DURSUN Çiçek, emekli bir asker. Ergenekon Dâvâsı’ndaki “ıslak
imza” muamması ile tanıdık kendisini. İmza onun muydu, değil miydi bilemem ama
imzanın üzerindeki eylem plânından rahatsız olacak biri değildi bence.
Aslında o dönem, TSK’nın içine sızmış FETÖ’cüler ile
onları dindar zanneden lâiklerin bir savaşı vardı. Her iki grup da gerçek
dindarların devlete hâkim olmasından korkarken, FETÖ’cüler irtica gölgesinde
kurdukları oyunlarla lâikliği dinsizlikle karıştıranları kışkırtırlardı. Yani
ortak düşman, dindar ve milliyetçi kesimdi.
15 Temmuz bu konuda da milât oldu. Şimdi ortak düşman
Erdoğan!
Özellikle HDP ve İyi Parti bazı vekiller aracılığı ile
birbirlerine ayar verir gibi görünürken, CHP orta yolu bulmaya ve ittifakı
güçlü tutmaya çalışıyor. Artık ne Millet İttifakı içindeki Saadet Partisi, ne
de Erdoğan’ın dindarlığı irtica kaygısı ile servis ediliyor. Amaç, Erdoğan’ı
devirmek ve terör örgütünü arkasına aldığını deklare eden HDP bile bu amaca
hizmet ettiği ölçüde vazgeçilmez.
Dursun Çiçek, geçtiğimiz hafta akla ziyan bir kurgu
ile çıktı piyasaya. Ona göre, Millet İttifakı Cumhurbaşkanlığı seçimini
kazanırsa, HDP’den de “sicili temiz” birkaç bakan kabineye girmeliymiş. CHP’li
bir vekil olduğu için söylediklerinin CHP’yi bağlayacağını düşünüyorum.
Partisinden de aksi yönde bir açıklama gelmemesi, bu gaflet yüklü açıklamanın
şahsî fikri olmaktan çok öte olduğu görüşünü güçlendiriyor. Her ne olursa olsun,
bu mesajın senelerce terör örgütüyle mücadele ettiğini zannettiğimiz TSK’nın
emekli bir mensubu ile verilmesi çok acı. Onca şehidin, gazinin ve ailelerinin
yüzüne nasıl bakacağını düşünmeden böyle bir açıklama yapmak, vatandaş nezdinde
apoletindeki yıldızların sökülmesine yetmiştir bence.
İşin garibi, Kanal İstanbul üzerinden Lozan yaygarası
koparan gece yarısı amirallerinin, teröre destek verenleri aklamaya yönelik bu
plâna karşı suskun kalmayı tercih etmiş olmalarıdır. Kimin derdinin millet,
kimin derdinin zillet olduğu açıkça ortaya çıkmıştır artık.
Başka bir gariplik de kürsüde türlü şaklabanlıklar
yapmaya, kurgu vatandaşları konuşturmaya, Erdoğan ile ilgili esip gürlemeye
alışık olan Meral Akşener’in, HDP’lilere verilecek bakanlıklar konusunda dut
yemiş bülbüle dönmesi. Demirtaş’a özgürlük isteyip kahvaltı davetine nezaket
gösteren Akşener’in, Gara Şehitleri için PKK’ya “terörist” diyebilmiş olmasının
da hiçbir ehemmiyeti kalmamıştır artık.
İyi Parti, Çiçek’in “Sicili temiz HDP’liler” ifadesine
sarılıp teröre direkt olarak bulaşmamış olan HDP vekillerini demokratik siyâsetin
bir parçası olarak kabullenmeye hazır gibi görünüyor.
Peki, bir siyâsetçi, reddettiği değerleri ilke edinmiş
bir partide siyâset yapar mı? İmralı canisine “Başkan”, PKK’ya “Sırtımı
dayadığım güç”, teröriste “Gerilla” denen HDP’de siyâset yapanların bunun
aksine bir düşüncede olmaları beklenebilir mi? O hâlde o garip “sicili temiz”
tanımı ne için yapılmış olabilir ki?
Şimdi kendi seçmenlerini kandırabilmek için diyecekler
ki, “HDP bu ülkenin legal partisi, altı milyon seçmenin temsilcisi, demokratik
siyâsetin bir parçası... Partide kirli adamlar olsa da biz temizleriyle iş
yaparız”. Hani sen uyuşturucu kullanan bir ofis elemanı için 25 milyon oyu olan
AK Parti’yi, bir kişinin suçlandığı çocuk tacizi için milyonlarca Müslüman’ı
suçluyordun!
Olay artık daha da netleşmeye başlamış görünüyor. Ya
Kılıçdaroğlu ya da parti lideri olmayan ortak bir aday üzerinde uzlaşma
çabaları yoğunlaşmış gibi. Akşener’in “Israrcı olmam” dediği Cumhurbaşkanlığı
için tek ihtimâlin, Cumhur İttifakı dışındaki partilerin bir blok hâlinde
seçime girebilmesi olduğunu herkes biliyor. Hâl böyle iken, İyi Parti’nin
muhalefetteki büyük sağ parti olarak HDP’ye yeşil ışık yakması, DEVA ve Gelecek
gibi küçük sağ partilerin yeni bir sağ ittifak arayışına da mâni olacak. Onlar
da milliyetçi-muhafazakâr üç beş seçmenini HDP’ye alıştırmaya çalışacaklar.
İşte tam da bu hesapların ortasında, HDP ile ortaklığı
birkaç bakanlıkla taçlandırıp güçlendirmek gereği duyulmuş olmalı. Muhtemeldir
ki, bu teklif zaten HDP’den gelmiş ve aksi hâlde seçim ittifakının
çatırdatılması tehdidinde bulunulmuştur. Bu ne Kılıçdaroğlu, ne de Akşener’in
göze alabileceği bir durum. Bunu yumuşak bir şekilde, toplumun hafızasına
işlemek için emekli bir subayın kullanılması da sadece bir taktik. Ardından
Kılıçdaroğlu’ndan gelen, büyük ortakların üst düzeyde temsil edilecekleri bir
bakanlar kurulu formülü de gerçek hedefi açıklamaya yeter de artar bile.
Tekraren söyleyelim ki, bizce imkân olmasa bile Cumhur
İttifakı’nın yıkılmasının tek ihtimâli, kalan bütün partilerin aynı çatı altına
girebilmesidir. Dursun Çiçek’in bize saçma gelen açıklaması bu birlikteliği
pekiştirmeye yöneliktir. “Ben hacıyım, 7 yaşından beri beş vakit namaz kılarım”
diyerek muhafazakârlığı, “Maocu neferini Ülkücü yapıp evlendim” diyerek
milliyetçiliği kimseye bırakmayan Akşener de hem Erdoğan-Netanyahu benzetmesi,
hem de bakanlık teklifine sessizliği ile PKK ve HDP’ye göz kırparak blok içinde
çatlak oluşmamasına gayret ediyor.
Yani Millet içindeki Zillet takımının gerçek yüzü artık daha net görünüyor!