehven kurulduğu düşünülen- bu ortaklığın mahkeme kararıyla kayıtların
düzeltilmesi ve medenî olarak karşılıklı feshedilmesidir.
**
Ancak
şunu özellikle ifade etmek isterim ki, aile kaybedildikten sonra yerine
koyabileceğiniz hiçbir şey yoktur. Kadın için erkeğin, erkek için kadının
elbette meşru zeminde taliplileri ve seçenekleri olacaktır. Ama hiçbir şey aslolanın,
orijinal olanın yerini asla tutmaz.
Eğer
bir evlilikte taraflar birlikte yürümekte zorlanıyorsa, diyalog kuramıyorsa,
içlerindeki sevgi tükenmişse, birbirini anlamakta, anlaşmakta ve taşımakta
zorlanıyorsa, hayat çekilmez bir hâl almış ve mantık-mantalite
olarak “evliliği” kafalarında bitirmişlerse, ne kadar çaba gösterilse de, ne
kadar dil dökülse de, ne kadar vaatte bulunulsa da, ne kadar araya girilse de geçmiş
olsun!
Bir
ailede, kocası hanımının, hanımı kocasının, gelin kayınvalidenin, kayınvalide
gelininin, damat kaynatasının, kaynata damadının başının belâsı olmuşsa, o
evlilik de, o aile de bitmiştir.
**
Kadınlar ya dinî veya resmî nikâhlı eşleri, ya eski
eşleri ya da sevgililerinin uyguladığı fiziksel, cinsel ya da psikolojik
şiddete maruz kalıyorlar.
Geçtiğimiz gün, eski eşi tarafından sokak ortasında darp edilen, yüzünde, kafasında ve vücudunun bazı
azâlarında ezikler oluşan bir kadının henüz 5 yaşındaki çocuğunun
yanında uğradığı şiddet, medyanın son dakika kayıtları olarak haber
bültenlerine düştü.
Fizikî güç yönünden bir erkeğe nazaran
katbekat zayıf olan kadınlara yapılan bu şiddet olayları biter mi?
Yaratılışlarında ve doğasında kendini
savunmak ve korumak için kasları erkeklere nazaran yeterince gelişmemiş olan
kadınlara kalleşçe, haince, sinsice yapılan saldırıların ardından “Hukuk
gereğini yapacak” derken, bu “gereğini” kelimesinden ne anlamalıyız?
**
Cumhuriyet savcısı, ihbar, şikâyet veya
başka bir suretle bir suçun işlendiği izlenimini veren bir hâli öğrenmesinden,
yaptığı soruşturmadan, topladığı delillerden suç işlendiği kanaatine varırsa şüpheli
hakkında iddianame düzenler; iddianamenin kabulü ile açılan dâvâ ve sonrasında
o fiilin kanundaki karşılığı oranında hâkim sanığa yaptırım uygular. Bir kanunda
yer alan cezaların dışında, hangi kanunun hangi madde ve fıkralarına göre
failin en ağır cezayı alması sağlanacak? Veya uygulanan bu cezalar, bu geri
kalmışlığı durdurmaya yetecek mi?
**
Yine haberin detaylarından, failin, eski
eşine daha önce de darp uyguladığını, yapılan şikâyetin ardından uzaklaştırma aldığını
ve uzaklaştırma kararının bitmesiyle tekrar aynı fiili işlediğini öğreniyoruz.
Kanunların yetersiz kalmasından dolayı,
kanunlardaki boşluktan yararlanan patolojik failler elini kolunu sallayarak halkın
arasında hiçbir şey olmamış gibi dolaşıyor, aynı fiili, aynı şiddeti, aynı darbı
başka öznelere uygulamaya devam ediyorlar.
Ve
maalesef aile içi ve aile dışı şiddet büyük oranda kadınlar tarafından gizleniyor.
Onlarca kadın cinayete kurban gidiyor. Yüzlerce kadın tecavüz ve taciz mağduru
oluyor. Binlerce kadın ise ya sokak ortasında ya da aile konutunda çocuklarının
gözü önünde ağır şiddete maruz kalıyor.
**
Önemli
bir “ruh sağlığı” meselesi olan, kamuoyunu büyük ölçüde meşgul eden bu şiddet
olayları; geçimsizlik, karakter uyuşmazlığı, sürekli tartışma ve hakaret,
şiddet, güven sarsıcı davranışlar, evlilik yükümlülüklerini yerine getirmeme,
aldatma, hayata kast, kötü ve onur kırıcı davranış, suç işleme, haysiyetsiz
hayat sürme, madde ve alkol kullanımı, terk edilme sebepleri ile boşanmak
isteyen yahut da nikâhsız yaşamak istemeyen kadınların ya ağır darp edilmesine
ya sakat kalmasına ya da hayatına mâl oluyor.
İster
arkadaşı, ister sevgilisi, ister flörtü, ister eşi, ister eski eşi, isterse bir
başka aile yakını tarafından yapılsın, fiziksel ve ruhsal bütünlüğüne yönelik
yapılan saldırıları, ekonomik ve gayr-i ahlâkî tehditleri, tahammül sınırlarını
zorlayan olumsuzlukları çekemeyen, mutlu olamayan kadınlar susmuyor, tepki veriyor, karşı koyuyor, seslerini
yükseltiyor.
**
“Karı-koca
arasına girilmez!”, “Bu aile meselesi!”, “Babası değil mi?”, “Annesi değil mi?”,
“Bana ne!”, “Sana ne!”, “Ona ne!” tarzı yaklaşımlar maalesef şiddeti olağan bir
eylem, sıradan bir davranış hâline getiriyor.
İnsanın
yaşadığı sosyal çevre ve sosyal statüsü ne olursa olsun, ünlü de olsa, ünsüz de
olsa; varlıklı da olsa, varlıksız da olsa; eğitimli de olsa, eğitimsiz de olsa;
okumuş da olsa, cahil de olsa, her geçen gün artan kadına şiddet olayları insanımızın,
vatandaşımızın, psiko-sosyal ve sosyo-kültürel röntgenini çekiyor.
**
Nasıl
bu hâle geldik?
Duygularımızı
nasıl yitirdik?
Şiddet
kullanma ve kan dökme hissi, insanın omuzlarına nasıl basıyor, ruhunu nasıl
çepeçevre sarıyor?
En
basit bir tartışmada bile ansızın parlıyor, gözbebeklerimiz yerinden
fırlarcasına öfkeyle patlıyor, aklıselim düşünmüyoruz.
Yumruklar
sıkılmış, beysbol sopaları avuçlarımızın arasında…
En
ufak bir tatsızlığı şiddete başvurarak çözeceğimizi düşünüyoruz.
Çünkü
empati yapmıyoruz. Çünkü karşımızdakini dinlemiyoruz. Çünkü kendimizi hep haklı
görüyoruz…
**
Kelimeler
anlamını yitiriyor.
Okuldan
tutun üniversiteye, mahalleden tutun komşuya, trafikten tutun spor
müsabakalarına, iş yerinden tutun ticârete, siyâsete ve ibadete varıncaya kadar
aramızdaki iletişimde yaşanan
kopukluğu onaracak, yanlış anlamayı düzeltecek, konuşacak fırsatı tanımıyor, en
küçük bir itirazı husumete çeviriyoruz. Bağıran, öfke kusan,
şiddet uygulayan, sadist, ruhsuz bir sosyo-profil çiziyoruz.
**
Peki,
nereye gidiyoruz?
Saygı,
sevgi ve güven hissinin artık duyulmadığının, salih ve iyi niyet duygularının
karşılık bulmadığının, bazı toplumsal değerlerimizi yavaş yavaş
kaybettiğimizin, ağır bir kültür ve sağlık travması geçirdiğimizin resmi
çıkıyor ortaya.
***
Kadına
uygulanan şiddetin istatistik verileri her geçen gün arttıkça siyâset, kültür,
ekonomi, eğitim ve gelişmişlik harcadığınız bütün çaba ve yatırımlar boşa
gidiyor.
Bizi
diğer toplumlardan farklı kılan ve manevî değerlerle beslediğimiz, o “Güçlü,
sarsılmaz, yıkılmaz” dediğimiz aile çemberi yarıldıkça, şiddetin dozu kaçtıkça,
dinden yoksun, imandan züğürt, Allah’tan korkmayan, kuldan utanmayan, hamd ve
şükretmeyi unutan, duygusuz, robotik bir insan profili çıkıyor ortaya.
**
Çalışma, Aile ve Sosyal Politikalar
Bakanlığı, aile içi veya aile dışı şiddete maruz kalan kadınların daha huzurlu
ve güvenli bir yaşam sürebilmeleri için çok büyük çaba harcıyor. Avrupa Birliği
ülkelerinin çoğunda uygulanmakta olan şüpheli ve sanıkları kontrol altında
tutacak teknik ve uzaktan takip sistemi kuruyor.
Adı ister elektronik kelepçe olsun, ister
elektronik yer tespit kelepçesi olsun, ister panik butonu ve isterse acil çağrı
düğmesi olsun; şiddet, kadınının acı kaderi olmaya devam ettikçe, çocuklara ve
kadınlara iş ve meslek desteği sağlanmadıkça, erken ve küçük yaşta zorla
evlendirmeler önlenmedikçe, kadın-erkek hakları doğru anlatılmadıkça ve
şiddetin kendisi bir “aile meselesi” olarak görüldükçe, aile olmanın kutsî
önemi iyi anlaşılmadıkça; kadınlara ne tek taraflı psikolojik destek
sağlayarak, ne tek taraflı danışmanlık hizmetleri vererek, ne sığınma evlerinin
sayılarını arttırarak, ne elektronik kelepçeli teknik izleme sistemi kurarak, ne
de yanlarına bir koruma vererek bu sorun çözülebilir.
İnsan neden şiddet uygular veya şiddete neden karşılık
veremez? Şüphesiz bu sorunun tek bir cevabı yok. Belki de cevabını hiçbir zaman
bulamayacağız. Belki madde ve alkol kullanımı… Belki psikolojik sorunlar… Belki
sosyoekonomik kaygılar… Belki de mahkeme kayıtlarına girdiği şekliyle “şiddetli
geçimsizlik”…
Şiddetin nedeni ne olursa olsun, ister aile içinden, ister aile yakınlarından ve isterse aile dışından gelsin, şiddet nesilden nesle öğrenilebilir bir davranıştır. Ve bu kötü davranışı düzeltmenin tek bir yolu vardır: Toplumun bilinç seviyesini yükseltmek ve millî eğitim, ahlâkî eğitim, vicdanî eğitim!