
TUHAF şeyler oluyor… İyi Partili milletvekili Yavuz Ağıralioğlu, muhalif koalisyon 6’lı Masa’da alınan kararlara, kurulan tuzaklara dikkat çekerek partisinden istifa etti. Aklıevvellerse sorgusuz sualsiz “Erdoğan nefreti”nden beslenmeye ve heyecan duymaya devam ediyor. Neden?
Bir başka tuhaflık ise, ABD’nin ülkemizde 14 Mayıs’ta gerçekleşecek seçimleri manipüle etmek için kesenin ağzını açmış olması. ATV Ankara Temsilcisi Şebnem Bursalı’nın geçtiğimiz hafta A Haber canlı yayınında yaptığı açıklama dikkat çekici: “ABD'li ünlü bir danışmanlık şirketinin ekibi Türkiye’ye geldi, bunlar bir çalışma yapıyor. Özellikle Cumhur İttifakı’nın fazla oy aldığı yerlerde mahalle mahalle, ev ev çalışmalara devam ediyorlar. Burada hangi mahallelerde, hangi evlerde daha çok Cumhur İttifakı’na oy çıkmışsa ikinci bir ekip buralara gidiyor. Burada şimdiden seçim çalışmaları başladı. Seçim sonrasına yönelik vaatlerde bulunuyorlar ve tercihlerini değiştirmek üzere manipülasyon çalışmalarına devam ediyorlar. Türkiye’deki seçimi ‘2023’te yapılacak en önemli seçim’ olarak gören ‘küresel çete’ de 6’lı koalisyon üzerinden kendine çıkar sağlamak için çalışıyor.”
“Ne alâka?” diyenlere, “Türkiye’deki seçimlerden Amerika’ya ne?” sorusunu soranlara, 10 Ocak 2023 tarihinde Bloomberg’de yayımlanan Bobby Gosh imzalı analizi adres olarak göstermek yeterli olacaktır. Söz konusu seçim analizinin başlığı şöyle: “2023’te Dünyanın En Önemli Seçimi Türkiye’de Olacak”.
ABD’nin -hiç hilafsız- gözü Türkiye’nin üzerinde. “Şeytanın sahasında Tanrı’nın görevini” üstlendiklerini iddia eden ve “din merkezli kardeşlik” misyonları ile Müslüman coğrafyalar üzerinde plânlar kuran ABD’nin Beyaz Saray eski Ulusal Güvenlik Danışmanı John Bolton’un Ocak ayında 2023 Seçimleri için “Erdoğan’a karşı koyulmazsa işler daha da kötüye gidecek. Batı, Türkiye’deki muhalefete yardım ederse Erdoğan durdurulabilir” gibi skandal ifadeler kullanmasının da yabana atılır cinsten olmadığını kabul etmek gerek.
Hıristiyan dünya elbirliği ile İslâm toplumlarının tüm haklarını manipüle etme çabası içerisinde. Çünkü onların inanç sistemlerinde İsa’ya itaat eden kuzular olmak yerine kurt olmak ve itaate meydan okumak bir “seçilmişlik” misyonu. Kendi oluşturdukları “tanrısal yönetim koordinatlarıyla” seçilmiş olanlar için her türlü yetki sınırsız, her türlü yöntem legal, her türlü suç meşru olabiliyor. Bu dengesiz ve tutarsız misyonu kendilerince şu şekilde aklıyorlar: “Dünya sadece yaptıklarını görür ama Tanrı niyetini bilir.”
Niyetleri ise Müslüman halkları yeryüzünden evirip çevirerek, bir sebeple öldürerek silmek.
Okyanus ötesinden ülkelere müdahale hakkını işte böyle gerekçelerle haklı ve imtiyazlı buluyorlar. Dünyaperest tamahları ve halkları korkutarak edindikleri kibirleriyle dünyayı “yeni dünya” düzenine hazırlama görevini de kendilerinde bulan bu Haçlı misyonerlerinin araç gereç ve söylemleri değişiklik arz etse de niyetleri hiç değişmiyor.
Dünya yönetimlerini din esaslı argümanlar üzerine inşâ eden Batı/l, elini de, dilini de sair ülkelere uzatmayı aslî bir vazife olarak addediyor.
***
Bizde ise durum başka…
Amentüsü İslâm olan bilir ki, insanın şeytan ve nefsi ile daimî bir mücadelesi vardır ve imanı gereği hayırlı, huzurlu ve bereketli işlerin hayata geçirilmesinde fikren bir tevekkül, zikren bir teslimiyet, fiilen bir eylem gerekir. Bu zahmet için gereken emek verildiğinde o zahmetin rahmete evrileceğine inanmak kulluk vazifesidir. Böylesi zahmet ve rahmet eşiğinde dolanıp dururken, insan, kulağına fısıldayan şeytanın varlığını, rahatını bozmak istemeyen nefsinin feryadını işitebilir. Ne vakit bu fısıltı ve feryada kalbindeki iman ile “Ya Allah, Bismillah” der, kulak asmaz, rahatını bozup kalkarsa, o vakit kazananlardan olur. Çünkü iman edenler bilirler ki, dünya fâni, ahiret bâki. Sonsuzluğa giden yolda yalana, fitneye, zulme meyletmek bir kazanç değil, hüsran!
Bu kısa izah, münferit mücadele meselesidir. Fakat yine de Müslüman, akledendir. Muhakeme kabiliyetiyle hem şahsî, hem yaşadığı toplum adına hüküm vermek onun vazifesidir.
Bir de, feryat figan bir telaş ile insanları etkilemenin, hayırdan, huzurdan, bereketten, inkişaftan, güçlü Türkiye olma yolundaki gayretten alıkoymak için şeytanca bir rol üstlenen ve şeytanî idealarını fısıldayanlar var ki, bu manzarayı çözümlemek için sürü psikolojisinden çıkmak şartı elzemdir.
Meselâ, seçimlere sayılı gün kala, bir masa etrafında tutarsızlıklarıyla fotoğraf veren 6’lı koalisyon görüntüsü ve terör suçlusu bir partinin bu görüntüye gıyaben eşlik edişi, aklıselim olan herkes için bir kurmacadan söz ediyor; aklıevvellerin nasıl ve neden bu denli heyecanlı olduklarını anlamak ve anlatmak için gayret etmek gerekiyor.
Seçim arefesinde ezberci bir partizanlık, fanatik bir taraftarlıktan ziyade, olup bitenin önünde ve ardındaki saikleri okuma gayretiyle siyâsî meselelere yönelmek, sahip olduklarımızı kaybetmek yerine daha fazlasına talip olmamızı sağlayacaktır.
“Erdoğan nefreti” merkezli politik söylemlerle, inkişaf edilen alanlarda yapılanı durdurmak, var olanı yıkmak, yapmacık din simsarlığı yapmak, kendi unvanlarının hesabını halka maharetmiş gibi duyurmak gibi bölük pörçük bir söyleme haiz olmaktan öteye geçemeyen muhalif kümeden neşet eden beyanlara “Şeytanın işi mi, şeytan işi mi?” sorusunu yönelterek cevap aramak gerekiyor.
Muhalefet kanadından, kendini “seçilmiş” kabul eden ve şeytanî fısıltılarla beslenen, görünürde Türkiye adına siyaset yaptığını iddia eden fakat “şeytanın sahasında Tanrı’nın işini” görenlerden özgüven devşirenlere dikkat etmek gerekiyor.